Şuanda 40 konuk çevrimiçi
BugünBugün877
DünDün1865
Bu haftaBu hafta9192
Bu ayBu ay41891
ToplamToplam10203945
suriye. ne yapalım peki? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 21 Ağustos 2011 18:49


Kavramları ve bunlarla ilgili anlayışları ayrıştırarak başlayalım.

Önce Suriye’deki Baas iktidarını ve Beşir Esad rejimini savunanlardan hareket edelim.

Bu kesim kendi içinde ikiye ayrılır:

Birincisi: Baas iktidarını ve Esad rejimini “devrimci” ya da en azından “anti emperyalist” olarak görenlerdir.

Bu saptamadan hareketle söz konusu rejimin “emperyalizmin oyunları”na karşı savunulması gündeme getirilir.

Bizde bu anlayışın önde gelen temsilcisi İşçi Partisi’dir.

Bu anlayışları uyarınca da Hatay’da “Suriye’ye destek” mitingleri yapmaktadırlar.

Bu anlayışın gerçeklikle herhangi bir ilişkisi yoktur.

Suriye’nin Ortadoğu’daki en büyük destekçisi İran’dır.

Bölgede kendi yayılma amaçlarına sahip olan, doğal kaynaklar bakımından oldukça zengin bir ülke olmasına karşın halkı yoksulluk içinde ve ağır baskı altında yaşayan bir rejime sahiptir İran…

Ortadoğu’da Suriye’nin bu kadar sorun olmasının ana nedeni de İran tarafından desteklenmesidir. Suriye’deki rejimin değişmesi, İran’ın tecridi yönünde önemli bir adım olacaktır. İran, bu nedenle, gösterileri bastırması için Suriye yönetimine destek olmaktadır.

Suriye, Suriye’den ibaret değildir. Halkına karşı savaşmakta becerikli olan ordusunun askeri olarak önemli bir gücü yoktur. Nitekim Türkiye, 1999’de “24 saatte Şam’a gireriz” açıklamasını yapıp sınıra da asker yığınca, Suriye teslim bayrağını çekmiş ve Abdullah Öcalan’ı sınırdışı etmişti.

Bu ülkenin ordusu İsrail karşısında da kayda değer bir varlık gösterememiştir.

Suriye ordusu halkını katletmekte iyidir, o kadar!

Suriye yönetimi sahip olduğu zayıflığın farkındadır ve bu nedenle de bölgesel ittifak politikalarına büyük önem verir.

Bu politikaların bir ayağını karşılıklı savunma anlaşmaları oluşturur. (Örneğin Rusya Federasyonu ile), bir başka yön bölgesel işbirlikleridir (İran ile).

Önemli bir başka yön ise, başka ülkelerde kendisine yakın örgütleri desteklemektir (Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah gibi)

Suriye de bölgenin yayılmacı güçlerinden bir tanesidir.

Yıllarca Lübnan’ın önemli bir bölümünü işgal etmiş ve ancak uluslar arası baskı sonucu çekilmek zorunda kalmıştır.

Keza Hatay’ı kendi toprağı olarak görür. Suriye ile vizenin kalkmasının ardından bu ülkeden Türkiye’ye gerçekleşen göçün nedenleri üzerinde durmaya gerek görmez. Türkiye, şu haliyle bile, Suriye halkı için bir çekim gücüdür. Hatay halkı da ekonomik ve politik olarak var olan tüm eksikliklere karşın Suriye halkına göre daha iyi koşullarda yaşadığı için Suriye’ye bağlanmak konusunda bugüne kadar herhangi bir istekte bulunmamıştır. Bu istek kışkırtılmaya çalışılmış, ama karşılık bulmamıştır.

Bölgedeki nüfuz yayılmasının bir yanına karşı çıkıp (Türkiye), öteki yanını (İran ve Suriye) desteklemek, anti emperyalizmin ne duruma düştüğünün iyi bir göstergesidir.

Suriye’nin anti emperyalizmi için getirilebilen kanıtların da herhangi bir geçerliliği yoktur.

Suriye, tıpkı öteki Arap ülkeleri gibi, Filistin hareketiyle sadece onu bölgesel amaçları için kullanabilmek amacıyla ilgilenir.

