Şuanda 33 konuk çevrimiçi
BugünBugün703
DünDün2214
Bu haftaBu hafta9438
Bu ayBu ay30440
ToplamToplam10192494
Devlet akılları... PDF Yazdır e-Posta


Devlet aklı’ndan söz edilir ama bu doğru bir belirleme değildir. Çoğul olarak kullanılması gerekir; devlet akılları vardır.

Tekelci burjuvazinin içinde bazen birbiriyle çelişkili özellikler taşıyan farklı akıllar bulunur. Bunlar bazen çok önemli konularda da ortaya çıkabilir.

Almanya için bunun örneği hakim sınıfın üç ayrı temsilcisinin mülteciler politikasındaki farklılığında görülebilir.

CDU ya da Hıristiyan Demokratlar bir yıl önce sınırları açtılar ve bir milyon kadar mülteci ülkeye giriş yaptı. CDU bunu Başbakan Merkel aracılığıyla her zaman savundu ve mülteciler için üst sınır konulmasını kabul etmedi.

Aynı partiyle birlikte olan ama sadece Bayern eyaletinde örgütlenen CSU ise üst sınır konulmasından ya da yeni mülteci sayısının açık olarak sınırlandırılmasından yanadır.

SPD ya da sosyal demokratlar da yaklaşık böyle düşünüyorlar.

Almanya İşverenler Birliği geçtiğimiz yıl açıklama yaparak Alman ekonomisinin mültecilere acil olarak ihtiyacı bulunduğu belirtmişti. Bunlardan özellikle eğitim görmüş olanlarının kısa sürede Almanca öğrenmesi sağlanmalı ve teknik alanda eğitime yöneltilmeliydiler. Ülkede büyük teknik eleman açığı bulunuyordu.

Herfried Münkler – Marina Münkler’in yeni okumaya başladığım kitabı “Die Neue Deutschen” (Yeni Almanlar) daha ilk sayfalarda başka bir önemli konuya işaret ediliyor. Eğer Almanya sınırlarını kapatsaydı ne olacaktı? Yunanistan-Makedonya sınırında kalanlara ek olarak bir milyondan fazla mülteci Balkan ülkelerinde sıkışıp kalacaktı. Bu ise bölgenin etnik çatışmaya esasen uygun olan yapısını istikrarsızlaştıracaktı.

Avrupa Birliği’nin istikrarında Balkan ülkelerinin önemli payı vardır. Bu bölge istikrarsızlaştığı zaman AB’nin istikrarlı kalması mümkün değildir.

Doğru bir belirleme… Bu kararı bir ekip vermiştir, Merkel ön planda görünen kişidir.

AB’nin patronu olarak Almanya hükümeti hızlı karar verdi ve gerekeni yaptı.

Bu karar Almanya’da klasik sağ partilerin dışındaki sağın, ırkçı ya da buna yakın sağın hızla yükselmesine de neden oldu. AfD (Almanya İçin Alternatif) adlı parti eyalet seçimlerinde çift rakamlı oy oranlarına ulaşmaya başladı.

AB üyesi ülkelerde de özellikle Müslüman göçmenlere karşı açık tavır alınması söz konusu. Macaristan bunlardan bir tanesi… Bu ülkenin başbakanı olan Orban, bir milyon mültecinin Avrupa’dan sürülmesinden yanadır. Macaristan’ın 1350 mülteci alması gerekiyordu ama almıyor. Yakında bu konuda halk oylamasına gidilecek ve alınmaması doğrultusunda karar çıkacağı da kesin gibi… Macaristan’ın nüfusu 10 milyon ama bu kadarcık mülteciyi bile almak istemiyor.

Slovakya Müslüman mülteci istemediğini açıkladı. Benzer bir eğilim Polonya’da da var. Avusturya’da da büyük sıkıntı yaşanıyor.

Gerekçeleri ise genel olarak şöyle: göçe evet ama Müslümanlar toplumla bütünleşmezler, başımıza dert olurlar.

Hollanda’daki sağcı partiler de Erdoğan yandaşı Türklerin ülkeyi terk etmesini istiyor.

“Gidin orada yandaşlık yapın, burada ne işiniz var!”

Almanya ise Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya gibi Balkan ülkelerinden gelen mültecileri hızla sınırdışı etmesine ve sıranın Afganistan’dan gelenlere gelmesine rağmen Müslümanlar konusunda en rahat ülke gibi görünüyor. AfD de özellikle Müslümanları hedef alıyor ama hakim politikayı büyük oranda değiştirmesi mümkün görünmüyor.

Almanya’nın Müslümanlar konusundaki rahatlığı yaklaşık on yıl önce başladı. Avlularda bulunan mescitlerin ortadan kalkmasının ve cami yapılmasının yolunu açtılar. Ülkede çok sayıda cami yapıldı ve yapılıyor. Aşırı sağcı partilerin bu konuda açtıkları kampanyalar işe yaramadı. SPD, Yeşiller, Sol Parti ve CDU ya da bütün kitle partileri din özgürlüğünü savununca; AfD’nin bile bu konuda bir şey yapması zor görünüyor.

Bu sırada Başbakan Merkel’in sözleri tartışma yarattı: İslam Almanya’ya aittir.

İtiraz olarak islamın Almanya tarihinde bulunmadığı öne sürüldü ama bu itiraza verilen cevap şöyleydi: dört kuşaktır ülkede Müslüman göçmenler yaşıyor. Bu insanlar buraya aittir.

