Şuanda 298 konuk çevrimiçi
BugünBugün671
DünDün2294
Bu haftaBu hafta6643
Bu ayBu ay40380
ToplamToplam10156935
Küresel kapitalizm koşullarında faşizm üzerine bir deneme / 6 PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Cumartesi, 01 Ağustos 2015 06:57


Olgular, üst üste binen sosyal, kültürel, askeri, politik v.b olaylarla beklenen süreden daha erken gerçeğe dönüşebilir.

Gerek daha önceki yazılarımızda gerekse özel olarak irdelenmeye değer gördüğümüz bu başlıktaki yazılarımızda AKP iktidarının adım adım açık faşizme yönelişinin işaretlerini vermeye çalıştık. Sanki onbeş gün öncesi uzunca bir zaman dilimiymiş gibi, henüz bir “olgu” olarak irdelediğimiz veriler şu son onbeş gün içinde gerçeğin kapısını çalmaya başladı.
Bu başlıktaki yazının 5. Bölümünde 2000 li yıllar sonrası küresel kapitalizmin içine düştüğü krizden kurtulmanın yolu olarak gerek çevre/bağımlı ülkelerde gerekse Merkez kapitalist ülkelerde faşist hareketlerin ivme kazandığını ve toplumsal bir gerçekliğe dönüştüğünü, ancak Merkez kapitalist ülkelerde küresel kapitalizmin bu faşist hareketleri iktidara taşımayı düşünmediğini, yedek güç olarak hazırda bekletildiğini vurgulamış, ancak bağımlı ülkelerde durumun bu olmadığını, özellikle de küresel kapitalizm eliyle iktidara oturtulan AKP nin kendisine verilen görevleri burjuva meşruiyeti içinde çözemediğini ve adım adım açık faşizme doğru yol aldığını belirtmiştik. Konunun bir bütünlük içinde anlaşılması ve aktarılması için bir ara parantezle Yunanistan Syriza deneyimi üzerinde durduktan sonra ve irdelemenin sonuçlarıyla yazıya devam etme niyetimiz olayların beklenenden daha kısa sürede yoğunlaşması üzerine bu bölüm atlanarak Türkiye gerçeğinin irdelenmesini zorunlu kıldı.
7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP nin istediği oy oranına ulaşamaması ve bu yolla bir Latin Amerika tipi başkanlık sisteminin gerçekleştirilememesi “kolay ve ucuz” beklenti içinde olanların yüreklerine su serpti. Türkiye, dünyadan koparıldı, küresel kapitalizmin projeleri unutuldu ve sanki her şey Türkiye içinde olup bitiyormuş gibi “ tehlikenin atlatıldığı” ansısına kapıldı. Gerek bu başlık altında sürdürülen yazı dizisinde gerekse Kitle dergisinin muhtelif sayılarında yayınlanan farklı başlıklardaki yazı dizilerinde “ kolaya kaçmanın” tehlikelerinden söz edilmiş ve Türkiye’de her ne olup bitiyorsa küresel kapitalizmin içinde bulunduğu durum ve Türkiye’ye yansıması kavranmadan olayların kavranamayacağı ve özellikle devrimci hareket adına yola çıkma iddiasında olanların doğru strateji ve taktikler geliştiremeyeceği, sınıf hareketini yeni açmazlara sürükleyeceği eleştirileri yoğun olarak yer almıştır.