Bu hareketi bölmek için örgüt kurar (El Saika), gerektiğinde Filistinli mülteci kamplarını basar ve çok kişiyi öldürür (Tel-El-Zaatar)…

Filistin davası, kendi işine yaradığı sürece, Suriye’nin de sorunudur.

Bir başka örnek, ABD ile ilişkidir.

Afganistan savaşının ilk günlerinde ABD, yakaladığı çok sayıda El Kaide ve Taliban militanını işkenceli sorguya alarak bilgi edinmeye çalışıyordu.

ABD sınırları içinde işkence yapmak sorun yaratacağı için şu yöntemler bulunmuştu:

İşkence uçakları: Bir bölüm tutuklu içi işkence cihazlarıyla donatılmış bir uçağa konur ve uçak saatlerce uluslar arası hava sahasında uçar. Böylece ABD sınırları içinde işkence yapılmamış olur. Bu uçakların yakıt ikmali için indiği havaalanlarından birisinin Şam olduğu daha sonra değişik gazete haberleriyle ortaya çıkmıştı.

İkinci yöntem ise daha somut işbirliğine dayanır: ABD, yakaladığı militanı başka bir ülkenin polisine teslim eder. O polis kişiyi işkenceli sorguya alır. Elde ettiği bilgilerden kendisini ilgilendirenlerden ötesini ABD’ye iletir. Gözaltındaki kişi de bu bilgilerle birlikte ABD’ye geri verilir.

Ortadoğu’da bunu yapmış olan iki ülke vardır: Mısır ve Suriye.

ABD tarafından yakalanan, işkenceli sorgu için Suriye’ye verilen ve ardından geri alınan değişik kişilerin açıklamaları gazetelerde yer aldı.

Bunlardan bir tanesi Almanya vatandaşı olduğu için nelerle karşılaştığı iyi biliniyor. Bilinmeyen ya da az bilinen insanlar da eksik değil…

Suriye’nin “anti emperyalizm”i için bu kadar yeterlidir.

İsterseniz bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmayabilirsiniz de…

İşçi Partisi’nin bir ülkedeki yönetimi anti emperyalist olarak savunması, tersine inanmak için yeterlidir.

 

SURİYE BİR DİKTATÖRLÜKTÜR AMA…

Bu anlayış daha gerçekçidir. Suriye’nin anti emperyalizm ve demokratiklikle ilişkisi bulunmadığını bilir. Bu ülkede babadan oğula geçen bir çeşit padişahlık rejimi vardır. Devlet yönetiminde bulunan klan, yerini korumak için hem yandaşlarına para dağıtmış hem de olağanüstü ölçüde zenginleşmiştir. Yoksulluk, işsizlik ve rüşvet ileri boyutlardadır.

Suriye’de hukuksuzluk o derecedir ki, Türkiye, bu ülkeyle karşılaştırıldığında neredeyse “Avrupa demokrasi”sidir.

Geçmişten bir örnek…

Şimdiki Devlet Başkanı Beşir Esad’ın babası Hafız Esad’a Müslüman Kardeşler tarafından suikast yapılır. Hafız suikastten kurtulur. Kardeşi ve zamanın Genelkurmay Başkanı olan Rıfat Esad, adamlarıyla birlikte Müslüman Kardeşler üyelerinin bulunduğu bir hapishaneyi basar çok sayıda tutukluyu öldürür.

Bunun bizdeki izdüşümünü bir PKK eylemi sonucu subayların cezaevlerini basarak PKK’li tutuklu ve mahkumları öldürmesi olarak düşünebilirsiniz.

Değil yapmak, böyle bir şey yapmak kimsenin aklına bile gelmez…

Poliste, mahkemelerde ve cezaevlerinde hukuksuzluk örnekleri kol gezmektedir ama o kadar da değildir…

Suriye’de ise bu tür olayların cezalandırılması söz konusu olmamıştır.

Suriye bir diktatörlük rejimidir, ama…

ABD, Ortadoğu’yu yeniden düzenleme planında Suriye ve İran’ı kendisine engel olarak görüyor. Bu nedenle bu ülkeye dış müdahale yapılmasına karşı çıkmak gerekir.