Almanya’nın politikası şöyle özetlenebilir: büyük bir eğitim hamlesiyle birlikte Müslümanların ortaya çıkması istendi. Üniversite dahil herkes için eğitim… Üniversite öğrencileri için verilen burslar herkes için genelleştirildi, harçlar düşürüldü, üniversitelerde İslam bölümleri açıldı.

Çık ortaya, oku, biz seni kendimize çekeriz!

Bu uzun vadeli bir politikadır ve ilk sonuçları için en az on yıl geçmesi gerekiyor ama başarılı olduğu şimdiden görülüyor.

Bu konuda aralarındaki çelişkilere rağmen devletin bütün akılları yaklaşık aynı düşünüyor.

Dinleri, ibadethaneleri serbest olan insanlar gizliliğe neden yönelsinler?

Aleviler ise Türkiye’de sahip olmadıkları haklara sahipler.

Okullarda seçmeli İslam dersinin yanı sıra Alevilik dersi de bulunuyor.

Gelecek yıl Almanya’da federal genel seçim var ve AfD ve yandaşlarıyla çatışma sürecek…

Almanya’nın 1945 sonrası tarihinde görülmeyen başka bir gelişme daha var: çok sayıda gönüllünün mültecilere yardımcı olması. Üniversitelerde bile mültecilerin okula alışması ve bir an önce başlaması için gönüllülerin verdiği Almanca kursları bulunuyor. Gönüllüler önemli çünkü devletin konuyla ilgili personeli yetmiyor.

Bu insanları sosyalist olarak görmek mümkün değil, içlerinde böyle olanlar da bulunmakla birlikte büyük çoğunluk –aşırı sağcılık dışında- diğer politik eğilimlere sahiptir.

Münkler’lerin kitabının başlarında başka önemli bir belirleme daha bulunuyor:

Dünya çapında 1945 sonrasının en büyük göçü yaşanıyor. 60 milyon kadar insan yollardadır. Bazı devletlerin çözülmesi, çevre felaketleri, savaşlar, kıtlık ve diğer ekonomik zorluklar insanları göçe itiyor.

Göç nedenlerinin ortaya çıkmasında AB’deki büyük ülkelerin yanı sıra ABD’nin da önemli payı bulunuyor.

Bunlar tamam ama bunları söyleyip sonra da durumu izlemekle yetinmek neye yarar?

Görüşlerini söylemek politika yapmak değildir. Fikir özgürlüğü var, konuş konuşabildiğin kadar, ama bundan ne çıkar ki!

Somut bir durum var; adı konulursa 1 milyon mülteci…

Çözüm üretmek ve hayata uygulamak gerekir. Her politik eğilim bunu doğal olarak kendi anlayışı doğrultusunda yapacaktır.

Yazar SPD’ye yakın ama genel olarak her politik eğilimin ve sosyalistlerin de yapması gereken budur.

Bu durumun sorumlusu emperyalistlerdir, de ve kenarda dur… Olmaz!

Almanya’daki sol dergilerde Arapça sayfaların yer alması boşuna değil…

Mutlaka bu dilde bildiri de dağıtıyorlardır.

Ne kadar insana ulaşabilirler, ne kadar etkili olabilirler, bilinmez ama konuyla ilgilendiklerini gösteriyorlar.

İlgileneceksin ve bu vasıtayla göçün gerçek nedenlerini açıklayacaksın.

Kendi kendine konuşarak bu yapılmaz!

Sendikalar da hemen çalışma izni verilen mültecilerin örgütlenmesiyle ilgileniyor.

Türkiye’de yaklaşık üç milyon Suriyeli bulunuyor ve içlerindeki sol görüşlü insanlar ülke solunun kendileriyle hiç ilgilenmediğinden şikayet ediyor.

Suriye’de savaşın sürmesinde Türkiye’nin önemli payı var, dolayısıyla sorunla uğraşmak da onlara düşer zihniyeti duvara tosladı bile…

Bu insanlar beş yıllarını dolduruyorlar, aşamalı olarak vatandaş olacaklar ve tabii ki AKP’yi destekleyecekler…

Başka ne olacağını bekliyordunuz?

Sendikalar çok ucuz işgücü olarak çalıştırılan bu insanları istemiyor.

Büyük çoğunluk kamplarda kalmadığı için bu insanlara ulaşmak Almanya’dakinden daha kolaydır. Almanya’da temel ihtiyaçları devlet karşılıyor, gönüllüler bunun ilerisini yapmaya çalışıyor.

Şimdi Suriye sınırına uzun bir duvar örülüyor.

Alınan alındı ve bu insanlar büyük oranda geri dönmeyecekler.

Dönülecek ülke kalmadı, terk etmek zorunda kaldıkları yerler büyük oranda yıkıldı.

Türkiye’de çok sayıda Suriyeli çocuk doğdu, çok sayıda firma kurdular, çok düşük fiyatlara çalışıyorlar ve Türkçe de öğrenince gittikçe yerleşiyorlar.

AKP bilinçli olarak bu kadar insanın ülkeye gelmesini sağladı.

Suriye’yi boşaltmak istiyorlardı ve bir oranda da yaptılar.

Daha fazla insanın gelmesi gerekli olmadığı için şimdi sınıra duvar yapıyorlar.

Bu üç milyon insanın geride kalan akrabaları da bulunuyor.

Onlarla sürekli ilişki içinde olacaklarına göre, buradan çıkan sonuç; Türkiye’nin gelecekte de Suriye’de iç bir olgu olarak varolacağıdır.

Devlet aklı var, açık çalışıyor ve “su akar, sol bakar” misali izlemekle yetiniyoruz.

 

Yaygın deyimle; hayırlısı olsun, ne diyelim!