Şuanda 20 konuk çevrimiçi
BugünBugün477
DünDün2214
Bu haftaBu hafta9212
Bu ayBu ay30214
ToplamToplam10192268
Küresel kapitalizm koşullarında faşizm üzerine bir deneme / 5 PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Salı, 07 Temmuz 2015 04:17


Tarihi gelişimin farklı evrelerine egemen olan, değişimin ve gelişimin diyalektiğini sınıf mücadelelerinin oluşturduğu, bütünselliğini “toplumsal ilişki ve çelişkiler” olarak adlandıracağımız sürecin değişim evreleriyle aynı tarihsel süreç içinde yer alan kapitalizmin değişim evreleri incelendiğinde, denilebilir ki kapitalizm öncesi tarihsel dönemlerin gelişim ve değişim hızı kaplumbağa adımlarıyla ölçülürken kapitalizmin değişimi ve gelişimi yıldırım hızıyla gerçekleşmektedir. Bütün toplumsal/ tarihsel dönemlerin gelişiminin ulaştığı doruk noktası aynı zamanda “bitiş”, çözülme, dağılma yerini mevcut tarihsel dönemin içindi yeşeren farklı sınıfsal/tarihsel/toplumsal ilişki ve çelişkileri içinde barından ardıl dönemlerin aldığı görülmektedir. 
Her dönemin toplumsal ilişkilerinin belirleyici beklemeği olan üretim ilişkilerinin biçim ve ilişkilerinin doğurduğu sınıfsal ilişki ve çelişkiler, üretim ilişkilerinin farklılığından kaynaklanan birbirinden farklı ilişki ve çelişkileri de beraberinde getirir, içinde taşır. Bu ilişki ve çelişkiler sınıf mücadelesinin de amaç ve yönünü belirleyecektir. Görülen odur ki kapitalizm öncesi toplumsal/sınıfsal yapıların değişim ve gelişim grafiği yüzerle ve binlerce yıllarla ölçülürken kapitalizmin gelişim grafiği kendisinden önceki dönemlerle kıyaslanmayacak kadar hızlı ve baş döndürücüdür. Toplumsal/tarihsel sahneden çekilmesi de aynı ölçüde öncülleri sınıflı toplumlar gibi baş döndürücü bir hızla olacaktır. Toplumsal sahneye ekonomide serbestlik/liberalizm, toplumsal siyasaya “eşitlikçi, özgürlükçü” olarak çıkan kapitalizm tekelci dönemle birlikte kendini yadsımış ve varlık sebebinin inkarcısı olmuştur. Bu olgu kapitalizmin henüz miyadı dolmasa bile sonuna doğru eğik düzleme geçtiği dönemdir. Ekonomide “serbest piyasa” yerini tekelciliğe, “eşitlikçi, özgürlükçü” karakteri despotluğa dönüşmüş, giderek faşist karakteri belirleyici olmaya başlamıştır. 
Birinci paylaşım savaşıyla tohumları atılan çözülme sürecine önlem olarak ikinci paylaşım savaşında faşizme sarılmıştır. Her ne kadar burjuva siyaset bilimi faşizmi Almanya ve İtalya ile sınırlasa da durum bu değildir. Burjuvazinin bu yaklaşımı çirkin bir bilgi kirliliğidir. İkinci savaş döneminin üstelik faşist ittifakla savaş halinde olan ABD sinde ve Avurpanın diğer ülkelerinde burjuva iktidarların tutumu Nazi Almanyası uygulamalarını aratmamıştır. ABD de MC Carty dönemi, ilericilere yönelik cadı avları, Rosenberglerin idamı sözüm ona Demokratik yönetimlere örnek gösterilen ABD demokrasilerinin uygulamalarından seçilmiş örneklerdir. Ekonomik liberalizm siyasal demokrasinin temeliydi, elbette serbest piyasadan tekelleşmeye geçişle birlikte siyasal demokrasiden de otoriter yönetimlere, giderek faşizme yönelimler de sistemin ayakta kalması için başvurması gereken son çare olacaktır. Emperyalist/Kapitalistler arası çelişkilerin başat rol oynadığı 1950 li yıllara kadar tek tek ülkelerde egemenliğini sürdüren ve halen ağırlıklı olarak “Ulus” temelli olan kapitalizmin 1950 li yıllardan sonra ekonomik ve siyasal bütünleşmeye giderek aralarındaki bütünleşme/çelişki diyalektiğinde bütünleşmenin ağır basmasıyla birlikte emperyalist Kapitalizm uluslar arası boyutta kurumlaşmaya başlamıştır. İMF, Dünya Bankası, askeri alanda Nato v.b gibi bu kurumlar kapitalizmin yerküreyi birlikte egemenliği altına alma, birlikte sömürmenin araçlarıdır. AB nin temelinin de bu yıllarda atıldığı gözden kaçmamalıdır. Angaje edilmeye çalışılanın aksine AB bir “Avrupa Demokrasisi” projesi değildir. Kapitalizmin küresel kurumlarından biridir ve AB nin gelişim süreci de Uluslar arası kapitalizmin bütünleşmesi süreciyle eş zamanlıdır. “Ulusal” gelişimini tamamlarken ulus ölçeğinde merkezileşen, gözetleyen denetleyen, sınırlar çizen ve kendini koruma kalkanına alan kapitalizm, küreselleşmeyle birlikte yerkürede merkezileşmektedir ve merkezileşmenin kurumlarını yaratmaktadır. Sistem ölçeğinde artık “görecelilikten” başka bir anlamı kalmayan “ulus devletler” politikası da bu kurumlar aracılığı ile belirlenmekte ve dayatılmaktadır. Artık krizleri süreklilik kazanan kapitalizm mali ve finansal politikaların dayatılmasında halkın daha çok sömürülmesini bu kurumlar aracılığı ile gerçekleştirmekte ve denetlemektedir.”Ulus devletler” küresel kapitalizmin kurumlarının/merkezin belirlediği ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri işleyişini yerine getirmekle görevli bölgesel şubelerdir. Bugün hiçbir ulus Devletin tek başına egemenliğine dayanarak belirleyebileceği bir politikanın mümkün olmadığını söylemek abartı sayılmamalıdır. Merkez olarak adlandırdığımız küresel kapitalizmin kurumlarının merkezde belirlenen ve kapitalizmin krizlerinin hafifletilmesine yönelik uygulamaları ulus devletler yöneticilerince ulusal politika olarak lanse edilirken gerçekler sınıf bilinçsiz kitlelerden gizlenmektedir. 
