Şuanda 35 konuk çevrimiçi
BugünBugün800
DünDün2801
Bu haftaBu hafta7321
Bu ayBu ay28323
ToplamToplam10190377
Bir hayat tarzı olarak Che PDF Yazdır e-Posta


   Örnekleri azdır, ama insan bazan sonuna kadar ilerlemekte ısrar ettiği hayat çizgisi nedeniyle simgeleşir. Che, böyledir. Hayatında başarıdan çok başarısızlık var, ama sonuçlarından bağımsız olarak yaşadıklarının kendisi onu O yaptı.

   Che’yi yaratan Küba devrimidir. Yoksa Che, Arjantinli sosyalist bir doktor olarak kalırdı. Latin Amerika’yı dolaşmış, halkın yoksulluğunu ve ülkelerin ABD’ye bağımlılığını görmüş, Guatemala’da reformcu Arbenz hükümetinin CİA desteğinde devrilmesini izlemiş, parlamenter yoldan ve seçimleri kazanarak hükümet olunabileceğine, olunsa bile ABD çıkarlarına karşı ulusallaştırma gibi uygulamalara başlar başlamaz iktidarda kalınamayacağına inanan, silahlı mücadeleyi savunan, ama bunun nasıl verilebileceğini de bilmeyen birisi olarak kalırdı. Meksika’da önce Raul sonra Fidel Castro’ya rastladı. Granma ile Küba’ya çıkacak gerilla grubunun doktoru olarak kabul edildi ve astımına rağmen iyi bir askeri eğitim gördü.

   Burada Che’nin önemli bir özelliği görülür: İnançları için hayatını ortaya koyabilmek. İyi rastlantılar yetmez, onları değerlendirebilmek gerekir. Che, emperyalizme karşı savaşmak, bu savaş içinde yeni bir toplum ve insan yaratmak istiyordu. Ölebilirdi, aldırmadı. Kendini Küba devrimiyle özdeşleştirdi. Başarıya ulaşacak ya da o adada ölecekti.

   Simyacıda (1) söylenen “Kişisel Menkıbesi’ni gerçekleştirmek“ işte budur. Daha doğrusu gercekleştirmeye teşebbüs etmek. Bunun için önce cesaret gerekir. Seni oluşturan dünle bağlarını koparabilme cesareti.

   Granma ile Küba’ya hareket etmeden önce Che’nin kopması gerekenler, zaten hiçbir zaman ciddiye almadığı “iyi bir meslek“ ve “toplumda iyi bir gelecek“ten ibaret değildi.

   Che, Ağustos 1955’de bir süredir birlikte olduğu Perulu politik mülteci Hilda Gadea ile evlenir. Gadea hamiledir ve Şubat 1956’da bir kızları olur. Che dokuz ay sonra, Kasım 1956’da Granma ile belirsiz ve tehlikeli bir gelecek için yola çıkar.

   Hilda, bir keresinde, Che’nin “küçük Mao’m“ dediği kızıyla şöyle konuştuğunu duyar:

“Sevgili küçük kızım, küçük Mao’m, ne kadar zor bir dünyada yaşayacağını bilmiyorsun. Sen büyüdüğünde, tüm kıta belki de dünya büyük düşmana, Yankee emperyalizmine karşı savaşıyor olacak. Sen de savaşmak zorunda kalacaksın. Ben belki artık burada olmam, ama mücadele tüm kıtayı sarmış olacak.“

   Che için en önemlisi inandığı fikirlerdi. Birçok Latin Amerika ülkesini herhangi bir düşünceye bağlanmadan dolaştı. İnanıp bağlanacağı ve uğrunda herşeyini ortaya koyacağı bir düşünce arıyordu. Buna nispeten geç karar verdi. Sosyalist olduğunda 26 yaşındaydı. Sadece ABD emperyalizminden nefret ettiğinden ya da gördüğü Latin Amerika ülkelerinde halkın korkunç yoksulluğundan etkilendiğinden değil, yeni bir dünyaya ve yeni bir insana inandığı için sosyalist oldu. Varlıklı bir ailenin çocuğuydu. İyi bir eğitim görmüştü. Doktor olarak, yoksul halka başka türlü de yararlı olabilirdi. O savaşmayı seçti. Dünyayı olabildiğince hızlı yoldan değiştirecek, bu süreçte kendisi de değişecekti.

   Dönem bu düşünceler için uygundu. Sosyalizmin prestiji yüksekti. Afrika ve Asya’da dünün sömürgeleri bağımsızlıklarını kazanıyor ve zor koşullar altında da olsa emperyalizmle aralarına mesafe koymaya çalışıyordu. ABD her tarafa, özellikle Güney ve Orta Amerika’ya saldırıyordu. Emperyalizm insanlığın ilerlemesinin  önündeki en büyük engel olarak görülüyordu. Bu o kadar açıktı ki, insanları -sosyalist olmasalar bile- emperyalizme karşı mücadele etmenin gerektiğine inandırmak için fazla çaba harcamak gerekmezdi.

