Şuanda 39 konuk çevrimiçi
BugünBugün1003
DünDün1865
Bu haftaBu hafta9318
Bu ayBu ay42017
ToplamToplam10204071
"Dunya yuvarlaktir, kendi ve gunesin etrafinda donmektedir." PDF Yazdır e-Posta
Erkan Ulasan tarafından yazıldı   
Perşembe, 19 Mart 2009 18:44


Oner ODEMIS’in Kuyerel grupta yazdigi Nebil Rahuma’ile ilgili yaziyi okudum. Konunun benimle ilgili olan kisimlarına aciklama getirip, bir daha bu konudaki hiçbir yaziya yanit vermeyecegim.(her kafasina göre yorum yapana yanit vermeye kalksam...)

 

“Anı diye anlatılan HİKAYE çelişkilerle doludur.” Hikaye uydurmadır. Anı yaşanmış olandır. Burada anlatılmak istenen şey yazıyı yazan kişi uydurma bir yazı yazmıştır anlamına geliyor ki, bunu da kendince yorumlayarak gerçek içinde çelişki aramaya kalkarak kanıtlamaya çalışıyor. Yaşanmış olan bu olayı, ben bu gün değil, olayın olduğu 30 yıl öncesinde birçok kişiye anlattım. Bu kişilerden birisi de Mehmet YAVUZ’dur. Bu konuyu kendisine sorarak öğrenirsiniz.

           

Birinci olarak; Nebil'in iki kez de aynı şekilde yakalanması, yani getirenini tanımadığı bir pusula sonrasında yakalanması. Yani aynı hataya iki defa düşmesi. Bunu anlamak mümkün değil. Diyelim ki ilk yakalanmasında böylesi bir pusula rol oynamıştır, ikinci kez aynı kişiden geldiği ima edilen nota tekrar inanarak, üstelik getiren kişiyi gözü tutmamasına rağmen istenilen yere giderek yakalanması ilk yakalanmada ki pusula iddiasını boşa çıkartmaktadır. Pek çok imkansız eylemden başarıyla sıyrılmasını bilen, pek çok eylemi kurgulayıp gerçekleştirme becerisine sahip birisinin, böylesi bir hatayı yapması düşünülemez. Birinci kez yapsa ikinci kez asla yapmaz. Bu çelişik bir durumdur.

           

“Aynı hataya iki defa düşmesi. Bunu anlamak mümkün değil.” Bu cümleyi kullanan kişi, ya okuduğunu anlamıyor, ya da anlamak işine gelmiyor. Anlatılan anıdan alıntı aşağıdadır.

 Ancak gelen kişiyi gözü tutmaz. Şüphelenir. Yazıyı gönderen kişiye zorla yazdırıldığı ya da gelen kişinin yerine polisin geçmiş olabileceğini düşünür. Gelen kişiyi eve alır, ancak kendisi bu şüphelerinden dolayı evde kalmaz. Üç gün sonra eve gelir. Temkinlidir. Bir süre evi gözetler. Polisin evi sardığını görür. Polis evin etrafında önlem almıştır. Ancak Nebil Polisin evin etrafında önlem aldığını bilerek sakin bir şekilde eve girer. Evde kimse yoktur. Evde polisin eline geçmemesi gereken belgeler ve başka bölgelerden kimlik düzenlenmek üzere gönderilen kimi yoldaşların fotoğrafları vardır. Eve girer girmez, belgeleri yakmaya başlar.” 

Tek kelimelik bir cümle var; Şüphelenir. (Yazıyı gönderen kişiye güveniyor, ama zorla yazdırıldığını ya da gelen kişinin yerine polisin geçmiş olabileceğini düşünür.) Kaldı ki ilk yakalanmasın da pusula gönderen kişiden dolayı yakalandığını düşünmüyor. İlkinde pusulayı gönderen kişiye güvenerek söz konusu yere gidiyor. İkincisinde ise şüpheleniyor. Ancak eve gitmek ve evin sarıldığını bildiği halde eve girmek zorunda kalıyor. Yani ikincisinde “gafil gezmiyor”, bilerek eve giriyor. Onu tanımadığınız için bu hareketinin nedenini anlamakta zorlanmanız benim için anlaşılabilir bir durumdur.(Bilinçaltınız öyle çalışıyor).