Dikkat edilirse AKP nin başkanlık sistemine geçişi dile getirmesiyle “çözüm süreci” nin dile getirilmesi aynı ve eş zamanlıdır. Yani AKP başkanlık sistemi söylemini çözüm süreci söylemiyle eş zamanlı olarak dile getirmeye başlamıştır. Bu tuzak söylemin arkasında yatan küresel kapitalizmin gerçekleştirmeye çalıştığı projenin aşamalarına göz yumularak Türkiye demokrat kamuoyu ve Kürt siyasal hareketi mal bulmuş mağribi bu söyleme inanmış, heyetler kurulmuş, İmralı-HDP-AKP arasında sahte bahar havası estirilmiştir. Kandil ise İmralıyı reddetmemiş ancak daha ihtiyatlı olmayı da elden bırakmamıştır. Estirilen sahte bahar havası kamuoyunda inandırıcılık algısı yaratmış ve çözüm sürecine ilişkin beklenti eğilimi yükselmiştir. Ne yaptığını iyi bilenler TV, gazeteler ve diğer kitle iletişim araçlarıyla, entelijansiyasıyla kamuoyunu propaganda bombardımanına tutmuştur. Yüzlerce yıldır sömürülerini ölümle sürdürenlerin sahte “ analar ağlamasın” yavşaklığına “ anaları ağlatan sizin kahrolası düzeninizdir” demek yerine, söyleme ortaklık edilmiş, adeta ölüm tacirleri meşrulaştırılıp masumlaştırılmıştır. 7 Haziran seçimlerine bu “inanmışlık” psikolojisi içinde gidilmiş, Demokrat kamuoyunun büyük bölümü bu inanmışlık içinde HDP yi desteklemiştir. Asıl sorun şudur: Sistem içinde kalınarak ve sınıf hareketi yok sayılarak, olmasa da olur mantığıyla sorunların çözüleceğine ve çözücü unsurun bir tarafının da küresel sermayenin iktidar koltuğuna oturttuğu AKP olacağına inanılıyorsa bu konsept içinde düşünülen, davranılan düşünce ve eylem tarzının doğruluğu tartışılamaz. Yukarıda Yunanistan Syriza hareketinin sonuçları irdelendikten sonra faşizm üzerine tartışmanın daha bütünlüklü olacağını söylememizin nedeni budur. Syriza, inanarak ve samimiyetle sistem içinde kalınarak sorunların çözüleceğine inandı, kitleleri inandırdı, seçimden sonraki referandumda %60 lık bir oy oranıyla kitlesel desteğini pekiştirdi, ancak bir aydan kısa bir süre içinde küresel kapitalizm Syrizaya adeta söylediklerini “ yedirerek”, troykanın-İMF, Avrupa Merkez Bankası ve AB-bütün dayatmalarını kabul ettirdi. Syriza, AB nin bir “Demokrasi projesi” olduğuna çok inanmıştı!...HDP nin sistem içinde kalarak sisteme muhalefet olunabileceğine ilişkin iyi niyetle inanması ve gerek seçim sürecinde gerekse seçimden sonra canını dişine takması “ sistem içinde kalınarak ve sınıf temelli bir örgütlenmenin öncülüğünden yoksun olarak sorunların çözülebileceğine ilişkin” iyi niyetinin geldiği sonuç bir kez daha gerçeğin inatçılığına yenik düşmüştür. Küresel dünyada merkezileşen, ağlarını ören dünya coğrafyasında Türkiye “lokal” bir alandır ve yaşanan küresel kapitalizmin Türkiye’ye yansıyan krizidir. Küresel kapitalizmin yerküredeki hegemonya gerçeği gözetilmeden lokal alanlarda çözüm arama saflığı trajediyle sonuçlanmaya mahkumdur. Şayet AKP “çözüm sürecini” dillendirmişse bunun altında bir demokratlık kırıntısı aranamaz. AKP “Demokratlık” oynamak ya da “ Demokrasi havarisi” kesilmek için iktidar yapılmadı, iktidar koltuğuna bunun için oturtulmadı. Küresel sermayenin Orta Doğuda girift ve karmaşık sorunlarının çözümü için iktidar yapıldı. HDP nin söylemlerinin bulduğu kitlesel destekle ısrar ettiği “ çözüm süreci” karşılığını “savaş ilanında” buldu. Gerek HDP nin gerekse kitlesel destek veren demokrat kamuoyunun “ çözüm sürecine” ilişkin AKP söylemlerine nasıl inanabildiği bizim değil, ileride bu saflığı araştıracağına inandığımız sosyal bilimcilerin görevi olacaktır. Öncelikle küresel kapitalizm, dünyanın hiçbir bölgesinde demokrasiyi, özgürlüğü kendisine sorun etmez, onun böyle bir sorunu yoktur. Küresel kapitalizm için demokrasi de özgürlükte sermayenin dokunulmazlığı ve sömürünün kutsallığıdır. Savaşlar bunun içindir, felaketler bunun içindir, soykırımlar bunun içindir. Dolayısıyla demokrat kamuoyunun desteğini alan, demokrasi ve özgürlük söylemlerine içtenlikle inanmış ve Marksist gelenekten gelmiş bir PKK nın yasal zeminde meşrulaştırılmasına ve bir güç olmasına izin vermez. Orta Doğuda istenilen ve etnik zemini “Kürtler” olarak tanımlanan siyasal yapılar ancak ABD nin dümen suyundan çıkmayan Barzaninin Kürt hareketi olur, HDP ve PKK olmaz. Küresel kapitalizmin gözünde bu siyasal oluşumlar hayat hakkı tanınan değil, yok edilmesi gereken oluşumlardır. Bu süreç Türkiye’de Barzani konumuna uygun, küresel kapitalizmin önündeki tıkanıklığı açmaya aday bir kürt siyasal hareketinin zeminini yaratmakta geç kalmayacaktır.
