Şuanda 272 konuk çevrimiçi
BugünBugün1717
DünDün2294
Bu haftaBu hafta7689
Bu ayBu ay41426
ToplamToplam10157981
BRETIX ve ne olacak şimdi? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 28 Haziran 2016 20:20


 

 

Bretix ile ilgili olarak gelişmeler daha önce yazıda yapılan tespitleri doğruluyor. İngiltere hükümeti bu kararı nasıl erteleyebileceğini bilemezken, AB yönetim organları sürekli bastırıyor. Bastıranların başında da İngiltere dışında kalan AB’nin en güçlü iki ülkesi Almanya ve Fransa geliyor.

İngiltere hükümetinin ayrılık kararının yürürlüğe girebilmesiyle ilgili sürecin başlayabilmesi için bir an önce bu kararı resmi olarak bildirmesi isteniyor, İngiltere ise zaman kazanmaya çalışıyor.

Eylül’de AB’ni oluşturan ülkelerin yöneticilerinin ortak toplantısı için karar alındı, İngiltere toplantıya çağrılmıyor.

İngiltere’nin AB’den ayrılması sonucu AB’nin askeri müdahale gücünde Almanya’nın rolünün artacağı belirtildi.

İngiltere’de derseniz İskoçya referandum sonucunu reddetti. İskoçların yüzde 61’i AB lehine oy kullandı ve AB’den çıkmak istemiyorlar. “Gerekirse Büyük Britanya’dan ayrılırız ve AB’ye gireriz” deniliyor.

Londra’daki insanlar da AB lehine oy kullandıkları için konunun yeniden görüşülmesini istiyorlar.

AB’den çıkmayı kim istedi denirse; işçiler, az gelirli olanlar ve yaşı 65’in üzerinde olanlar… Bu kesimde AB’den çıkılmasını isteyenlerin oranı yüzde 64…

18-25 yaş arasındaki gençlerde ise AB’yi kabul oranı yüzde 73…

Hem başlıca AB ülkelerinin tutumuna ve hem de İngiltere içindeki duruma bakılırsa, “AB çözülüyor” demek için herhangi bir neden bulunmuyor.

Bir bölüm marksist-leninistin böyle söylemesi normaldir ve insanın aklına 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından yapılan bir yorum geliyor: bu insanların (komünistler kastediliyor) gerçek dünyayla ilişkisi kalmamış, başka bir dünyada yaşıyorlar. Gerçeklikle sorunları bulunuyor.

1991 sonrasında bunun örneğini değişik kereler gördük, İngiltere’deki halk oylaması sonucu yeniden görüyoruz. Kafalarındakini, istediklerini gerçek yerine koyuyorlar. Gerçek önemli değil, Lenin’den iki alıntı yaparsın, mesele biter!

Böyle olacağı sanılıyor!

İngiltere’deki halk oylaması AB’nin çözülmesini değil de sağlamlığını gösterdi bile denilebilir.

İngiltere hiçbir zaman tam bir AB üyesi olmamıştı. Kendi para birimi bulunmasının yanı sıra Schengen Anlaşması’nı da imzalamamıştı. İngiltere hükümeti hemen her AB kararında kendisine ayrı statü tanınmasını isterdi.

Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı İngiltere’nin ayrılma kararını memnuniyetle karşıladı. Gerekçe; İngiltere AB içinde ABD’nin en güçlü müttefikiydi. Onun ayrılmasıyla AB daha bağımsız olmuştur.

ABD’nin AB içindeki ikinci müttefiki Polonya yönetimi de, “İngiltere’nin AB’ye dönüş yolunun kapatılmamasını” istedi.

AB çözülüyor mu yoksa başka bir şey mi oluyor, siz karar verin!

Burada yapılan bir durum tespitidir. AB’yi övmek ya da yermek başka bir konudur. Ülkemizdeki marksist-leninistlerin bir bölümü belki de önemli bir bölümü henüz objektif bir durum tespiti bile yapamadıklarını gösterdiler.