Pek çok imkansız eylemden başarıyla sıyrılmasını bilen, pek çok eylemi kurgulayıp gerçekleştirme becerisine sahip birisinin, böylesi bir hatayı yapması düşünülemez. Birinci kez yapsa ikinci kez asla yapmaz. Bu çelişik bir durumdur.” diyerek Nebil’in aslında eve girip, belgeleri yakıp, gene evden kaçabileceğini de farkında olmadan ifade ediyor. Evet, Nebil böylesine yiğit bir komünisttir. Sizce imkânsız olan eylemleri yapan birisidir O. Gerçek Komünistler sıradan insanların imkânsız zannettikleri şeyleri kolaylıkla yaparlar. Nebil temkinli olduğunu, kuş gibi oraya gitmediğini, bir süre evi uzaktan izlediğini, polisin ev civarında önlem aldığını fark ettiğini, söylüyor. Nebil bilinçli bir şekilde eve girmiştir. Tüm bunlar anı da (hikâyede değil) anlatılıyor. Ama nedense bunları okumuyor ya da okumak istemiyor. Hala kendi kafasındaki yere gelmeye çalışmak için zorluyor.  

“İkinci olarak, iki defasında da notu taşıyanlar Nebil Rahoma'yı nerede ve nasıl bulabileceklerini biliyor olmaları gerekir ki notu ona ulaştırabilsinler. Anlaşıldığı kadarıyla rutine bindirilmiş bir görüşme periyodu içerisinde gelmiş bir not değildir. Sürekli eylemlik içerisinde olan, aranan, ikincisinde ise cezaevinden kaçmış olan birisine, kolayca bulup not verebilmek kolay bir iş olmasa gerek. Eğer böylesi bir kişi Güneyden gelen herhangi ilişkisiz biri tarafından, rahatlıkla buluna biliniyorsa, polisin bulmaması mümkün değildir. O kişi, korunamıyor demektir. Nebil böylesi bir durumda, notu getiren kişiye 'sen beni nasıl buldun, kimler aracılığıyla buldun,' diye sorması gerekmez miydi?
Veya kendisinin kaldığı yeri bilen ve sınırlı sayıda olması gereken kişileri, yeni baştan gözden geçirmesi gerekmez miydi?
Hayır, iddiaya göre Nebil bunları yapmayı hiç düşünmemiş, hipnoz edilmiş gibi, notun içindekileri takip ederek yakalanmayı seçmiştir.”
 

Nebil’in nerede kaldığını sıradan insanlar elbette bilemez. O notu götüren kişi birinden talimat almadan nasıl oraya gelebilir. Ne güzel bir soru? Yanıt; not sıradan birinden değil, üst düzey birinden geliyordu. Sıradan birinin eline notu verip git onu İstanbul’da Nebil’i bul da ona ver denmiyordu herhalde.O üst düzey kişi(notu gönderen) elbetteki Nebil’i nerede bulacağı bilgisini de gelen kişiye vermiştir.” Nebil böylesi bir durumda, notu getiren kişiye 'sen beni nasıl buldun, kimler aracılığıyla buldun,' diye sorması gerekmez miydi?” diye fikir yürüten Öner ÖDEMİŞ’e şunu sormak gerekir herhalde, gelen not üst düzey birinden gelmişse, o not o üst düzey kişinin elyazısı ile yazılmışsa ve gelen notta gönderen kişinin  kod adı da yazılıysa Nebil adama “sen beni nasıl buldun, kim aracılığı ile buldun?” diye sorması ne kadar akla yatkın olurdu ? Gelen kişinin ağzı yok muydu? Ben de Ankara’ya 1977 yılının Ocak ayında Rıza’ya Mihrac’ın talimatıyla Kalaşinkof silah götürdüm. Ben Rıza’yı Rıza da beni tanımıyordu. Ama verilen adrese gidip o şahsı bulup emaneti teslim ettim. Anlaşılan Öner ÖDEMİŞ bu gibi işler yapmadığı için bunları anlamsı olası değil. Ben Rıza’yı rahatlıkla buldum. Ama polis aynı rahatlıkla Rıza’yı bulamadı.”

Öner ÖDEMİŞ sorularına devam ederek,”Veya kendisinin kaldığı yeri bilen ve sınırlı sayıda olması gereken kişileri, yeni baştan gözden geçirmesi gerekmez miydi?”diye tekrar soruyor.

Evet, Nebil ikinci olayda, getiren kişileri sorguluyor. Ve gereğini yapıyor. Yani adama güvenmiyor. İlkinde sütten ağzı yanmıştır. Dolayısı ile ikincisinde yoğurdu üfleyerek yemek istiyor. Ama eve zorunlu olarak girmek durumunda kalıyor. Ve yaralı yakalanıyor. Tam da Öner ÖDEMİŞ’in sorduğu gibi o da ilgili kişileri yenibaştan gözden geçiriyor ve bana sağmacılarda yaptığımız görüşmede, ilgili kişileri gözden geçirdiğini ve edindiği yargılarını söylüyor. Arkasından da kimseye güveni kalmadığını, kaçış başarısız olursa örgütsel ilişkilerden değil feodal ilişkilerden yeni bir kaçış planlamasından bahsediyor.