Seçimlerden sonra AKP nin şahin kesilmesinin başkaca açıklaması yoktur. Şiddetin yaygınlaştırılmasının kitlelerde umutsuzluğa yol açması psikolojik bir tespittir. Yaşama güveni riske atılan kitleler, şiddetin yaratıcılarının yaygın propaganda amacına kolay teslim olacaklardır ve “güçlü bir hükümetin” yaşama güvencesini sağlayacağı inancıyla AKP nin istediği çoğunluğu sağlayan bir meclisi AKP ye teslim edeceklerdir. Böylelikle AKP iktidar olmaya yeterli çoğunluğu sağlayıp tek başına iktidarını sürdürürken, aynı kitle R.T.E ye de başkanlığın yolunu açacaktır. Kamu kurum ve kuruluşlarında hedeflenen iktidarın alt yapısı çoktan atılmış, gerekli kadrolaşma sağlanmıştır. Eksik olan kadrolaşmaya hükmedilecek baştır. Fiilen zaten “ baş” olan Erdoğan başkanlık koltuğuna oturmakla da kare tamamlanacaktır. Sindirilen, yıldırılan, pasifikasyonla “ illallah” dedirtilen kitleler eliyle ya da çoğunluğun sağlandığı Meclis eliyle seçilen başkan eylemli olarak Latin Amerika tipi başkan olacaktır. Son günlerdeki şiddetin tırmandırılmasındaki amaç sadece buna hizmet etmek, kitlelerde yılgınlık yaratmak ve böylelikle istenilen sonuca gitmek içindir. PKK-İŞİD operasyonlarının iç yüzü de budur. Yaratılan kitlesel katliamlar bu yönüyle iyi düşünülmelidir. Örneğin Suruç katliamında kullanılan canlı bombanın bir İŞD mensubu olması dikkatleri İŞİD üzerine çevirirken, katliamın ardından muhalif kitlesel tutuklamaların ve infazların gelmesi, öldürülen askerlerin PKK tarafından açıkça reddedilmesi olayın profesyonel ellerce tezgâhlandığının açık işaretlerini vermektedir. Seçim öncesinden bu güne kadar ardı arkasına kesilmeyen ve ülkenin değişik yerlerinde otaya çıkan katliamlarda karanlık güçlerin provokasyonları sırıtmaktadır. Görmemek için gözlerin kasıtlı kapatılması gerekir. İŞİD e yapılan operasyonlar ise bir göstermelik garnitürdür, gerçeklikten uzaktır. İŞİD bu yönde küresel sermaye güçleri tarafından kullanılmıştır, Türkiye tarafından açıkça desteklenmiş, mühimmat/silah olarak donatılmış, gerek sınır bölgelerinde gerekse merkez şehirlerde desteklenip barındırılmıştır. TIR larla gönderilen silahların üzeri kapatılamamış, koku etrafa yayılmıştır. Kitlesel katliamlarla ünlü bu cinayet şebekelerine karşı “operasyon yapıldı” komedisi, İŞİD e karşı duyulan kitlesel tepkinin “gazını almaya” yöneliktir. Yukarıda özetlenen ve ülkemizde yaşanan sorunlar küresel kapitalizmin derinleşen krizinin Türkiye ye yansımasıdır. Hastalıklı ve ölüme mahkûm küresel kapitalizmin ölümü kendiliğinden olmayacaktır. Küresel kapitalizmin saldırılarına karşı küresel boyutta işçi sınıfının örgütlü gücünü yaratmak, stratejisini belirlemek ve taktiklerini yaşama geçirmek gerek Türkiye gerekse aynı açmazı değişik boyutlarda yaşayan Dünyanın diğer ülkeleri devrimcilerinin ertelenemez acil görevi olarak kendini dayatmaktadır. Ya da açık faşizmin eşikten içeri girmesini engelleyecek başkaca güç ve çare de yoktur.