Şuanda 23 konuk çevrimiçi
BugünBugün204
DünDün1049
Bu haftaBu hafta1253
Bu ayBu ay26373
ToplamToplam10142928
Alevilerin devrimcileşmesi mi, devrimcilerin alevileşmesi mi? (2) PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Perşembe, 23 Haziran 2016 20:14


Ülkenin ilerici kesimlerinin düşünsel pratiğinde ve hareket alanında gündeme damgasını vuran, tartışmaların odağına yerleştirilen, kapitalizmin krizlerinden soyut ve bağımsız olarak “R.T.E. den ve AKP den kurtulma” tartışmalarının neden sığı ve çözücü unsura sahip olmayan tartışmalar olduğunun irdelenmesi ve içeriğin doğru saptanması, vurgunun sınıf mücadelesine yapılması, içinde bulunulan koşullarda devrimcilerin acil görevidir.
Siyasi iktidarın, kendisiyle siyasal kopuş yaşayan Kürt halkının kitlesel katliamlarla pasifikasyonunu amaçlaması, toplumsal/kamusal alanın Sünni/Hanefi mezhebi bazında dinsel dönüşüme uğratılması ile bu kesim dışında kalan-özellikle alevi kesimi-toplumsal/siyasal yapıdan izole etmeye çalışılmasıyla yarattığı suni gündemin “alternatif sol” muhalefetini de yaratmış, bu konuda başarılı da olmuştur. Küresel kapitalizmin merkezlerinin AKP iktidarı eliyle yarattığı bu “ alternatif sol muhalefet” de kapitalist sistemin kapitalizme dokunmadan nasıl muhalif olunacağını layıkıyla öğrenerek muhalifliklerini “ etnik ve mezhepsel” sınırlar içinde perçinlemişlerdir. Elbette bu sınırlar içinde kapitalizme dokunmak olmayacaktır, Kapitalizm varlığını sürdürecek ama herkes için demokrasi olacaktır, herkes için demokratik haklar kullanılabilir kılınacaktır… Yeter ki doğuşunda toplumsal kimliği olan Burjuva Demokrasisinin ve sınıf hareketinin söke söke aldığı demokratik hak ve özgürlüklerin içinde bulunulan toplumsal kesitte bizzat kapitalizm tarafından inkar edildiği, ortadan kaldırıldığı gerçeğinin üstü açılmasın, bu örtünün altındaki pislik kitlelerin bilinç düzeyine çıkmasın… Hal böyle olunca majestelerinin görevi de “majesteleri için muhalefeti” desteklemek olacaktır. Etnik kimlik ve mezhepsel kültür üzerinden muhalif olanlar da muhalifliklerinin mükâfatını alacaklardır. Yakın döneme kadar gerçekten de mükafatlarını aldılar… Ancak bu kesimlerin kendilerine mal ettikleri muhalifliklerinin içinde zerre kadar sol olmadığı, olayları ve gelişmeleri “soldan okuma” yetenek ve bilinçten mahrum oldukları için de kapitalizm dillerinde yalnızca ansiklopedik bir sözcük, faşizm lügatlerinde Hitler düzeyine indirilen bir “istemezük” tür. Etnik kimlik ve kültürel özgürlük alanına hapsedilen muhaliflik şayet Kapitalizm öncesi dönemden kapitalist döneme geçerken sergilenen bin tavır olsaydı elbette haklı ve kendi içinde son derece tutarlı bir muhaliflik olurdu ve buna da şapka çıkarılırdı. Etnik kimlik ve kültürel özgürlükler sorunu, kapitalizm öncesi dönemin/feodalizmin çok uluslu çok kültürlü imparatorluklarının, kendi sınırları içinde tuttuğu, özgürleşmesine ve bağımsızlaşmasına izin vermediği dönemin sorunlarıdır. Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde kapitalizmin sağlıklı geliştiği merkez Avrupada burjuvazi kendi demokratik devrimini yaparak bu sorunu çözmüştür. Kapitalizmin salt ekonomik alanda değil kültürel alanda da eşitsiz gelişim göstermesi bu sorunların eş zamanlı olarak geri ve gelişmemiş ülkelerde de çözüldüğü anlamına gelmez. Özellikle sömürge ve yarı sömürge ülkelerde etnik kimlik ve kültürel özgürlükler sorunu başat olarak tam da bu dönemin acil ve yakıcı sorunlarıdır ve sömürgeci burjuvazi sömürge alanında tuttuğu bu ülkelerde bu sorunları çözmek şöyle dursun, tersine bastırmış ve engellemiştir. Ancak bu dönemin devrimcileri sorunu mücadelelerinin programı olarak görmüşler ve devrimci hareketin strateji ve taktiklerini, sınıflar ittifakını da bu gerçeğin üzerine inşa etmişlerdir. Genel anlamda da bu süreç uluslaşma sürecidir ve sömürgelerini elinden bırakmaya niyeti olmayan, birbirleriyle kıyasıya rekabet içinde olan egemen tekelci burjuvaziye karşı sömürge ülke halklarının emperyalist/Kapitalizme karşı verdiği ulusal kurtuluş savaşları sürecidir, yani etnik ve baskın uluslaşma sürecidir. Etnik kimlik ve kültürel özgürlük sorunu da bu sürecin ilk başta gelen alt başlıklarıdır ve içeriği burjuva olan ana sorunudur. Burjuva demokratik devrimine ideolojik ve fiilen önderlik eden sınıfın, kadronun niteliğine göre bu kapsam genişleyebilir ya da daralabilir. Vietnam, Kamboçya, Laos, Kara Afrikası ve Anadolu ayaklanması bu sürecin görünürleridir. Daha önceki konuyla ilgili yazılarımızda ısrarla belirttik, yeniden tekrar etmekte de sakınca görmüyoruz: Bu süreç emperyalizmin sömürgeleştirme ve yutma politikalarına karşı sömürge ülke halklarının sınıfsal değil ancak işçi sınıfıyla birlikte diğer bütün ulusalcı güçlerin ayağa kalktığı, ulusal yanı ağır basan bir tarihsel kesittir. Bu dönemde ilerici olunması için antiemperyalist olmak yeterlidir ve antikapitalist olmak gerekmez. Bu dönemde henüz varlığını koruyan, tekelci burjuvazinin yok edip dağıtamadığı ulusal sermaye güçleri de çıkarları oranında bu mücadelenin içindedir ve dönemin özgül ve ayırt edici özelliğidir bu özellik. Tek tek kapitalist ülkeler kökenli tekelci sermayelerin çelişki/bütünleşme diyalektiğinde bütünleşmenin ağır bastığı 1980 ler sonrasında ise küresel kapitalizm, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini çözmüş ve bu üretim ilişkilerinin belirlediği sınıfları tasfiye ederek sömürüden aldıkları payları okratan kaldırmış ve sömürüyü kendi adına disipline etmiştir. Küresel kapitalizm yerkürenin en ücra köşelerine kadar girmiş, kapitalizmin önünde ayak bağı olan kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini de çözmüştür. Kapitalizm öncesi üretim ilişkileri çözülüp ve bu üretim ilişkilerinin egemenleştirdiği sınıflar da taşeronlaştırılırken, egemen ve bağrında gericiliği taşıyan kültür, ahlak, din, gelenek ve görenekler ısrarla korunmuştur. Bu ülkelerde kapitalizm bir yandan açık Pazar haline getirirken diğer yandan bu ülke halklarını gericiliğe tutsak etmiştir. Burada kapitalizm açısından yadırganacak bir durum yoktur. Kapitalizm adına bu ülkelerde sömürünün bekçiliğini yapacak iktidarların kitlesel tabanı bu gerici gelenekçi kitleler olacaktır. Küresel kapitalizmin Siyasal İslamı bir iktidar alternatif olarak görmesi ve AKP nin kitlesel tabanının Siyasal İslamcılar olması tesadüf değildir ve bu gelişimin sonucudur. AKP nin bir yandan küresel kapitalizmin bir dediğini iki etmeyen, ülkeyi açık Pazar haline getiren uygulamaları ile kitlelerin burjuva yaşam biçimine tahammülsüzlüğündeki çelişki de burada aranmalıdır. Bu çelişkiyi, emek sermaye çelişkisinin, sınıf mücadelesinin önüne çıkarmak, uzlaşılması mümkün olanı uzlaşılmaz olarak göstermek asıl sorunun ve çelişkinin üzerini örtmektir.
