Şuanda 52 konuk çevrimiçi
BugünBugün489
DünDün2294
Bu haftaBu hafta6461
Bu ayBu ay40198
ToplamToplam10156753
antakyali semsi ozkan PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 07 Nisan 2009 20:23


Mihrac Ural hakkinda tarihsel degerlendirme

Tarih sondan başa doğru değerlendirilir. Önce bilinen olaylar çerçevesinde değerlendirme yapar, sonuçlara varırsınız. Sonra, bazen yıllar sonra, başka bir olay ortaya çıkar ve önceden yaptığınız değerlendirmeyi değiştirmeniz gerekir.   

Mihrac Ural konusunda da böyle oldu ve ortaya çıkan durum, “her metin yoruma tabidir”, “yoruma tabi olmayan metin yoktur” görüşünü bir kere daha doğruladı.  

Konuya, aylar önce bana çok sık sorulan soruyla başlayayım: “Bu adam 31 yıl sonra sana neden saldırıyor? Bunca zamandır aklı nerdeymiş?”  

Cevap olarak, aynı saldırının 1982’de de yapıldığını ancak sonuç alınamadığını söylemiş ve “1978’de saldırmadı, demek ilerisi için saklamış” yorumunu yapmıştım. Bu yorumun doğru olmadığı ortaya çıktı. O günlere dönelim:  

1977 Ağustos’unda hapishaneye girdikten bir hafta kadar sonra dışarıdaki Genel komite üyelerine bir mektup yazdım. Mektupta uzun bir takip sonucu yakalandığımız, poliste bana ve öteki yoldaşlara neler sorulduğu hakkında bilgi verdikten sonra yaklaşık şöyle yazmıştım:

“Operasyonun başında değil, sonlarına doğru yakalandım. Ancak başta Hürriyet gazetesi olmak üzere basın aleyhimde büyük bir kampanya açtı. Bu nedenle konunun araştırılmasını istiyorum ve bu araştırma süresince de örgütteki sorumluluklarımdan çekiliyorum.”

Ek olarak, hapishaneden kaçışla ilgili bazı ihtiyaçların teminini talep ediyordum.                    

Mektubu, maalesef iletebileceğim başkası olmadığı için, Avukat Cemil’e verdim ve kime iletmesi gerektiğini de söyledim. Ancak kendisi bunu yapmıyor ve dahası iki ay kadar sonra da mektubu polise yakalatıyor. (Mektup yastığının altında yakalanıyor).   

Bu mektup nedeniyle mahkememiz Isparta’ya kalkacak ve ben bu sorumsuzluk nedeniyle bir yıldan fazla gereksiz hapis yatacaktım. (Mahkeme Isparta’ya kalkmasaydı, sürgün geldiğim Isparta’dan Adapazarı’na gönderilecektim ve oradan kaçmak da kolaydı.)  

Aradan yaklaşık 9 ay geçti ve mahkemenin Isparta’ya kaldırılması nedeniyle Mihrac da bu cezaevine getirildi. Kendisinden mektubun ellerine ulaşmadığını öğrendim. Mektubun içeriğini yeniden anlattım. Bu içerik halen geçerliydi.  “Bunları bırakalım, bu mesele kapanmıştır” cevabını aldım.

Yıllar sonra bu cevabın “zamanı gelince konuyu kullanırız” anlayışıyla verildiğini düşünmüştüm. Öyle değilmiş!

1977 Ağustos yakalanmasının üzerinden çok az zaman geçtiği için kim nerede, saat kaçta ve nasıl yakalanmış, hangi ev ne zaman basılmış, bulunması son derece kolaydı. Araştırmanın yapılmasını da ben istiyordum.  O dönem Nebil’in durumunu bilmiyordum. Mihrac’ın araştırmaya yanaşmamasının gerçek nedeni şöyle imiş:

Eğer hakkımda araştırma yapılırsa Nebil de sessizliğini bozabilirdi. Ne söyleyebilirdi Nebil: “Ben de Mihrac’tan gelen el yazılı iki not nedeniyle yakalandım. Araştırılmasını istiyorum.”  Bunu dediği anda Mihrac’ın “bombası patlayacak”tı. Mihrac, bu nedenle, operasyonlar ve yakalanmalar konusunu tümüyle kapatmak istiyordu. Konu açılırsa, bu araştırmanın benimle sınırlı kalmaması kuvvetle muhtemeldi.  

Kısa süre önce Nebil’i yakından tanıyan bir arkadaşa, “Nebil o zaman neden konuşmadı:” diye sorduğumda, “Nebil’i bilmiyor musun” demişti. “Küser, içine kapanır, uzaklaşır ve kolay kolay konuşmaz.”    

