Engin Erkiner
Aynısını yaparak farklı sonuç beklemek... | |
Diğer Yazıları |
En yeni yazılar
Bugün | 677 | |
Dün | 1526 | |
Bu hafta | 3580 | |
Bu ay | 25400 | |
Toplam | 10235742 |
Konuk Yazılar
Filistin meselesi | |
Bütün Yazılar |
Reyhanlı katliamı ve rezilce işler |
Bu yazı İçişleri Bakanı başta olmak üzere hükümet yetkililerinin açıklamaları ve bunlardan hareketle gazetelerin internet sayfalarında çıkan haberlere dayanılarak yazılmıştır. Eğer bu bilgilerin hepsi yanlış ise –hiç sanmıyorum- yazıda varılan sonuçlar da kaçınılmaz olarak yanlış olacaktır. Önce internette dolaşmayı sevmediğim için küçük bir bölümüne şahit olduğum sanal alemdeki yorumlardan başlayayım. İnsanlar özellikle facebook’ta akıllarına ne gelirse yazıyorlar. Daha ortada doğru dürüst bilgi yok iken senaryolar uyduruyorlar. Bu senaryolar gerçekte içerdeki korkuyu bastırma senaryoları… Örneğin bu eylemi ÖSO yapmış mı diyeceksiniz ya da öyle olmasını mı istiyorsunuz; aradıktan sonra senaryo bulunur: Sınırda ÖSO denetimi vardır, buradan Suriye’de hükümet yanlısı olanların Türkiye’ye geçmesi mümkün değildir. Demek ki… Yazanın aklına patlayan arabaların Suriye’den gelmediği, içerden olduğu gelmiyor. Kendi düşüncesini kendince haklı çıkarmak ve bunu da başkalarına göstermek için hemen bir senaryo uyduruyor. Gazetelerdeki durum çok mu farklıydı? Arabalardan birisi Suriye plakalı, arabalar Yayladağ sınır kapısından geçti gibisinden haberler okuduk. Gazetecilerin bir bölümü de uydurmacılıkta sanal alemdekilerden geri kalmıyorlar. Bu senaryoların ömrü bir gün bile olmadı. Umarım yazanlar yaptıklarını hemen unutmazlar ve biraz olsun ders çıkarırlar. Yeterli bilgi olmadan senaryo hazırlamak yanlıştır, kendinizi kandırmaya çok meraklıysanız orası başka tabii… İkinci konu olarak eylemin yapılışına geliyoruz. İnanılmaz derecede acemice bir eylem, öncelikle bunu belirtmek gerek… Arabalar Hatay’da satın alınıyor, atölyelerde gerekli tadilat yapılıp patlayıcı yerleştiriliyor ve götürülüp infilak ettiriliyor. Böyle bir eylemin ardından yakalanmamak mümkün değildir. Bu tür eylemlerde kullanılan arabalar çalınır, satın alınmaz. Küçük yerde araba çalarsanız, kısa sürede yakalanırsınız. Araya büyük kentte çalınır, plakası ve evrakları değiştirilir ve küçük yerleşim biriminde kullanılmak üzere getirilir. Çevredeki en yakın büyük kent Adana ve sonra Antep… Demek ki eylemi yapanlar yerel bir örgütlenme, büyük yerde araba çalıp küçük yere getirebilecek organizasyona sahip değiller. Her arabanın kimliği sayılan şasi numarası vardır. Bu numara araba evrakına da işlenir ve araba infilak ederek parçalansa bile bu numara bulunur. Bildiğim kadarıyla en son ABD’de Oklahoma’da bir hükümet binasına yönelik olarak düzenlenen araba eyleminde, eylemci arabanın şasi numarası bulunarak yakalanmıştı. Bu numara bulundu mu arabanın sahibi bulunur. Arabasını kısa süre önce satmış ise, kime sattığı hakkında bilgi verir ve Hatay büyük yer değil, arananlar da kısa sürede bulunabilir. Eylemi yapanların bu kadar baştan savma davranmaları bende bunların deneyimli