Öner ÖDEMİŞ sorduğu sorunun arkasından kendisi yanıtını vererek şöyle diyor; “Hayır, iddiaya göre Nebil bunları yapmayı hiç düşünmemiş, hipnoz edilmiş gibi, notun içindekileri takip ederek yakalanmayı seçmiştir.”

Böyle bir iddiada bulunan mı var? Nebil yukarıda söylenenin aksine hipnoz edilmiş gibimi davranmış? Yakalanmayı mı seçmiş? Öner ÖDEMİŞ yazılanları analiz etme ya çalışırken gene bilinçaltındaki savunma mekanizmasını çalıştırarak, kendini bu şekilde dışa vurmuş.  

“Nebil Rahoma'nın pusuladaki el yazısından bu pusulayı kimin yazdığını çıkardığını söylemek için, kod adı ile imzalanmış pusulada yer alan kod adını bilmemesi gerekmektedir. Eğer pusulada yazan ve gönderene ait olduğu söylenen kod adı Nebil Rahoma tanıyor ve kime ait olduğunu biliyorsa, yazıyı tanıyor muyum diye ayrıca düşünmesi çok gerekli gibi görünmemektedir. Eğer bu pusulayı gönderen kişi Nebil Rahoma'nın kendi yazısını tanıdığını biliyorsa, ki bilmesi düşünülür, neden ayrıda bir isim yazma gereği duymuştur? Kaldı ki, Nebil ancak yazıya bakarak pusulayı göndereni tahmin etmesi, kimden geldiğini bilmemesi demektir. Gönderenin kim olduğunu kod adından da değil, yazıdan çıkarmak zorunda kalıyorsa, pusulayı nasıl almıştır. Bu durumda pusulayı getiren de, pusulayı kimin gönderdiğini bilmiyor demektir. Bu kadar saçmalık içine Nebil Rahoma'yı oturtmak bana çok ilginç geliyor..” İlk cümleye bakalım “Nebil Rahoma'nın pusuladaki el yazısından bu pusulayı kimin yazdığını çıkardığını söylemek için, kod adı ile imzalanmış pusulada yer alan kod adını bilmemesi gerekmektedir.”

Yani hem el yazısını, hem de kod adını bildiğini ifade etmemesi gerekirdi, el yazısı başka ama kod adı doğru olsaydı o zaman mı el yazısını sorgulayacaktı? Ya da el yazısını zaten tanıyor o halde yazıyı gönderen kişi neden altına kod adını yazmış demeye mi getiriyor? Yazıyı gönderen kişi Nebil beni el yazımdan tanır o nedenle altına kod adımı yazmayayım diye düşünmesi gerekir diye düşünüyor herhalde Öner ÖDEMİŞ. Kısaca el yazısı ve de kod adının pusulaya yazılmasının mantığının olamayacağı ifade edilmeye çalışılmış bu cümle ile. Öner ÖDEMİŞ’in kullandığı son cümleyi kullanmak durumundayım, kendisi kusuruma bakmasın. Bu kadar saçmalık içine Nebil Rahoma'yı oturtmak bana çok ilginç geliyor..(Ayrıca Nebil’in soy adı RAHOMA değil Rahuma’dır.) 

“Bilinen basit gerçek pusula gönderimi, önceden pusulayı taşıyacak olanın ve yazanın alıcıyı bilmesi ve alıcının bunları bilmesi gereklidir. Bunları bilmeden üstelik taşıyıcıyı gözü tutmamış olmasına, kod adından bir sonuç çıkarmamasına rağmen pusula almak ve pusuladaki sözlere inanıp bir yerlere gitmek çok safçadır. Nebil Rahoma'nın bu kadar saf olduğuna asla inanmıyorum.” 

Tekrar söylüyorum, Nebil ilkinde inanmış ama ikincisinde inanmamış. İlkinde de inanmaması için hiçbir neden yok. Ama ikincisinde inanmaması için çok neden var. Nebil de bu nedenlerin gereğini zaten yapmış. İlkinde taşıyıcıyı gözü tutmamış diye bir ifade hiçbir yerde kullanılmamıştır. İkincisinde ise şüphelerini, kuşkularını, önlemini aldığını zaten kendisi söylüyor. Yani gereğini yapmış. Fakat gene her ne hikmetse Öner ÖDEMİŞ çaptırmaya baş vurarak, olayları birbirinin içine sokarak, bundan kendi kafasında ki doğrulara zemin hazırlamaya çalışarak zorlama bir analizle Nebil’in bu kadar saf olamayacağı sonucuna ulaşmış.