Bu görüşün aşırı bir versiyonu olarak Suriye’deki ayaklanmanın arkasında emperyalist güçlerin bulunduğu bazıları tarafından savunuluyor ama bunun üzerinde durmaya gerek yok…

Uzun süren ve yaygın bir ayaklanma iç koşulların ürünüdür. Emperyalizm çıkarına göre bu ayaklanmayı destekleyebilir, ancak buradan ayaklanmanın esas başlatıcısının emperyalizm olduğu sonucu çıkarılamaz.

“Suriye’ye dış müdahaleye hayır” saptaması güzel gibi görünen apolitik bir saptamadır.

Önemli olan sizin ne istediğiniz değil, bu isteğinizin neredeyse zorunlu olarak hangi sonuçlara yol açacağıdır.

“Suriye’ye dış müdahaleye hayır”, demek, “Esad rejimi muhaliflerini öldürmeye devam etsin” demenin öteki türlüsüdür.

Geçtiğimiz hafta Suriye savaş gemileri liman kenti Lazkiye’de ayaklanan iki mahalleyi top ateşine tuttu, 20 kişi öldü.

Suriye’ye dış müdahaleye karşı olanlar, kendileri istemeseler bile, zorunlu olarak halkın üzerine tank ve top ateşi açan rejimin yanında yer alırlar.

Suriye’de demokratik bir rejim olsaydı, dış müdahaleye karşı çıkılırdı. Halk, rejimin kuralları çerçevesinde kendi işini kendisi görsün, denilebilirdi. Ne ki, kafasını kaldıranın vurulduğu bir ülkede bunu söyleyemezsiniz.

Halkın çoğunluğu Esad rejimini desteklemiyor. Tersine bir durum söz konusu olsaydı, hemen Anayasa’nın Baas Partisi’nin çoğunluğunu garantiye alan 8. maddesini değiştirirler, çok partili rejime geçerler ve yapılacak seçimin sonucuna da razı olurlardı.

Bunu yapmamak için ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Reform yapıyor görünüyorlar, ardından hemen tersi yönde adımlar atıyorlar.

“Demokratik rejime evet, ama muhalifleri öldürdükten sonra…”

Esad rejiminin anlayışı budur.

Normal bir seçimde Baas Partisi iktidarı kaybedecektir.

Bunca yolsuzluk, keyfilik ve katliamın hesabı da herhalde sorulacaktır.

Rejimin direnişi bunun olmaması içindir.

Anti emperyalizm adına gözünüzün önündeki halk katliamını seyredecekseniz, denilebilecek bir şey yok…

Muhalefet katledilmekle bitecek gibi de görünmüyor.

1981 yılında Hama kenti Genelkurmay Başkanı Rıfat Esad’ın komutasındaki Suriye ordusu tarafından yerle bir edildi, Sünni halkın büyük bölümü öldürüldü. (Ölü sayısı 20-40 bin olarak tahmin ediliyor).

Suriye’deki isyanın başkenti yine Hama’dır.

Ülkedeki çelişkiler kitlesel katliamın bile engelleyemeyeceği düzeye ulaşmıştır.

Esad rejiminin ülkedeki muhaliflerini öldürmesini dolaylı olarak desteklemenin bir gerekçesi de şöyledir:

Suriye’de serbest seçim yapılırsa Müslüman Kardeşler yönetime gelir. ABD bunu istiyor. AKP de bölgedeki etkisinin yayılması için bunu istiyor.

Doğru! Nitekim Mısır’da da ilk serbest seçimde Müslüman Kardeşler’in ülkenin en büyük politik partisi olacağı üzerinde herkes anlaşıyor.

Ne yapalım peki!

Orduyu göreve mi çağıracağız!

Normal koşullarda yapılan bir seçimin sonucunu kabul edeceğiz.

Sonucu kabul etmek, ülkenin en büyük politik gücüne karşı mücadeleden vazgeçmek anlamına gelmez.

Ek olarak şu da bilinmelidir: Müslüman Kardeşler bu kadar güçlenmiş ise, bu durum yıllardan beri izlenilen politikalar sayesinde olmuştur. Çürümüş rejimler islamcı muhalefeti güçlendirmiştir.

