Şuanda 72 konuk çevrimiçi
BugünBugün1242
DünDün2294
Bu haftaBu hafta7214
Bu ayBu ay40951
ToplamToplam10157506
65+ NESLİ PDF Yazdır e-Posta


On yıl kadar önce Generation 50+ adlı bir kitap çıkmıştı. 50 yaşın üzerindekileri anlatıyordu. Anlatıyordu dediğim, ortalama yaşam süresinin 80’in üzerinde olduğu ülkelerdekileri anlatıyordu. Bu insanların genel özelliği hayatın sonuna yaklaştıkları duygusuyla hareket etmeleri değil, aktif bir hayat sürmeleriydi.

Bugünlerde de 65+ neslinden söz edilir oldu. 65 normalde emeklilik yaşı olmakla birlikte bu yaştakilerin şimdilik dörtte biri için durum böyle değil ve oranın da hızla artması bekleniyor. Bir bölümü çalışıyor ve üstelik firmaların yaşlılar için ek işyerleri açması söz konusu… Nedeni, bu insanların tecrübe sahibi olmaları ve yenilerin kaçınılmaz hatalarından uzak olmaları…

Almanya’da 65 yaş üzerindekilerin artan oranda üniversiteye yeniden başlaması söz konusu… Tercih edilen bölümler felsefe ve tarih… Halk Yüksek Okulu’ndaki kurslar da 65 yaş üzerindeki insanlarla dolu…

Almanya’da yapılan hesaplamaya göre bu kesimin üçte ikisi internet kullanıyor.

Üniversitelerde halka açık seminerler bu kesimden insanlarla dolu…

Almanya’da beyin araştırmalarının tanınmış ismi Wolf Singer’in yaklaşık 500 kişilik anfideki konferansında her yaştan insan vardı. 20 yaş üzeri de 65 üzeri de…

Daha ilginci bu yaşlardaki bazı insanların söz alıp Singer’in beynin işlevleri konusundaki görüşlerindeki evrimi anlatmaları ve bununla ilgili sorular sormalarıydı.

Beyin evrenin en karışık makinesi kabul ediliyor, yoğun olarak araştırılıyor ve ulaşılan sonuçlara göre de yeni teoriler ortaya çıkıyor.

Düşünmek beynin sınırları içinde kalmaz. Düşünmek beden, başka insanlar ve çevredeki nesnelerle iletişim içinde gerçekleşir. Bu teori aynı zamanda Descartes’ten beri var olan beden-zihin ikileminin de ortadan kalkması demektir.

Bu başka bir konu olmakla birlikte 65+ kuşağının yaşanılan toplumsal ortamla, başka bir deyişle kültürle bağlantısı da ortada. Artan sayıda insanın bu durumda olması, 65 sonrasında da öğrenmeye açık ve aktif bir hayat sürmesi kültürel ortamla doğrudan ilgilidir. Bu ortam ise çevrenin örgütlenmesi ve insanlardaki zihniyetle yakından ilgilidir.

Türkiye’den gelen insanların ilk dikkatini çeken sokaklarda çok sayıda engellinin bulunmasıdır. “Burada ne kadar çok engelli varmış” diye hayret ederler ama bu hayret doğru değildir. Türkiye’deki engelli sayısı da az değil, sadece büyük oranda evde oturmak zorunda kalıyorlar çünkü dışarıda kendi başlarına hareket etmeleri hayli zor. Otobüse ve metroya kendi başlarına binemezler, insanın yanında da her zaman başkası bulunmaz. Günlük hayat engellilerin de kendi başlarına hareket edebileceği tarzda örgütlenmemiş. Bunun ekonomiden çok daha fazla zihniyetle ilgisi var. Mesela binek otobüsü yapılırken sahanlığı inip kalkabilen türden yapılır, durakla otobüs arasındaki ara da daha inşaat aşamasında buna uygun planlanırsa mesele kalmaz. Bu durumda tekerlekli sandalyeden kalkamayanlar bile otobüse binebilir. Otobüste de bu sandalyeye uygun yer yapıldı mı mesele bitmiştir.

Engellinin de engelsizler gibi hayata katılabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapacak zihniyet yoksa, para olsa ne olur! Kaldı ki bu düzenlemeler fazla paraya da mal olmaz.

Sokaklardaki engellilere bakın, Türk görmek hayli zordur. Türk engelli sayısı çok az olduğu için değil, aile ve akraba çevresi başka bir zihniyete sahip olduğu için genellikle evden çıkmazlar. Çıktıklarında da başlarında inzibat gibi bir ya da iki yakınları bulunur. İçinde yaşadıkları kültürel ortama göre kendi başlarına hareket etmeleri mümkün değildir. Aslında biraz zorlasalar öğrenebilirler, ama yapılmaz ya da yaptırılmaz.

Yıllar önce Ergun Aydınoğlu’nun siyasi sürgünlerle ilgili bir yazısını okumuştum. Yazıda, “kişi Türkiye’den nasıl gelmişse burada da devam ediyor” diyor ve ülke dışının bu yönden hapishaneye benzediğini anlatıyordu.

Dışarıdayken okumayan insan, hapishanede komün disiplini gereği okumaya başlayabilir ama tahliye olduktan sonra genellikle bunu sürdürmez. İçerdeyken okumaya başlayanın dışarıda da bunu sürdürmesine pek rastlanmaz.

Aynı şekilde Türkiye’de iken okumakla pek ilişkisi bulunmayan insan, bir Avrupa ülkesine geldiğinde de aynı alışkanlığını sürdürür. Okuma imkanı karşılaştırılamayacak kadar fazladır ama böyle bir niyet olmayınca okumak da söz konusu olmaz.

Hele de belirli bir yaştan sonra, 60 ya da 65 pasif hayata geçiş kültürümüzün parçasıdır denilebilir. “Yaş 70 iş bitmiş” belirlememiz bile bulunur.

İnsanların böyle inanmasının herhangi bir mahzuru bulunmuyor. Türklerde bile az sayıda da olsa 70 yaşında aykırı örnekler var. Aktif bir hayat sürüyorlar. Bu insanlara devrimciler tarafından “yaş 70 ama iş bitmemiş” denilmesi de garip…

Selda Bağcan, “bu ülkede sol, sağdan daha tutucudur” derken herhalde bunu kastediyordu.

70 yaşla ilgili belirleme diyelim 25-30 yıl önce doğruydu. O zamandan beri köprülerin altından çok sular aktı, demeyeceğim, köprüler bile kalmadı. Yerlerini yenileri aldı…

Bir bölüm insan hala oradaysa, eh ne yapalım, orada kalsınlar!