AB mi dağılıyor yoksa sizin kafa mı iyi dağılmış, bilinmez!

İngiliz gençlerinin neredeyse dörtte üçünün AB’ye evet demesi, AB kimliğinin kendisini sürekli olarak kenarda tutan bir ülkede bile epeyce oluştuğunu gösteriyor.

AB kimliğinin esası, ikili kimliktir: ulusal kimlik ve Avrupalılık…

Almanların önemli bölümü kendilerini Alman ve Avrupalı olarak görür.

Bu ikili kimlik İngiltere’de gençler arasında gelişmiş görünüyor.

Bu gençlerin bir bölümünün halkoylaması sonucunu “geleceklerinin çalınması” olarak görmesi bu nedenledir.

İngiltere, hatırlayacaksınız, neredeyse 200 yıl dünyanın en büyük sömürge imparatorluğuna sahipti. Bu dönemin etkisi özellikle yaşlı İngilizlerde kendisini hala gösteriyor. AB ülkelerinden gelen yabancılara –özellikle Polonyalılara- karşı tepkileri var. Eski sömürgelerden gelenler neyse de sömürgeleri olmayan bir ülkeden gelen ve AB ülkesi olmaları nedeniyle değişik haklara sahip olan yabancıları kaldıramıyorlar.

İngiliz halkı içinde ırkçılık hayli yaygındır. Bu ırkçılık kendini Fransa ve Almanya örneklerine göre daha farklı ortaya koyar ama vardır.

Bir avuç İngilizin dünyanın büyük bölümünü yönettiği günlerden nerelere düştü ülke!

Burada okumuş bir marksistin aklına hemen Engels’in şu belirlemesi gelir. Engels, İngiliz işçi sınıfının sömürgelerden elde edilen kazancın bir bölümünün dağıtılması sonucu pasifleşmesinden söz eder.

Evet, bu sanayileşmiş ülkede nadiren büyük işçi hareketi olur. Sonuncusu 1980’li yılların başlarındaki madenciler greviydi.

Bu tespit başka bir soruyu getirir: kendini ve insanlığı kurtaracak özelliklere sahip olarak görülen işçi sınıfı, biraz parayı görünce gevşiyorsa, gerçekte bu özelliklere sahip değil demektir.

İşçi sınıfı ancak dışardan bilinç iletilmesi sonucu sosyalist oluyorsa, aynısı köylülük ve kent küçük burjuvazisi için de geçerlidir.

Çarlık Rusyası’nda küçük bir azınlık olan işçi sınıfı köylülerin büyük desteğiyle iktidarı alabildi.

Çin devriminde işçi sınıfı yoktur denilebilir.

Küba’da ise devrimin ileri aşamalarına kadar rolü azdır.

İster köylülüğün fazla ayrışmadığı Çin gibi ülkelerde olsun, ister dışa bağımlı kapitalizmin hakim olması sonucu köylülüğün sınıflara ayrıştığı Küba’da olsun köylülüğün devrimdeki rolü hiç de geri planda değildir. Devrimin büyük kitlesini oluşturdukları gibi, onları yöneten de marksizmi benimsemiş küçük burjuva kökenli aydınlardır.

Mahir Çayan’ın terminolojisiyle “ideolojik öncülük” söz konusudur.

Diğer kapitalist ülkelerde durum çok mu farklı?

ABD’de başkanlık seçiminde adaylardan birisi olan Trump’un destekçileri özellikle işçilerdir. Fransa’da Ulusal Cephe’ye oy verenler de öyledir. Almanya’da Pegida’yı destekleyenler arasında da işçilerin önemli yeri bulunuyor.

Bu sınıf mı kendini ve insanlığı kurtaracak?

Değişik ülkelerde verilen ve şu veya bu oranda kapitalizmi hedef alan mücadelelere şöyle bir bakın…

Ön planda işçilerden çok başkaları bulunuyor.