   Bu ortam, inanmak ve inandığı için herşeyini ortaya koymaya hazır bir insan için çok uygundur. Ne meslek, ne aile, ne evlilik ne de çocuk tutamaz onu. Önce kafasındaki düşünceler vardır, gerçekleşmeleri için herşeyini ortaya koyduğu düşünceler. Onlar için mücadele birçok bağı koparmasını gerektirir, ama böyle yapmazsa da kendine yabancılaşacaktır. İnsan kendini sevemedikten, yaptıklarına saygı duyamadıktan sonra başkalarını sevmesi ya da onlar tarafından sevilmesi neye yarar?

   Bu insan oturamaz, duramaz, içindeki büyük huzursuzluk onu hep iter. Gider, gidebileceği yere kadar gider. İstediği de budur zaten.

   Benzer bir durum 1965’te Küba’da tekrarlanır. Che 37 yaşındadır. Küba devriminin önderlerinden bir tanesi, Sanayi Bakanı, ikinci eşi Aleida’dan dört çocuk sahibi, çeşitli ülkelerden konuşmacı olarak çağrılan, dünyaca tanınan bir kişidir O. Kazanmış, istediklerini yapmakta önemli adımlar atmıştır. Ama duramaz, “uslanmaz“.

   Sosyalist ülkeleri dolaşmış ve yeni insanın yaratılmasi için yapılanları beğenmemişti. Küba ilk adımdı ve kendi başına kaldığında fazla anlam taşımazdı. Bağımsız bir deneye girişemeyecek kadar küçük ve ABD’ye çok yakındı. SSCB’nin çizgisinden fazla ayrılamazdı. Che, Küba’da devrimin öncülerinden biriydi ama, o devrimde kendini yeterince bulamadı. Gidecekti. Bütün köprüleri yıktı. Küba vatandaşlığından çıktı. Adadan ayrılmasından altı ay sonra Fidel Castro tarafından açıklanan bir veda mektubu bıraktı. Herhangi bir kişi değildi Che. Başka ülkelerde emperyalizme karşı savaşırken Küba ile yasal bağının olmaması gerekirdi. Bu, Kongo örneğinde olduğu gibi, Küba yönetimi tarafından desteklenmediği anlamına gelmiyordu. Beklenmeyen bir durumda eyleminin Küba yönetimini zor durumda bırakmasını istemiyordu. Zordu, ama geri dönebilirdi de. Fidel, kararı ne olursa olsun O’nu destekleyeceğini açıklamıştı. Dönmek istemedi. (2)

   Guevara’nın kızlarından biri, geçtiğimiz aylarda yapılan bir söyleşi sırasında, babasının o çok küçükken gittiğini ve evdeki son akşamlarından birinde annesine, “istersen sevdiğin bir erkeğe kahve ikram edebilirsin“ dediğini ve annesinin de buna tepki gösterdiğini açıkladı. Guevara, Küba ile bağlarını sadece diplomatik nedenlerle kesmedi. Gidiyordu ve dön(e)meyecekti. Bunun sevindirici olmasa da hüzünlü bir ayrılık olduğunu sanmıyorum. En azından Che yönünden…

   Che’nin Nazım Hikmet’te özellikle sevdiği iki mısra vardır:

“ve yalnız

yarım kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim.“ (3) 

   Şiirin adının “Karıma Mektup“ rastlantı mıdır, bilinmez, ama bir hayat tarzı olarak Che bu sözlerde ifadesini bulur: ne kadar yaparsan yap, sonunda yine yarım kalmış bir şarkının acısı kalır. Yapılması gerekenler hiç bitmez.

 

*

 

   Che’nin katıldığı Küba devrimi dışında başarısı yoktur. Devrim ordusunun önde gelenlerinden biriydi. Devrim sonrasında da Küba’nın sosyalizme yönelmesinde etkili oldu. Küba’da kalsaydı başarıları kuşkusuz sürerdi, ama önemli bir iç acısıyla birlikte. Yeni insan böyle yaratılamazdı ve Küba’nın da fazla seçeneği yoktu.

