Şuanda 45 konuk çevrimiçi
BugünBugün698
DünDün1181
Bu haftaBu hafta4376
Bu ayBu ay38113
ToplamToplam10154668
denetim altına alınamayan teknik PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 14 Nisan 2011 06:22


Japonya’da insanlar ve çevre için hangi boyutta felakete yol açacağı henüz bilinemeyen nükleer santraller, Aydınlanma’dan beri doğal olarak benimsenmiş bir saptamanın sorgulanmasına yol açtılar.

İnsan tekniği kullanarak ve geliştirerek doğayı artan oranda egemenliği altına alır, doğayı denetler, doğa güçlerine egemen olur.

Yaklaşık kırk yıldan beri doğanın denetim altına alınmasının onun tahribiyle birlikte gerçekleşmemesi üzerinde önemle durulur oldu. Bu konuda yeterli olmakta uzak olmakla birlikte bazı adımlar da atıldı.

Japonya’da olan ise, kullanılan teknik vasıtasıyla doğanın tahrip edilmesi değildir.

İnsanın kendi ürettiği tekniği denetleyemez duruma düşmesi ve bunun feci denilebilecek sonuçlarının ortaya çıkmasıdır.

Bu durumun tekniğin sınıfsal kullanımıyla ilgisi de yoktur.

Çevre kirlenmesi, doğanın tahribinin kapitalizme özgü olduğu söylenir.

Kapitalizmde maksimum amaç amacıyla hareket edilir ve bu amaca ulaşmak için de doğanın ne oranda tahrip edildiği üzerinde durulmaz.

Bu saptama, en azından 20. yüzyılda yaşanmış sosyalizm açısından doğru değildir.

Yaşanmış sosyalizmde ortaya çıkmış çevre felaketleri içinde Çernobil nükleer santralindeki kaza küçük yer tutar.

Büyük oranda sosyalist ülkelerden geçerek Karadeniz’e dökülen Tuna Nehri’nin akan bir lağıma dönüşmesinden, dünyanın en büyük iç denizleri arasında sayılan Aral Gölü’nün sularının önemli oranda çekilmesine; Özbekistan’da geniş tarım arazisinin aşırı zorlanma nedeniyle verimsizleşmesinden, Bulgaristan’da devlet sırrı olarak saklanan hava kirliliği raporlarına kadar çok sayıda sosyalist ülkede, zamanında gizli tutulmaya çalışılsa bile önemli bir çevre felaketi yaşanmıştır.

Yazının konusu bu felaketin nedenleri üzerinde durmak değildir.

Nükleer enerji üretimi için söz konusu olan bu tür bir çevre felaketi değildir.

Nükleer enerji, tam tersine, barışçı ve çevre dostu olarak bilinirdi.

Barışçılığı, atom enerjisinin savaşlarda yıkım için değil, insanlığın ihtiyacı olan enerji üretiminde kullanılması açısından söylenirdi.

Nükleer enerji, aynı zamanda çevreci enerji olarak bilinirdi.

İnsanlığın sürekli artan enerji ihtiyacının çevreye zarar vermeden üretilmesinin en kolay yolunun nükleer reaktörler vasıtasıyla gerçekleşeceği düşünülürdü.

Enerji ister petrolden, ister kömürden isterse de barajlardan elde edilsin, enerji üretim süreci değişik çevre sorunlarına yol açıyordu.

Zamanla nükleer enerjinin de sanıldığı kadar temiz bir enerji olmadığı görüldü.

Nükleer santraller nükleer çöp üretiyorlardı ve bunların saklanması büyük sorundu.

Yerin metrelerce altında ve kurşun odalarda saklanmaları gerekiyordu.

Yine de sorun bir şekilde çözülebiliyordu.

Japonya’da bugün ortaya çıkan durum geçmişteki örneklerin hepsinden farklıdır.

Japonya’da, Çernobil örneğinde olduğu gibi, insan hatası sonucu gerçekleşen bir kaza söz konusu değildir.

Hiç beklenmeyen bir şey olmuş; 8,9 şiddetinde depremin ardından büyük bir tsunami gelmiş ve nükleer reaktörlerden en az bir tanesi denetimden çıkmıştır.

İnsan, kendi ürettiği tekniği denetleyememektedir.

Reaktörün soğutma sisteminin devreden çıkması sonucu reaksiyon durdurulamamakta ve çevreye yüksek oranda radyasyon yayılmaktadır.

Burada söz konusu olan bilinen türden bir kaza değildir.

Uçak kazası olur, üç yüz kişi ölür ve etkisi yine de oldukça sınırlıdır.

Nükleer reaktörün denetimden çıkması sonucu zararın yaygınlığı ve ne kadar uzun süreceği ise ancak tahmin edilebiliyor.

İnsan, kendi ürettiği karmaşık aletin içindeki reaksiyonu denetleyemiyor, durduramıyor.

Burada söz konusu olan doğa güçlerinin denetlenememesi değil, insanın kendi ürettiği tekniğin denetimden çıkabilmesidir.

Almanya gibi oldukça güvenli nükleer santrallere sahip olan bir ülkede bile nükleer enerjiden duyulan büyük korkunun nedeni de burada yatıyor.

Almanya deprem bölgesi değil. Bu ülkede büyük deprem beklenmiyor.

Ülkenin sadece kuzeyinde deniz var ve tsunami olsa bile nükleer bir santrale ulaşması mümkün değil…

Ne ki, başka bir soru var:

Nükleer santrallerden birisinde önceden düşünülemeyecek bir nedenle soğutma sistemi devreden çıkarsa ne yapacağız?

Yapılabilecek olan oldukça sınırlı, sistem denetimden çıkıyor ve radyasyon yaymaya başlıyor.

Kaza şu veya bu nedenle her yerde olabilir.

Nükleer santraldeki sorun, kazanın sonuçlarının denetlenemez olmasıdır.

Nükleer enerjiden vazgeçelim anlayışını hayata geçirmek o kadar kolay değil.

Almanya gibi nükleer enerji karşıtı güçlü bir potansiyelin bulunduğu, bu karşıtlığın solun ve Yeşiller’in sınırlarını aşıp Liberaller’e ve Hıristiyan Demokratlar’ın bir kesimine kadar yayıldığı bir ülkede bile, nükleer enerjiden çıkış en az on yıl alacaktır.

Bu ülkenin enerji ihtiyacının sadece yüzde 23’ü nükleer reaktörlerden sağlanıyor.

Almanya güneş ve rüzgardan elde edilen yenilenebilir enerji sektöründe de teknolojik olarak dünyada neredeyse önder durumundadır.

Ve buna rağmen durum budur…