 

Üçüncü olarak; Diyelim ki pusulayı getiren veya yazan kişinin amacı Nebil Rahoma'yı yakalatmak ise, veya notu getiren kişi takibat altında ise ve amacı Nebil'i yakalamak ise, neden Nebil Rahoma'ya kaçması için üç gün zaman verir?
Neden notu getiren kişi ile Nebil Rahoma buluştuğu anda Nebil Rahoma'yı yakalanmaz?
İlk yakalanma da neden bir başka yere çağrılarak orada özellikle yakalanmak istenir?
O çağrılan yerin özelliği nedir ki, polis Nebil Rahoma'yı orada yakalamak ister?
İkinci yakalanmasında neden üç gün evden uzaklaşıp tekrar gelmesi beklenir ve sonra yakalanır?
 

Tüm bu soruların yanıtını polise sorun, öğrenin. Bu soruların muhatabı polistir. Kendi nedenlerini ve gerekçelerini doğal olarak polis vermelidir. Olayı anlatan yada anıyı yazan kişi   değil, aksi halde sizin yaptığınız gibi kendi kafanızdaki doğruları gerçeğe dönüştürme çabalarından, zorlamalarından başka bir şey ifade etmez. 

“Tüm bunların hiçbir mantıksal açıklaması yoktur. Bu anı sahibi 'ben bilemem, Nebil bana böyle anlatmıştı' diyerek bu çelişkilerden ve hiçbir olumlu mantığa oturmayan bu pusula olayının saçmalığından kendini sıyıramaz.
Yukarıda söylediğim gibi anılar gerçek olmak zorunda, gerçekler ise doğrulanabilir olmalıdır. 'Bu benim anım kimse karışamaz, Nebil Rahoma benim ile özel paylaştıklarını bir başka kişiyle paylaşmamış olabilir, bana anlattıklarının başkaca hiçbir tanığı olmaya bilir,' türünden açıklamalarla, iddia edilen şeyleri gerçekmiş gibi dayatmak, en iyimser bir yaklaşımla, niyet bozukluğudur.
Saygı duyulan Nebil gibi insanların isimlerinin arkasına gizlenerek, onların yaşamalarında değer verdikleri kişiler şaibe altında bırakılarak, geçmiş paylaşılamaz. Bu yapılan şeyin paylaşımla, ortak değerleri sahiplenmeyle ve yaşatmayla hiçbir alakası olamaz.
Bırakınız anılar temiz kalsın...."
 

Anıyı anlatan kişi olarak hiçbir zaman hiçbir yerde kendimi sıyırmaya çalışmadım. Benin adıma düşünüp siz karar veriyorsanız o başka. Ama ben hiçbir zaman yazdıklarımın arkasında durmaktan vazgeçmem, kendimi ucunda ölüm bile olsa doğruları söylemekten kaçınmam, sıyırmaya çalışmam.  

'Bu benim anım kimse karışamaz, Nebil Rahoma benim ile özel paylaştıklarını bir başka kişiyle paylaşmamış olabilir, bana anlattıklarının başkaca hiçbir tanığı olmaya bilir,' türünden açıklamalarla, iddia edilen şeyleri gerçekmiş gibi dayatmak, en iyimser bir yaklaşımla, niyet bozukluğudur.”
cümlesini nerede, ne zaman kullanmışım? Kime ne zaman ne dayatmışım? Böyle bir cümlemi kurmuşum ki bu cümleden hareketle niyet bozukluğu yargısına varmışsınız? Sizin için kullanmadığınız cümleler kurarak sizin hakkınız da iyi ya da kötü niyet yargılarına ulaşabilir miyim? Anlatılan gerçekler sizin gerçeğinize uymuyorsa bu sizin sorununuzdur. Benim değil.

 

Saygı duyulan Nebil gibi insanların isimlerinin arkasına gizlenerek, onların yaşamalarında değer verdikleri kişiler şaibe altında bırakılarak, geçmiş paylaşılamaz. Bu yapılan şeyin paylaşımla, ortak değerleri sahiplenmeyle ve yaşatmayla hiçbir alakası olamaz.
Bırakınız anılar temiz kalsın....

 

Kim Nebil gibi insanların isimlerinin arkasına gizlenerek, hangi değer verdiği insanları şaibe altında bırakmaya çalışmıştır. Var olan gerçekler mi?

 

TEKRAR ediyorum, bana Nebil’in anlattıkları doğrudur. Doğru değil desem de doğrudur. Dünyanın güneşin etrafında ve kendi etrafında dönmesi kadar doğrudu.

 

Erkan ULAŞAN.

Son Güncelleme: Pazar, 05 Nisan 2009 07:22