   Bürokrasinin kaldırılması konusunda Che varken başlamış ve sonra da sürdürülmüş uygulamalar başarılı olamadı. Bürokrasiye karşı önlemler daha fazla bürokrasiyle sonuçlandı. (4)

   Bugünkü Küba insanı yıkılan sosyalist ülkelerdekinden biraz farklıysa eğer, bu izlenen bilinçli politikadan çok, tarihsel ve coğrafi nedenlerin sonucudur. Küba’da kültürel süreklilik öteki sosyalist ülkelere göre daha fazladır. Devrim öncesi yazarlar ve aydınlar önemli oranda anti-emperyalist olduklarından, devrim sonrasında birçok konuda yeniden üretim gerekmedi. (5) Kültürel birikim yılların ürünüdür ve Küba halkı bu konuda oldukça sağlamdır. Coğrafi olarak ABD’ye çok yakın olmak ve bazen aptallık boyutlarında sürüdürülen ABD ambargosu, Küba halkına “ya bağımsız oluruz, ya da sömürge“ ikileminin dışında başka bir yol olmadığını gösterdi. Küba’da sosyalizm bağımsızlık dahil başka birçok konuyla içiçedir. Küba’da sosyalizm devrim öncesinden çok şey almıştır (Jose Marti’nin bugünkü Küba’daki konumunu hatırlamak bile yeter). Küba’da sosyalizmin daha sağlam olması bu nedenledir.

   Che’nin emperyalizme karşı savaş stratejisinin de önemli bir başarı kazandığı söylenemez. Çeşitli ülkelerde çok sayıda örgüt ortaya çıktı, çarpıştılar, ama sonuç alamadılar. Che, Kongo’da başarı kazanamadı. Asıl önemli olan, Latin Amerika ülkelerindeki başarısızlıktır.

   Küba devriminden sonra, bir grup silahlı insanın dağa çıkmasının ardından ayaklanmanın geleceğini düşünenler yanıldıklarını çabuk anladılar. Costa Rica örneğindeki gibi acı sonuçlar yaşandı, gerillaların tümü imha edildi.

   1960’lı yillarin başlarında Küba yönetiminin de desteklediği, Peru’da Hugo Blanco önderliğindeki kır gerillası başarılı olamadı. Arjantin’de bir gerilla hareketi oluşturulmaya çalışıldı, yine sonuç alınamadı. Che’nin Bolivya yenilgisinin ardından Inti Peredo hareketi sürdürmeye çalıştı, ama olmadı. Latin Amerika ülkelerindeki komünist partiler büyük oranda gerilla hareketlerine karşı tavır aldilar. Venezüella dışında gerillalar kentlerle bağı kopuk, kırsal alanda tecrit olmuş gruplar olarak kaldılar. Venezüella’da Douglas Bravo, KP’nin muhalefetine rağmen, kır ve kenti birleştiren bir silahlı mücadele hareketini uzun süre yürüttü. Ülkede nüfusun çoğunluğu kentlerde bulundugundan gerilla savasinda, başlangıçtan itibaren, kentin varlığı olmazsa olmazdı. O yıllarda Türkçe’de de yayınlanan “Birleşik Devrimci Savaş“ adlı kitabında Bravo aynı adlı stratejisini anlatır. (6)

   Kır gerillasının başarısızlığının ardından kent gerillası geldi. Brezilya’da Carlos Marighella mücadeleyi fazla sürdüremedi, ama Uruguay’da Tupamaros önemli bir gelişme gösterdi. Sonuç yine yenilgiydi.

   Gerillaların yenilgisi Latin Amerika ülkelerindeki komünist partilerin haklı olduğu anlamına gelmiyor. Gerillalar başarılı olamadi, KP’ler başarılı mı oldu? Gerillalar yenildi, Şili’de seçimleri kazanan Allende’nin başına başka bir şey mi geldi? Fidel Castro şunları söylerken haklıdır:

   “Ben her zaman, başarı ya da başarısızlığın, bir kavramın doğru olduğunun kanıtı olmadığını söylüyorum. Ben, bizim savaşımız sırasında ölebilirdim, birçok kez buna kıl payı kalmıştı. Eğer ölseydim, birçok insan benim yanıldığımı söyleyecekti. Sanıyorum, ben yaşamımı yitirsem dahi yanılmadığıma ve yolumuzun doğru olduğuna inanıyordum. Ama önceden görülemeyen birçok etken, rastlantılar da dahil olmak üzere önemli rol oynuyor.“ (7)

   Yenilgi yanlışlığı göstermez, doğruluğu da göstermez kuşkusuz. O kadar yenilgiye karşın, dünyanın bu bölgesinde solun en önemli politik başarılarında silahlı mücadelenin imzası da vardır. Nikaragua devrimi silahlı mücadeleyle başarıya ulaştı. Devrim varlığını sürdüremedi, ama bu devrimin olmadığı anlamına gelmez. El Salvador’da yıllarca silahlı mücadele veren örgütler, bir dönem hükümete ortak oldular. Meksika’da en azından bir bölgede denetim sağlayan Zapatistaları da unutmamak gerekir.