Mihrac Ural polis ile anlaşarak Nebil’i yakalatmış ve bu durum da polis ifadesinde yer almamış. İfadenin gerçeği bu... Mihrac, Nebil kaçtıktan bir ay sonra ona yeniden not göndererek yeniden yakalanmasını sağlıyor. Nebil de bu bilgileri çocukluktan beri samimi bir arkadaşı dışında kimseye söylemiyor. Kimseye güvenmediğini belirtiyor ve yeniden kaçmak için feodal ilişkilerini aramayı bile düşünüyor. 

Gerçeğin bu olduğu maalesef yeni ortaya çıktı...

Sonraki gelişmeler de bu durumu doğruluyor.

Mihrac hapisten kaçtıktan kısa süre sonra Suriye’ye gidiyor. Tarih Ağustos 1980... Daha 12 Eylül bile olmamış... Bu ne acele...

Dahası, Suriye’ye gidişin daha önce planlandığı da ortaya çıktı. Ben Aralık 1980 sonunda Lazkiye’ye geldiğimde, Mihrac henüz 5 aydır bu ülkedeydi ve Cemil Esad ile ilişki iyice gelişmişti. İnsanlarımıza ev verilmiş, silah ve teksir makinesi sağlanmıştı. Desteğin arkası da gelecekti...  Bilmediğiniz bir ülkeye gidip beş ayda bu ilişkiyi sağlayamazsınız. Bu ülkeye gidiş önceden planlanmış ve gerekli bağlantılar da kurulmuş...   

Mihrac neden daha hapiste iken Suriye’ye gitmeyi planlıyor ve bu ülkedeki gerekli ilişkileri de kuruyor? 12 Eylül öncesinin Türkiyesinde kalıp mücadele etmek yerine neden hemen ülke dışına kaçıyor?  

Mihrac kaçıyor. Kendince haklı da... Zira bu kez yakalanırsa, MLSPB’nin ünlü itirafçısı Şemsi Özkan gibi televizyona çıkarılacak ve “teslim olun” çağrıları yapacak... Polis ile bir kere anlaşmış ve bunu gizlemiş... Ama artık 1978 yılında değiliz... Polis anlaştığı herkesi televizyona çıkarıyor ve konuşturuyor. Mihrac bundan kaçıyor...  

Kısa süre sonra Nebil öldürülüyor. Mihrac’ın derin bir nefes aldığına hiç kuşku yok. HDÖ’lüler “örgüt içindeki Mihrac’ın ajanı”nı öldürdüklerini sanıyorlar, gerçekte ise Mihrac’a büyük iyilik yapıyorlar.   

Ayhan Karmış, Cumali Ayhan’ın ağzından Mihrac’ın Nebil’i öldürdüğünü söyleyen kişiyi nasıl büyük bir samimiyetle karşıladığını anlatıyor. Sarılıp öpmüş, para da vermiş... İnsan çok sevdiğini söylediği birisini öldürene böyle mi davranır?

Mihrac davranır ve Nebil’in öldürülmesinden sonra da saldırganlaşır. Bir numaralı şahit öldürülmüştür ve 1978’deki polis işbirlikçiliğinin de artık ortaya çıkmayacağını düşünmektedir.   Mihrac’ın Nebil öldürüldükten sonra saldırılarında pervasızlaşmasının nedeni budur...  Ne çare ki, gerçek durum yıllar sonra Erkan Ulaşan’ın Nebil’in kendisine söylediklerini açıklamasıyla ortaya çıktı.  

Mihrac’ın bu açıklamanın ardından yaşadığı panik de başka bir gösterge... Nebil, ikinci kez kaçtıktan sonra, ondan emir almak için bütün tehlikeyi göze alarak cezaevinde ziyaretine gitmiş...Hangi cezaevi? Konya... Orada ben de vardım ve Nebil gelmemişti... 

Nebil’e kızmanın anlamı yok, biliyorum, ama şunu düşünmeden de yapamıyorum: Keşke o zaman konuşsaydı, bu örgütün 1978 sonrası tarihi farklı olabilirdi...  Ali Çakmaklı öldürülmezdi. Ona misilleme olarak öldürülen Nebil de muhtemelen yaşıyor olurdu. Örgütsel ayrılık yine olabilir ve Acilciler başka birçok örgüt gibi yine tarihe karışabilirdi. Ama örgütün içine devrimci kanı girmezdi. Örgüt, Muhaberat’ın uzantısı haline gelmezdi.   

Ah Nebil ah! Keşke zamanında konuşsaydın...

Keşke ben de “araştırma istiyorum” diye daha fazla ısrar etseydim...  

Mihrac’ın gerçek durumu 1978’de ortaya çıkardı ve bu örgütün de sonraki tarihi farklı olurdu... 

Yazık olmuş...

Son Güncelleme: Salı, 07 Nisan 2009 20:28