kişiler olmadıkları ve eylemin de acele yapıldığı düşüncesini uyandırdı. Bazı gazetelerde çıkan “Hedef Ankara mıydı?” sorusu anlamlı bir sorudur. Asıl hedefin Ankara’da bakanlıklar olması mümkündür. Bunun yapılamayacağı anlaşılınca aceleyle –eylemcilerin politik görüşü açısından bile- saçma sapan bir eylem yapılmıştır. Yapılan bir Sünni katliamıdır, başka bir şey değil… Suriye’deki olaylarla hiç ilgisi olmayan insanların farklı mezhepten oldukları için öldürülmesidir. Eylemcilerin amacı hükümetin Suriye politikasını protesto etmek ise arabaları valilik, kaymakamlık gibi resmi binaların önünde de patlatabilirlerdi. Muhtemelen bu binaların önünde dikkat çekeceklerini düşünmüş ve acele olarak eylemi yapmışlardır. Yapan kişiler ne oranda politiktir, bilmiyorum, ama fazla politik olmadıkları da ortada… Yerel bir örgütlenme, acemice örgütlenmiş bir eylem ve tahminime göre de telaşa kapılarak yapılmış bir katliam… Mihrac Ural’ın kısıtlı yeteneklerini, sallapati iş yapma özelliğini bildiğim için eylemdeki bu özellikleri kendisine gayet uygun buluyorum. Kendisi Türkiye’de bulunduğu yıllarda kayda değer bir askeri eyleme girmemiştir. Bazı gazetelerde çıkan, “çok sayıda eyleme girmişti” haberi gerçek dışıdır. Biraz eylem tecrübesi olan bir insan bu kadar acemice ve sorumsuzca davranmaz ve böyle davranacak insanlarla da eylem düzenlemeye kalkmaz. Yeteneksiz ve özensiz bir insanın kendi özelliklerine uygun eylem insanları bulması normaldir. Bazı gazetelerde sanıkların bu işi para karşılığı yaptıkları iddia ediliyor. Mümkündür, zira yukarıdaki çıkarsamalar kapsamında düşünürsek böyle bir eylemi politik insanların yapması zayıf bir ihtimaldir.
SABAH GAZETESİYLE SÖYLEŞİ
Sabah gazetesinden Erhan Öztürk ben ve İbrahim Yalçın’dan Mihrac Ural ile ilgili bilgi istemiş, bunu kendisine iletmiştik. İlgili yazı bugünkü Sabah gazetesinde “Baş şüpheli, Acilci Mihrac Ural” başlığı ile yayımlandı. Yayınlanan bilgilerde birkaç yanlış bulunuyor, bunları belirteyim:
Birincisi; Mihrac Ural on değil, beş devrimcinin katilidir. Bunları adlarıyla belirttik: Ali Çakmaklı, Hanna Maptunoğlu, Müntecep Kesici, Zihni Alan ve Gökhan Sac. Bunların dışında Nebil Rahuma’nın İstanbul’da öldürülmesinde katkısı vardır. İkinci olarak; Mihrac Ural 1980 yılı Ağustos ayında Adana Cezaevinden sahte tahliye ile kaçtıktan kısa süre sonra Suriye’ye gitmiştir. Gidişinden altı ay sonra Cemil Esad’ın emriyle bu ülkenin vatandaşı yapılmıştır. Üçüncüsü; 10 Mart 1978’de yakalanmasının banka soygunuyla doğrudan ilişkisi yoktur. Yazıda bir de eksik bulunuyor: Babası Zeki Ural, Hatay’ın Suriye’ye bağlanması için çalışan Uruba örgütü militanlarındandır. Okur, Mihrac Ural’ın Uruba örgütünün Suriye sorumlularıyla birlikte çekilmiş fotoğraflarını, kendisi ve Acilciler hakkındaki öteki bilgiler için aşağıdaki bloglara bakabilir:
www.thkp-c-acilciler.blogspot.com
www.thkp-c-acilciler-tarih.blogspot.com
www.nebilrahuma-tarih.blogspot.com
Abdullah Öcalan’ın Mihrac Ural ile ilgili olarak söyledikleri konusunda bu sitede yayınlanmış yazıyı da aşağıda aktarıyorum.
|