Burjuva ve küçük burjuva demokratlarının da tarihi yanılgısı da burada başlamaktadır. Özellikle geri bıraktırılmış ülkelerde “kurtarıcı” gözüyle bakılan Sosyal Demokratların tümünün geleceğe ilişkin projesi ABye girmektir ve “ilericilik vasfı atfedilen” Sosyal Demokratları bu sıfatlarıyla desteklenmekte ve umut bağlanmaktadır. Yukarıdaki açıklamalar bu kesimlerin bilinci bilgisi dahilinde olmasına karşın ısrarla “Avrupa Demokrasisi” yalanına sarılmaktadırlar. Oysa gözle görülen şudur: ikinci paylaşım savaşı sonrası Merkez Kapitalist ülkelerde işçi sınıfının politik ve ekonomik örgütlenmelerinin güçlü olması, sosyalizmin prestiji burjuvaziyi iktidarını kısmi tavizler vererek koruma noktasına getirmiş ve böylelikle işçi sınıfının olası iktidarının önüne geçebilmek için siyasal demokrasiden sosyal demokrasiye geçilmiştir. O günün koşullarında bunun maddi ve toplumsal temeli vardır. Kapitalizm her ne kadar sık sık bunalımlara düşse de yeni teknolojilerin üretime uygulanması ile sistem bir çıkış yolu bulabiliyordu. Oysa bugün gelinen noktada kapitalizm sürekli bir kriz halindedir ve krizlerle baş edemez durumdadır. Yani dünün “ kitlelerin ağzına bir parmak bal çalarak” kitlesel yedeklemeyi sağlayan burjuvazi bugün kendisi himmete muhtaç duruma gelmiştir. Sistemin sorunları artık herhangi bir hamleyle hafifletilebilir, çözülebilir olmaktan uzaktır. Bu objektif, küresel kapitalizmin yapısı gereği başka türlüsü olmayan, olamayacak olan kendi içsel çıkmazıdır. Daha önceki irdelemelerimizde de belirttiğimiz gibi Işid, El Nusra, Boko Haram gibi dinci örgütler kapitalizmin bir projesidir ve birer yıldırma araçlarıdır. Bugün gerek orta Doğu’da gerekse başka ülkelerde küresel kapitalizmin dinci taşeron örgütlerinin acımasızlığı, kitlesel katliamlarla gündemden düşmeyişinin arkasında küresel kapitalizmin kendisi vardır. 
Bu yazı yazılırken Yunanistan’daki Referandum henüz sonuçlanmamıştır. Bilindiği gibi Avrupa troykası denilen Avrupa Merkez Bankası, AB ve İMF Yunanistanı iflasın eşiğine getirmiş ve Yunan Halkının daha çok kemer sıkması ve daha çok vergi vermesi, yani daha çok sömürülmesi için dayatmalarına karşı hayır diyen radikal SYRİZA hükümetini köşeye sıkıştırmışlardır. Hatırlanacaktır, Yunanistan’da Mali krizin baş göstermesiyle ve borçlarını ödeyemez duruma düşmesiyle Almanya Başbakanı Merkelin Yunanistan’a borçlarını ödemesiyle ilgili önerisi “adaları satın” olmuştu, yani ülkenizi satın… SYRİZA oldukça inanarak ve halkı ikna ederek Kapitalist sistemin içinde kalarak kapitalizmin Yunanistan’a yansıyan krizini çözeceğini vaat ederek halkın oylarıyla iktidar olmuştur. Gelinen nokta SYRİZA ya da neyin olmayacağını öğretmiş olmalıdır. Referandumun sonuçları ne olursa olsun sonuç değişmeyecektir. Evet denirse zaten teslim alınmış Yunanistan’ın teslimiyetine meşruluk kazandırılacaktır. Hayır denilirse küresel kapitalizm Yunan halkına dişlerini geçirecek ve adeta cezalandıracaktır. Yunanistan’la aynı paralelde ve SYRİZA yı yere göğe sığdırmayan İspanyol PODEMOS’u Yunanistan deneyimi karşısında şaşkınlığını gizleyememektedir. Hatta referandumda kapitalist dayatmaya hayır çıkması durumunda şimdiden biçimini şeklini kestiremeyeceğimiz bir faşist iktidara davetiye çıkarılması uzak bir olasılık olarak gözükmemektedir. Yunanistan deneyimi neyin nasıl olmayacağını gösteren bir laboratuar deneyimi iken AB nin de ne mene bir demokrasi projesi olduğu görmek istemeyen gözleri de fal taşı gibi açacağa benzemektedir. İşçi sınıfının iktidarı dışında yol yöntem arayan, öneren, ahkam kesen küçük burjuva radikalleri için de bir samimiyet sınavıyla karşı karşıyayız. Faşizm üzerine deneme irdelemelerine devam edeceğiz.