Şuanda 62 konuk çevrimiçi
BugünBugün720
DünDün2294
Bu haftaBu hafta6692
Bu ayBu ay40429
ToplamToplam10156984
Teslim Töre ile ilgili eksik bir hatırlama PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 24 Kasım 2020 19:04


1980’li yılların başlarında Teslim Töre ile ilgili bir belirlemeyi hayretle okuduğumu belirtmeliyim. Değişik arkadaşlar tarafından deniliyor ki; Töre, Öcalan’ın silahlı mücadeleye katılma çağrısını kabul etmiş olsaydı hem PKK’nin hem de Türkiye solunun durumu farklı olurdu.

Teslim Töre bu çağrıyı kabul etmiş olsaydı bile geri dönmek zorundaydı. 1983 yılı sonbaharında yapılan Merkez Komitesi Plenum’unu hatırlatırım. Plenum kararları Merkez Yayın Organı Komünist’te yayınlanmıştı ve MK’nin yarısı TKP’ye katılmayı savunuyordu. PKK’nin silahlı mücadeleye başlamasından yaklaşık bir yıl önce parti neredeyse ikiye bölünmüş durumdaydı. Parti içinde yüzde 50 taraftarları yoktu ama büyük bir azınlıktılar. Bu durumdaki bir parti silahlı mücadeleye katılamazdı. Böyle bir yöneliş zaten yoktu ama olsaydı bile yapılamazdı.

İki yıl sonra yapılan ve tamamlanamayan 3. Kongre’ye katıldım ve orada değişik parti örgütlerinden gelen delegelerin durumunu gördüm. Delegelerin yaklaşık yarısı TKP’ye katılma taraftarıydı. Bu delegeler bana o zaman iletildiğine göre partinin yarısını temsil etmiyordu ama belirli bir gücü temsil ediyorlardı. Dahası, o zamanki adıyla Kürdistan Komünist Emek Partisi’nden gelenlerde TKP eğilimi Türklerden daha fazlaydı. İç birliği böylesine parçalanmış bir partinin silahlı mücadeleye katılması düşünülemezdi.

Tamamlanamayan Üçüncü Kongre dağılınca herkes bölgesinde çalışmaya gitti. Sonraki yıllarda partiyi üç örgüt ayakta tutacaktı: Ortadoğu örgütü, İstanbul ve Almanya. 1986’da sorun bitti, giden gitti, kalan kaldı.

Teslim’in partiyle ilgili öngörüleri hiç fena değildir. Mesela partinin modernleşme sorunu olduğunu sürekli vurguluyordu. Bu da o illegalite koşullarında ancak çok yavaş gerçekleşebilirdi ve kaçınılmaz olarak da belirli bir direnç doğuracaktı. Modernleşmeden kastedilen şehirleşmeydi, küçük kent ve kasaba tabanından uzaklaşmaktı.

Türkiye’ye döndükten sonraki ilk MK toplantısında genel sekreterlik görevini bırakmak istediğini, kendini teorik çalışmalara vermek istediğini belirtmiş ve yerine de beni önermiş. MK kabul etmemiş. İyi yapmışlar, etselerdi ben görevi kabul etmezdim. Modernleşme böyle ani hamlelerle yapılamazdı.

TKEP/L ayrılığının ardından yenilen 1993 ve 1994 darbeleri partiyi çok zayıflattı.

En büyük zayıflık kaynağı tabii SSCB’nin dağılmasıydı. Bu dağılma SSCB’ye taraftar ya da karşı olan herkesi etkileyecekti.

Parti 1990’lı yılların başında fena durumda değildi. Yıllarca iğne ile kuyu kazarcasına örgütlenmiş, üç yasa dışı yayını düzenli çıkarmıştı. Sonra yasal yayınlar başladı: Emek Dünyası, Emek, Yöneliş, Toplumsal Dayanışma.

En büyük darbeyi SSCB’nin dağılmasıyla yedi diyebiliriz. “Sosyalizmde bir dönemin sonu” diyorduk ama söylemesi kolay, altından kalkması zordur.

1993 darbesinden sonra ülkede iki toplantı yapıldı, yıllarını hatırlamıyorum. Almanya örgütü olarak bunlara katıldık. Katılanların bize getirdiği haber, partinin sona yaklaştığıydı. Devam etmeyi savunan insan çok azdı. En başta farklı görüşler şekillenmişti. BSP içinde birlikte davranılabildi ama kötü bir karar alınarak ÖDP’nin kuruluşuna yönelinecekti. Kurtuluş ile Devrimci Yol’un birlikte olduğu bir yapının yürümesi mümkün değildi ama kimseye dinletemedik.

Kuruluştan iki yıl sonra Devrimci Yol’dan kişileri Troçkistlerle baş başa bırakıp geniş bir kesimle ayrıldık. Türkiye’dekiler ayrılmamızı istemiyordu ama onları dinlemedik; bir yıl sonra da onlar ayrılacaktı.

Sonrasında eski kadroların bir bölümünün içinde yer aldığı değişik girişimler oldu. Yollar artık ayrılmıştı, herkes düşüncesine uygun yerde politik mücadeleyi sürdürecekti.