Kısaca, Kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte ulusal Kurtuluş savaşları dönemi de tarihsel sürecini doldurmuş, devrimciler mücadelelerini, toplumsal sınıf ve katmanlarla ilişkilerini, örgütlenme ve mücadele biçimlerini küresel kapitalizme karşı sosyalizmin inşası olarak düzenlemişlerdir. İçinde bulunulan küresel kapitalizm döneminde ise Antiemperyalist olmakla antikapitalist olmak iç içe geçmiştir. Antikapitalist olmadan antiemperyalist olmanın koşulları ortadan kalkmıştır. Bunun adı ise sınıf ideolojisinin tanımladığı, sınıfsız toplumu hedefleyen sosyalizmdir. Bu gün sınıf mücadelesini, emek sermaye çelişkisini atlayarak “solculuk” taslayan ve solu etnik kimlik ve kültürel özgürlükler alanına hapsedenlerin düştüğü yanılgı ile “ulusalcıların” düştüğü yanılgının çıkış kökenleri aynıdır. Ulusalcıların açmazı da budur, yani antikapitalist olmadan, kapitalizmi hedef tahtasına koymadan ilerici olunamayacağının farkında bile olmadıklarıdır. Bu gün Kemalizm, Burjuva devrimi kazanımlarından hayati önem taşıyan laisizmi bile siyasal İslamcılara peşkeş çeken ulusalcıların ayaklarına dolanmaktadır. Görünen her iki akımın da ortak yanları toplumsal hareket alanlarında sınıf kavram ve bilincinden, bilgisinden yoksunluklarıdır ve açmazlarının nedeni de budur. Bu nedenledir ki görünürde birbirlerinden pek de hazzetmeyen bu iki akımın tespit ve mücadele alanları AKP ve RTE ile sınırlıdır. Bu kesimlerin mücadele programlarında Küresel kapitalizm yoktur, kapitalizmin dünyaya ateşe atma hırs ve ihtirası yoktur. Tersine, bunlara göre Küresel kapitalizmin merkezleri, özellikle Avrupa Birliği bir demokrasi merkezidir. Avrupa birliği bir demokrasi ve kültürel özgürlükler merkezi olduğuna göre faşizm ile de kapitalizm arasında bir illiyet bağı da yoktur. Avrupa birliği demokrasinin ve demokratik hak ve özgürlüklerin bekçisi, kültürel özgürlüklerin ve dinsel/mezhepsel inançların koruyucusu olduğuna göre Faşizm de RTE nin bir sapkınlık fantezisidir… Ya bir şeyler birbirine karıştırılmakta, örneğin despotik iktidarlarla faşizm birbirine karıştırılmakta, ya da faşizm kapitalizmden soyutlanarak birilerine, mesela medet umulan AB gibi kapitalizmin merkezlerine göz kırpılmaktadır. Bizim, ithamları yumuşatmak adına ve nezaketen bilinçsizlik dediğimiz bu hamasi durumun gerçekten bilinçsizlik mi cinlik mi olduğuna da okur karar vermelidir. Kapitalizm hedeflenmeden, sınıf ideolojisi rehber edinilmeden ne faşizme karşı tutarlı bir mücadeleden söz etmenin, ne de sosyalizmin adını anmanın inandırıcılığı yoktur.
Bu tespitin varacağı zorunlu çıkarım sosyalizm, kapitalizmin biriktirdiği, tortulaştırdığı sorunların çözüm programına sahip olduğu gibi kapitalizm öncesi sorunların çözüm programına da sahiptir. Yani etnik kimlik ve kültürel özgürlükler sorununun çözümü sosyalizmin çözeceği sorunların içindedir, sosyalizm bu sorunları ötelemez, yok saymaz. Ancak etnik kimlik ve kültürel özgürlükler için mücadelenin içinde sosyalizm yoktur. Sınıf mücadelesini yok sayarak, atlayarak buradan kaynaklanan sorunların kaynağını başka yerlerde arayarak AKP ye muhalefet yaptıklarını sananların yeri yarın muhalif olduklarını sandıkları AKP nin yanıdır. Bu yanlış ve yanılgıların alevi toplumu üzerindeki kültürel/mezhepsel sonuçlarını, mezhepsel kökenli “kültür ilericiliği” yaptıklarını sananların açmazlarını irdelemeye devam edeceğiz....