Şuanda 204 konuk çevrimiçi
BugünBugün850
DünDün1137
Bu haftaBu hafta4570
Bu ayBu ay25572
ToplamToplam10187626
ABD'nin kara gücü artarken... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 24 Temmuz 2015 19:58


Aslında bugün 65 yazısının devamını yazacaktım, ama yazacak fazla bir şey de bulamadım. Aynı çizgide ama daha etkin olarak, zamanını ve enerjini daha verimli kullanarak devam…

Bunun yerine ABD ile Türkiye arasındaki yeni anlaşmanın sonuçlarından birisi olarak ABD’nin bölgedeki kara gücünün artmasını işleyeceğim. Ek olarak, Barış Bloku vesilesiyle bizde barış hareketinin neden bir türlü gelişemediği üzerinde duracağım.

ABD, Irak ve Suriye’de savaşın içinde bulunuyor. Obama döneminde ABD’nin savaş politikasında değişiklikler oldu. Bu değişikliklerden en önemlisi, ABD askerlerinin savaşın doğrudan içinde yer almamasıdır. Bunun yerine savaş uçakları, füze atabilen insansız savaş araçları ve özel birlikler kullanılıyor.

Burada önemli bir eksik var: kara ordusu olmadan olmaz. Bombardıman ve rakibin önde gelen üyelerinin öldürülmesi önemli olmakla birlikte, bu yöntemle kitle temeli olan bir örgüte karşı ancak sınırlı başarı kazanılabilir.

ABD’nin Suriye ve Irak’ta bombardımanla desteklediği kara gücünü bugüne kadar Barzani ve YPG oluşturuyordu. İslam Devleti ile mücadelede ABD bu güçleri etkisini kendisinin belirlediği bombardımanlarla destekliyordu.

Bu alandaki savaşa yeni bir kara gücü olarak TC ordusu da katılıyor.

Bu ordu İD ile savaşırken YPG ile de savaşacak…

Bu savaş ne oranda gelişir, bilmek mümkün değil ama ABD’nin arabuluculuk rolüne girmesi hiç şaşırtıcı olmaz.  ABD ne İD’den ne YPG’den ve ne de Türkiye’den vazgeçmez.

İD, özellikle İran ve Esad’a karşı bölgede bulunması gereken bir güçtür. Geniş bir kitle temeline dayandığı için bırakın ortadan kaldırılmayı, iyice zayıflatılması bile oldukça zordur. ABD için önemli olan İD’nin fazla güçlenmemesidir. Bölgedeki hiçbir siyasi aktör fazla güçlenmemeli, birbiriyle savaşmalı ve ABD de duruma nezaret etmelidir.

TC ordusunun İD’ye karşı bazı operasyonlar yürütmesi mümkündür. Bunda şaşılacak bir şey de yoktur. İslamcı örgütlerin gelişme tarihinde benzeri çok sayıda örnek vardır. Taliban ile ABD, Hamas ile İsrail ilişkisi gibi… Türkiye’nin de günün birinde İD ile kapışacağını düşünmemiş olması mümkün değildir. Önemli olan o kapışmaya kadar İD’ye iş yaptırmaktı, İD de bunun karşılığı olarak kitle temelini Türkiye ve Kürdistan’da yayacaktı.

Taliban bölündü ve bir bölümü İD’ye katıldı. ABD, Taliban’ın ılımlı denilen kesimiyle barış yanlısıdır. Benzeri gelişmeler, savaşmak-barışmak ilişkisi İD ile Türkiye arasında da ortaya çıkabilir.

Buradan barış hareketine geçmek istiyorum. Barışın çok konuşulduğu ama arada bir gündeme gelmek dışında pek de etkili olunamadığı bir ülkedeyiz.

2008-2013 arasında Avrupa Barış Meclisi (ABM) vardı. Türkçe ve Kürtçe tarihimizdeki ilk barış gazetesini de “Aşiti-Barış” adıyla birkaç sayı çıkardı. Türkiye’den gelenlerle, Avrupa ülkelerinde bulunan Türk, Kürt, İngiliz, Alman, Belçikalı, Fransız barış hareketinde yer almış isimlerle kaç panel ve konferans yaptık, hatırlamıyorum. Harcadığımız büyük enerji ve zamana göre verimli bir sonuç alabildiğimizi söyleyemem. Yapılan bu kadar faaliyetin sonraya kalan etkileri mutlaka olmuştur ama yine de verimli bir sonuç alınabildiği söylenemez.

Kuruluşundan hemen sonraki dönem dışında ABD Avrupa Sekretaryasında bulundum ve barış hareketinin sorunlarını çok kişiyle konuşmak imkanına da sahip oldum. Ana sorunumuz, barış düşüncesinin Türkler içinde yayılmasıydı. Önemli çıkış noktalarımız vardı ama ağırlıkla Türk üyeye sahip bazı örgütlerin bizi kendilerine rakip olarak görmesi ve çalışmadan çekilmesi, kalanların da yayılma konusunda yeterli olmaması sonucu ağırlıkla Kürt kitlesine dayanan bir barış hareketi ortaya çıktı ki, istemediğimiz bir şeydi. Ek olarak bu kitlenin içinde (2011-13 yıllarından söz ediyorum) özelliği ne olursa olsan Türklerden hiç hoşlanmayanlar da vardı.

