Şuanda 27 konuk çevrimiçi
BugünBugün948
DünDün2214
Bu haftaBu hafta9683
Bu ayBu ay30685
ToplamToplam10192739
Devrimci Yol'un hatırlamak istemediği provokasyon PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 28 Haziran 2015 09:53


1980 öncesinde Devrimci Yol bünyesinde bulunan değişik kişilerle yapılan söyleşilerin yer aldığı Tarihle Söyleşiler dizisi sürüyor. Dizinin ikinci kitabında da o dönemin DY’undan kişilerle yapılan neredeyse bütün söyleşilerde yer aldığı gibi Acilciler’den söz ediliyor.

Normal bir durum çünkü onlar da biz de Ankara doğumlu örgütleriz. İki örgüt de THKP-C kökenlidir ve bu nedenle de 1975-76 döneminde yer alan ve sonraki yıllarda da devam eden sürtüşmeler normaldir.

Bu gerginlik –başka yazılarda da belirttiğim gibi- aramızda silahlı çatışmaya dönüşmedi. O günlerin ortamında böyle bir gelişme kolayca ortaya çıkabilirdi, çıkmadı. Demek ki iki taraf da dikkatli davranmış.

Arkadaşların Acilciler ile ilgili olarak olumsuz değerlendirmeler yapması normaldir. Tersi bir tutum garip olurdu. DY’un Acilciler’e göre ne kadar büyük bir örgüt olduğunu vurguluyorlar ki, doğrudur. Aradan 40 yıl geçtikten sonra bile Türkiye Devriminin Acil Sorunları (TDAS) ve Acilciler olarak bilinen insanlardan söz etmek zorunda kaldıklarına göre, o dönem ne kadar etkilendikleri de belli oluyor.

Bunlar normaldir. Normal olmayan bazı yanlış hatırlamalar ya da daha açık bir deyimle uydurmalardır. Bu yazıda ek olarak Devrimci Yol’un hatırlamak istemediği ve başrolünü Nasuh Mitap’ın oynadığı, “İlker şizofrenidir, ruh hastasıdır” konusundan söz edeceğim.

İkinci kitabın başında Halil İbrahim Arı ile söyleşi yer alıyor. Ankara’da öğrenci hareketinde yer almadığım için ne SBF’ye ne de Basın Yayın Yüksek Okulu’na gitmedim. Bu okulda 1975-76’da o dönem AYÖD (Ankara Yüksek Öğrenim Derneği) bünyesinde yer alan sonraki DY’lilerle aramızda sürekli çekişme vardı. Halil İbrahim Arı da Ankara’dan…

Şöyle diyor:

 

“… Onlar çok ciddi bir karalama kampanyası yürüttüler, provokasyon da yaptılar aynı zamanda. İyi hatırlattın bana onları. Böyle bizimle birlikte yer alan, tavır alan arkadaşları çekip gizli hücre evleri şeklinde evlere götürerek ‘Örgütlenme gizli olmalıdır, böyle açık örgütlenme içinde olmamalıdır, bu örgütlenmeler bizim legal yapılarımız olabilir ancak.’ diye çok esrarengiz bir örgütsel yapı varmış havasında bu arkadaşlarla konuşuyorlardı. ‘Esas örgüt biziz, biz temsil ediyoruz Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesini.’ diye lanse etmeye çalışıyorlardı.

Bu tür girişimler, konuşmalar çok mide bulandırıcı, sıkıntılı bir hal alınca Siyasal Yurdunda ve okuldaki bir toplantıda bu grupla bizim bir tartışmamız oldu. Nasuh vardı orada ve Nasuh onların canına okudu, bir anlamda susturdu hepsini de.” (S. 50)

 

Yukarıdaki paragrafta açıklanacak dört nokta bulunuyor:

Birincisi: “Bunların THKP-C ile ilgisi yoktur” saptamasıyla karalamanın hiçbir ilgisi yoktur. Gerçeği söylüyorduk ve böyle olduğu da daha sonra ortaya çıktı.

İkincisi: O okuldaki bazı arkadaşlar AYÖD’lü bazı kişilerle evde konuştular mı, bilmiyorum. Konuşmuşlarsa bile, bu ev Küçükesat’taki bir öğrenci evidir. Halil İbrahim Arı her evi hücre evi sanıyorsa bilemem tabii…

Üçüncüsü: provokasyon denilen olay şu olsa gerektir. Siyasal kantininde AYÖD’den Faruk adlı bir kişi “bunlar hepinizi dağa çıkarıp öldürtecek” diye konuşuyor. Rıza ve yanındakiler de bunu dövüyorlar. Olay daha sonra biraz daha tırmandı ama daha ileriye gitmedi. Provokasyon dediği bu olsa gerektir. Ben o sırada Ankara’da değildim, olsaydım Nasuh’u bulur konuşurdum. (1970’den tanıyordum). “Eleştiri bir şeydir, bu tür laflar başka bir şeydir. Çatışma bir başlarsa durdurmak zor olur” derdim. Bizim yaptığımızın savunulacak tarafı bulunmuyor, ama bu olay da birdenbire olmadı.