   Che, Bolivya’da acele etti, burası açıktır. Her adımını zamanında ve iyi hesaplayarak atsa bile, başarısız olabilirdi. Buradan hareketle silahlı mücadelenin yanlışlığı sonucuna varılamaz. Hele de “koşullar olgunlaştığında silahlı mücadele elbette gereklidir“ diyen, ama bu aşamaya asla ulaşamayacak olanların bu konuda konuşmaya hiç hakkı yoktur. 

 

*

 

   Yıllar önce Çetin Altan’ın bir yazısını okumuştum. Che ile Ho Chi Minh’i karşılaştırıyordu. Ho Chi Minh ve Giap Vietnam devriminin iki önderidir. ABD’yi büyük bir yenilgiye uğrattılar. Emperyalizme karşı mücadelede Che’den daha başarılıdırlar. Çetin Altan, buna rağmen Che’nin posterlerinin birçok gencin odasında asılı olmasını, ama Ho’ya pek rağbet gösterilmemesini medyaya bağlıyordu. Che başarısız olduğu için bu kadar şişiriliyordu. O’nun yolu izlenerek emperyalizme karşı savaşılamazdı. Ho bu nedenle geri plana atılıyor, Giap adı bile anılmıyordu.

    Che’nin Ho Chi Minh’e göre daha az başarılı olmasına karşın daha çok tanınması medyaya bağlanamaz. Che’nin başka bir özelliği var: O alternatifi temsil ediyordu. Hem kapitalizme, hem de varolan sosyalizme karşı. Giyiminden toplantılardaki davranışlarına kadar herşeyiyle farklıydı O. Che’nin -genellikle sosyalist olmasalar da- toplumdaki birçok kurala ve uygulamaya karşı çıkan gençlere çekici geldiği söylenebilir. Yüzeysel bir çekiciliktir bu. Che alternatifçilik oynamıyordu. Farklı giyinerek topluma karşı çıktığını ve büyük bir iş yaptığını sananlardan değildi. O’nun alternatifi büyüktü. Ciddiydi. İnançları için hayatını ortaya koyabiliyordu. Çok yönlüydü. Savaşçı, teorisyen, ekonomik alanda yönetici, doktor…

   O bir hayat tarzıydi. İstemekle yapmaya çalışmanın arasında ayrımın bulunmadığı bir hayat tarzı. Büyük istemek ve onları yapabilmeye cesaret edebilmek… Che’de en fazla anlaşılması gereken budur. Öğrenilmesi gereken demiyorum, çünkü bu özellik öğrenilmez. Anlaşılır ve yapılır ya da yapılamaz.

 

Notlar:

1. Simyacı – Paulo Coelho, Can Yayınları.

2. Gecenlerde ARTE kanalinda Latin Amerika’da gerillalarla ilgili olarak yayınlanan bir programda, Che Bolivya’da olduğu sırada KP Genel Sekreteri olan kişi bir toplantıda konuşurken gösterildi. Che’nin Küba’ya dönmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle Bolivya’da maceraya atıldığını söylüyordu. Zeki ama akıllı olmaktan çok kurnaz bir yüz ifadesi vardı. “Komünistler önce birbirlerine karşı kurnazdır“ belirlemesini doğrular gibiydi.

3. John Lee Anderson, A Revolutionary Life, Bantam Press. Yeni yayınlanan bu kitap, Che’nin en iyi biyografisi olarak kabul edilmektedir.

4. Küba: Krizdeki Devrim, Yazın, sayı: 73.

5. Küba Yazarlar Birliği Başkanı W. Leyvai le Söyleşi, Yazın, sayı: 54.

6. Douglas Baravo, yine ARTE’nin Latin Amerika’daki gerillalarla ilgili yaptığı bir programa konuk oldu. Yaşı 50’nin üzerinde ama halen politik mücadelede yeralıyor. Sendika örgütlenmesinde çalışıyor. Programda, kendisini “sağcı ya da solcu olarak değil, alternatif bir kişi olarak“ tanımladığını söyledi. Yorulmuş gibi değil, oldukça dinamik bir uslüpla konuşuyordu. 25-26 yıl önce kitabını okuduğumuz, Mahir Çayan’ın “Birleşik Devrimci Savaş“ formülasyonunu aldığı adam. Bugünkü çizgisi için ne derseniz deyin, hâlâ sol için mücadele ediyor. Marighella kısa süren şehir gerilla savaşına 50 yaş civarında başlamıştı. O dönemin mücadele psikolojisi, koşulları daha iyiydi kuşkusuz, ama Bravo örneğinde görüldüğü gibi, sürdüren sürdürüyor.

7. Fidel Castro: Che Üzerine, Yazın, sayı: 54.

  

 

(*) Avrupa’da ve Türkiye’de Yazın, Sayı: 77, Eylül, 1997