Almanya barış hareketinde de bulundum ve ülkelere göre değişen özellikler göstermekle birlikte bir barış hareketinin sürekliliğinin ancak düzenli yapılan bazı faaliyetlerle mümkün olabileceğini anladım diyebilirim.

Barış hareketi kitle olarak büyür ve küçülür. Bu her ülkede böyledir. Sürekliliği sağlayan dar bir yapı vardır ve bu yapı hem kamuoyuna sınırlı da olsa seslenme araçlarına sahiptir ve hem de her yıl bulunduğu ülkenin askeri faaliyetleri konusunda dikkate değer bir rapor hazırlar.

Almanya’da iki günlük gazete, Neues Deutschland ve Junge Welt, barış hareketinin her faaliyetini duyurur. Haftalık ve aylık yayın organları daha fazladır.

Bu ülkenin barış hareketi her yıl büyük bir toplantı yapar ve Almanya bir yılda dünyanın neresinde ne yapmış; nerede ne kadar askeri bulunuyor, kime ne kadar silah satıyor, ülkenin savaş doktrinindeki değişiklikler nelerdir konularını içeren geniş bir rapor yayımlar.

Almanya barış hareketi bazen küçük bir gruptan ibarettir, bazen da yüz bin kişinin katıldığı gösterilerle sesini duyurur.

Bizdeki barış hareketinin büyük eksiği böyle bir sürekliliğin bulunmamasından kaynaklanıyor. Burada süreklilikten kastedilen örgüt sürekliliği değildir, faaliyet sürekliliğidir.

Türkiye silah sanayisi bulunan, silah ihraç eden alt emperyalist bir ülkedir.

Afganistan’daki savaşta yer almaktadır ama bizde pek konu edilmez.

Katar’da tugay düzeyinde sürekli askeri birlik bulunduracaktır. İlgili anlaşma imzalanmış ve ilan edilmiştir. Türkiye açısından son derece önemli bir adımdır ama kimsenin pek umurunda değildir.

Türkiye obüs, insansız hava aracı, zırhlı araç yapabilecek duruma gelmiştir ve önümüzdeki on yıl içinde savaş uçağı da yapabilmeyi planlamaktadır.

Silah ihracı herhangi bir malın ihraç edilmesi değildir. Silah ihraç edilen ülkeye o silahın kullanılmasını öğretmek için uzmanlar gider, böylece ilişki kurarlar. Giderek başka orduların eğitimlerini üstlenirler. (Türkiye’nin 1990’lı yıllarda Nijerya ordusunu eğitmesi gibi.)

Türkiye bir şiddet toplumudur. Kadına ve çocuğa karşı şiddet, erkeklerin birbirlerine yönelik şiddeti, cinayetler ve yaralamalar…

Bir şiddet toplumunda barışın alanı geniştir ve özel sorunları vardır.

Böyle bir ülkede geçmişle hesaplaşma, toplumdaki cinayet dalgaları ve vicdani ret gibi başka ülkelerin barış hareketlerinde bulunmayan sorunlar da barış konusu içinde yer almak durumundadır.

Bu konuyu Türkiye barış hareketinden gelen arkadaşlar dahil çok kişiyle konuştum. Şu konuda fikir birliği bulunuyor: Kürt sorunu çok önemli ama barış hareketi kendisini esas olarak bu sorunla sınırlandırırsa başarılı olamaz. Ama ne yapalım, böyle başladık ve bir türlü sınırın ötesine geçemiyoruz.

Dünyanın gelişmiş barış hareketlerinden birisi Almanya’da bulunuyor. Teorik konularla ilgili olarak yayınlanmış önemli kitaplar var. Bizim bugün uğraşmamız gereken sorunlarla Almanya barış hareketi 1970’li yıllarda uğraşmış.

Bir ülkede halkın küçük olmayan bir kesimi ülke sınırlarının dışına bakıp da “o topraklar bir zamanlar bizimdi” diyorsa, bu ülkede yayılmacılığın her zaman zemini var demektir.

Aydınların ve entelektüellerin barış hareketinde yer alması önemlidir ama bu önem sürekli bir faaliyet halini almazsa etkili olamaz.

Bir ara yılda bir kere yayımlanan ve Türkiye’nin bir yıllık savaş künyesini ortaya döken, savaş stratejisini ve bu konudaki gelişmeleri inceleyen bir kitap çıkarsak fena olmaz diye düşündüm. Yerli ve birkaç yabancı yazar kadrosu sorun değil ama açıkçası epeyce zor bir iş… Geniş bir araştırma faaliyeti gerek ve bu da bir kişinin altından kalkabileceği iş değil…

Bakalım, belki başka gelişmeler olur…