 

NASIL BİR DIŞ MÜDAHALE?

İlginçtir, apolitik anti emperyalistler ve sosyalistler, dış müdahale denilince, sadece ABD ve benzeri ülkelerin Suriye’ye asker çıkarmasını ya da onların adına Türkiye’nin müdahale etmesini anlıyorlar. Değişik ülkelerde uzun bir geçmişe sahip barış hareketlerinin bu konuda neler söylediği hakkında herhangi bir bilgileri yok, öğrenmek için ilgileri de bulunmuyor.

Afganistan için örnek vereyim:

Değişik Avrupa ülkelerindeki barış hareketlerinin Afganistan ile ilgili talebi şöyledir: işgale son, yabancı güçlerin geri çekilmesi ve ülkeye Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün gönderilmesi…

Neden bunu savunuyorlar?

İşgalci emperyalist ordulara darbe indirmekle anti emperyalist olunuyorsa eğer, Taliban yıllardan beri büyük bir anti emperyalist savaş yürütüyor. Ne Hamas ne de Hizbullah bu konuda Taliban’ın yanına bile yaklaşamaz.

Taliban, tek örgüt değildir, birbirine rakip örgütler koalisyonudur.

İşgal bu örgütleri birleştirdi. İşgal bitince Afganistan’da kanlı bir iç savaş başlayacaktır.

Bunu söyleyen Afganistan’daki cılız demokratik muhalefet ve onların dış ülkelerdeki temsilcileridir.

İç savaşı engellemek, bir savaşın başka bir savaşa dönüşmesini engellemek için BM Barış Gücü’nün müdahalesi savunuluyor.

Çok sayıda ülkede iç çatışma yaşanıyor.

Bunların bir bölümünün ülke içinde çözülmesi mümkün görünmüyor.

Bu ülkelere müdahale edecek, savaşı durduracak ve bunu dünya toplumu (Weltgesellschaft) adına, onun demokratik ve insancıl değerleri adına yapacak bir otoriteye ve bu otoritenin de kendisini dayatabilecek bir gücüne ihtiyaç duyuluyor.

Dünya çapında böyle bir otorite ancak BM çerçevesinde şekillenebilir.

Böyle bir otorite hiç yok değil, var, ama gelişmesinin önünde önemli sorunlar bulunuyor.

Bunların aşılması için çalışılması gerek…

Bu konu barış mücadelesinin önemli bir bileşenidir.

Herhangi bir ülkede halkın bir kesimi rejime karşı ayaklandığı ve rejim de halkı katlettiği zaman ne yapacaksınız?

Savaş dursun, reform yapılsın, görüşmeler yapılsın talepleri güzeldir ama bunlar pratikte karşılığı olmayan açıklamalardır.

O ülkedeki rejim bunları yapacak olsaydı zaten yapardı, yapmıyorsa, ona yaptıracak zorlayıcı bir güç gerekir.

Bizim açımızdan bu güç ancak BM Barış Gücü olabilir.

Denilebilir ki, BM Barış Gücü’nün de sorunları var.

Haklısınız, var, ama başka bir seçenek bilen var mı?

Uluslar arası Tugaylar kurulsun ya da devrim yapılsın gibi görülebilir bir gelecekte pratik değeri olmayan sözde seçenekler üzerinde durmuyorum.

Afrika’nın bir ülkesinde iç savaş başlarsa buna kim müdahale edecek?

Fransa kimseye sormadan eski sömürgesine paraşütçülerini mi indirecek, yoksa buna karşı uluslar arası toplumun örgütlü gücünün müdahalesini mi savunacağız?

Bu konuda önümüzdeki alınması gereken önemli bir yol bulunuyor, ancak biz konuyu sürekli gündemde tutmazsak, her somut olayda böyle bir gücün önemini savunmazsak, yıllar geçer ve daha çok bekleriz.

Politika yapabilmektir.

Yapamıyorsanız ve yapmak için de hazırlanmıyorsanız, neyi savunduğunuzun önemi de yoktur.

Siz susarsanız başkası yapar, hem de “demokrasi” adına yapar!