Dördüncüsü: Teorik tartışmada da bulunmadım, ama ayrıntılarıyla biliyorum.

Tartışma o sırada SBF bünyesinde yer alan Basın Yayın Yüksek Okulu’nda gerçekleşiyor. Düzenlenen toplantıda Rıza, TDAS’tan belirli bölümler okuyor ve açıklıyor. Toplantıda Nasuh da bulunuyor ve tek kelime söylemiyor. Nasuh teorik düzeyi geri bir arkadaştı, alt düzey militanlar arasında konuşabilir ama orada herkesin önünde konuşamazdı. Ve zaten iç teorik çalışmalarınızda da TDAS’ın belirli bölümlerini “bizim görüşümüz” diye okuduğunuzu biliyoruz.

Toplantı hakkında ayrıntı da vereyim, İbrahim Arı belki daha iyi hatırlar…

Toplantıya biz de kalabalık katıldık. Az kişi katılsak DY olay çıkarır ve bu da genel çizgisidir. Toplantıya katılanlardan Süleyman durumu şöyle anlatmıştı:

“Hava çok sıcak, içerisi de basık, uykum geliyordu. Rıza da monoton bir sesle metni okuyordu. ‘Emperyalizmin bunalımı geri bıraktırılmış ülkelere şiddetle yansır’ cümlesinde şiddetle kelimesini bağırarak söyleyince yerimden sıçrıyordum.”

Nasuh Mitap dinler ve gider. Daha sonra AYÖD’lüler arasında değerlendirmeler yapmış olabilir, bilemem.

Geldik 1976 yılında Beylerderesi’nde İlker Akman, Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş’in silahlı çatışmanın ardından öldürülmeleri sonrasında Ankara’da Nasuh Mitap’ın başını çektiği provokasyon konusuna…

Halil İbrahim Arı o yıl Ankara’da olduğuna göre bunu iyi hatırlaması gerekir.

“İlker Akman şizofreniydi, ruh hastasıydı” söylemi İlker’in bir dönem çalıştığı TMMOB kaynaklıdır. Kimden çıkmıştır, bilmiyorum; önemli de değil… İlker de o dönem TMMOB’de bulunanlar gibi mühendisti ve onların aklına göre ODTÜ mezunu bir mühendisin silahlı mücadeleye yönelip orada hayatını kaybetmesi ancak “şizofren” ve “ruh hastası” olmasıyla açıklanabilirdi.

1960’lı yılların son döneminde ve 1970’li yılların başlarında Ankara’daki THKP-C çevresinin bir bölümünü tanırım. Daha sonra okullarını bitirdiler, bir bölümü kısa süreli olarak hapse girdi çıktı ve devrimciliklerini de DY çevresinde sürdürdüler. O yıllarda rahat bir hayattı, hem devrimci geçin hem de işine bak…

İlker anlatmazdı ama bu çevreden sıkıntılıydı. İlker 1972 öncesinde de sosyalistti ama tanınmıyordu, görünür bir pratiği yoktu. TMMOB’deki bazı kişilerin bunu İlker’e karşı kullandıklarını tahmin ediyorum. “Aslında senin burada çalışman gerek” derdi ama olacak şey değildi; mühendislik bölümü mezunu değildim. Ankara’da bu çevre beni tanır, en azından kolayca öğrenebilirdi.

TMMOB kaynaklı bu lafı ciddiye almadım, ama iş bu kadarla kalmadı. Nasuh Mitap, tabanlarının Beylerderesi katliamından etkileneceğini düşünerek kendince önlem aldı ve “İlker şizofrenidir, ruh hastasıdır” söylemini sadece Ankara’da değil, dışarıda da yaydı.

Kendisi bu zihniyete sahipti.

Nasuh Mitap bu çirkin kampanyada ön planda olduğu için biliyorum, muhtemelen başka kişiler de vardı, onları bilmiyorum.

Utanç verici bir durumdur ve aradan yaklaşık 40 yıl geçtikten sonra Ankara’daki DY kadrosunun bunu hiç hatırlamaması da normaldir.

Bilmemeleri mümkün değil, hatırlamak istemiyorlar.

Provokasyondan söz ederken önce kendinize bakın, derim…