Dünyanın yıllardan beri içinde bulunduğu durum sizi ilgilendirmeyebilir tabii!

Fransa’yı örnek vereceksiniz…

Evet, Fransa’da işçilerin bir bölümü aylardan beri direniş üzerine direniş sergiliyor.

Bu direniş çalışma yasalarında yapılmak istenilen değişikliğe karşıdır, düzeni hedef alan yönü yok denilebilecek kadar zayıftır.

İşçilerin kardeşliğini ise ekonomik konularda bile göremiyoruz.

Fransa işçi sınıfının eylemlerine destek olan başka tek ülkeden bile işçiler bulunuyor mu?

Hayır, bulunmuyor.

Bu eylemler gizli de değil, herkes duyuyor, televizyonlardan izliyor.

Bu durum işçilerin umursamazlığını gösterdiği gibi, bir zamanlar bizde pek moda olan “emeğin Avrupası”nın da bulunmadığını gösteriyor.

Sahi nerede bu emeğin Avrupası?

Emeğin Avrupası, AB düzeyinde örgütlü emek hareketini gerektirir.

Bunun örgütlerinin bulunması gerekir ama yoktur.

Avrupa Sendikalar Birliği var ama etkinliği bulunmuyor.

Avrupa Sol Partisi de kısa bir parlamanın ardından etkisizleşti.

AB çapında işçi ve emek örgütleri sadece lafta bulunuyor.

Bazı yazılarda “işçi sınıfının dayanışmasının yükseltilmesi” için çağrılar okuyorum. Bu çağrının eylemli karşılığı bulunmuyor ve bu durumda çağrının anlamı da olmuyor.

İşçiler değişik ülkelerde bağıra bağıra “biz önemli gerici özellikleri olan bir sınıfız” diyor, ama marksist anlamıyor.

19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında sosyalizme yatkın özelliklere sahip olmak, daha sonra da bu özelliklerin süreceği anlamına gelmiyor.

Kapitalizm değişti. Büyük işletmeler ortadan kalktı. Fabrika işçilerine toplu olarak ulaşmanın, onları toplu olarak harekete geçirmenin imkanları çok azaldı.

İşçi sınıfı kültürünün önemli bileşeni olan işçi semtleri kalmadı.

Sadece işçiler değil bütün emekçiler yıllardan beri sadece fabrikada değil,  sürekli olarak medya taarruzu altındadır.

Yüz yıl önceki günler yok artık…

Bilinç verilmemiş, deniliyor.

Haklı bir saptama ama dışardan bilinçle sosyalist olunuyorsa, bu özellik sadece işçilere özgü değildir.

İşçiler devrimci, sosyalist olabilecek olanların içinde bir bölümdür; bundan fazlası değil…

Yazıyı “AKP’ye oy verenlere kızmayın” diye bağlayacağım. Basit çıkarlarla hareket edenler sadece Türkler ve Kürtler arasında bulunmuyor, her yerde varlar.

Son örnek, İngiltere’deki halk oylamasıdır.

Polonyalılar geldiler (sayıları en az 400 bin kişi) İngiltere’nin sosyal sistemini sömürüyorlar, bize para kalmıyor!

Türkiye de AB üyesi olursa burası iyice dolacak!

İngiltere’deki halk oylaması sırasında AB’den ayrılmak isteyenlerin ön plandaki konuları bunlardı.

Gerçeğin böyle olmadığını iyi çalışarak herkese olmasa bile önemli bir kesime anlatabilirsiniz ve insanların bir bölümünün tutumu değişebilir. Bu insanların işçi olması da şart değildir.

Sadece bu konuda değil, her konuda böyledir.

İngiltere yasalarına göre halk oylaması sonucunun parlamento için bağlayıcı yanı bulunmuyor ama parlamentonun bu kararı yok sayması da mümkün görünmüyor.

Ne yapacaklar, kendi sorunlarıdır.

Son Güncelleme: Salı, 28 Haziran 2016 20:46