Şuanda 22 konuk çevrimiçi
BugünBugün2166
DünDün1137
Bu haftaBu hafta5886
Bu ayBu ay26888
ToplamToplam10188942
Sıra hepimizde, direnme zamanıdır! PDF Yazdır e-Posta
Bayındır-Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 31 Ekim 2016 18:18


Önce PKK’ye saldırdılar. Kürt halkının öz savunma güçlerine saldırdılar. Yüzlerce, binlerce Kürt öldürüldü. Kürt şehirleri yerle bir edildi. Sonra yetmedi sınır ötesi operasyonlara girişildi. Kesmedi, Kürt halkının ve demokratik muhalefetin temsilcilerine saldırdılar, tutukladılar. Bu da kesmedi, muhalif devrimci basını susturdular. Sıra belediye başkanlarına ve en son olarak ta siyasi temsilcilere geldi. Bu kadarı da kesmemiş olacak ki; Cumhuriyet değerlerini savunduğunu iddia eden, yukarda saydıklarımız için sesini bile çıkarmayan Cumhuriyet gazetesine operasyon yaptılar.

Yani, “sıra sana geldi” sevgili arkadaşımız. Sıra sizlere geldi ve siz hala gaflet uykusundasınız.

Bugün sesini çıkaramayanların yarın için söylenecek sözleri yoktur.  Bu bazılarına soyut propaganda gelebilir ama durum gerçekten vahim bir hal alıyor. Aldı bile. Artık sıranın tek tek eski solculara, demokratlara, giderek Kemalistlere, laikçilere gelmesini beklemeden ayağa kalkmak zamanıdır.

Kürt halkının göz bebeği Diyarbakır’da belediye eş başkanları tutuklandı. Özgür Kadın Kongresi yöneticisi eski bir milletvekili tutuklandı. Bu bizi, devrimcileri, demokratları, Alevileri, laiklik savunucularını, Kürt halkını, Türk halkını ve tüm ötekileştirilen kesimleri deneme operasyonlarıdır. Operasyonlara yeterli tepki gelmezse arkası daha da saldırganlaşarak gelecektir.

Eğer bugün ayağa kalkıp safları sıklaştırarak sokakları onlara dar etmezsek, yarın çok geç olacaktır.

Bu yapılanlar bir darbe uygulamasıdır ve görüyoruz ki darbe devam ediyor. Bu darbenin devam ettiricisi Erdoğan ve AKP iktidarıdır. Biliniyor her darbeden sonra Siyaset devre dışı bırakılır. Bugün Türkiye’de Millet Meclisi devre dışıdır, siyasi partiler devre dışıdır ve hatta AKP hükümeti bile devre dışıdır. Devrede olan tek şey Erdoğan’ın tek kişilik yönetim diktatoryasıdır.

Yine biliniyor her darbeden sonra baskı, şiddet, sindirme, zulüm ve işkence gelir. Yapılan uygulamalara baktığımızda açıktan bir darbe ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Artık iyice açığa çıkıyor ki, 15 Temmuz aslında bir Erdoğan darbesidir. Bu darbe 7 Haziran seçimlerinden sonra uygulamaya konulan yeni konseptle başlamış ve 15 Temmuz’da tüm devlet mekanizmalarının bir bir ele geçirilmesiyle yeni bir safhaya evrilmiştir. Bu darbe öyle bir gecede iktidarın ele geçirilmesi biçiminde değil, zamana yayılmış olarak sürekli bir darbe durumu yaşanıyor.

Gün geçmiyor ki, devlet kurumlarında görevden almalar yaşanmasın, gözaltılar, tutuklamalar olmasın. ‘’FETÖ darbesine karşı mücadele ediyoruz’’ söylemi arkasına saklanan Erdoğan ve şürekâsı darbeye karşı değil, darbeyi daha da derinleştirmek için uğraşıyor.

Yaşananlar Erdoğan’ın ne Gülen karşıtı, ne de DAİŞ karşıtı olmadığını tüm açıklığı ile ortaya seriyor. O ilerici olanın, devrimci olanın, dönüştürücü olanın karşıtıdır. Ondan dolayı nerede ilericiliğe dair, laikliğe dair, demokrasiye dair, kardeşliğe dair bir umut varsa oraya saldırıyor. Gerici faşist AKP iktidarı gücünü karanlıktan ve cehaletten alıyor.

Baskı ve şiddet söyleyecek sözü olmayanların yöntemidir. Erdoğan’ın söyleyecek sözü kalmamıştır. Bu nedenle iktidarını sürdürmenin biricik yolu olarak zulmü görmektedir. Artık bir kısır döngüdedir. Bütün diktatörler gibi o da sonunun yakın olduğunu gördüğünden kendinden olmayanlar üzerinde baskıyı daha da arttırıyor.

Mücadele tarihinin tanıklığı der ki; ‘’ karanlığın en koyu olduğu an, güneşin doğmasına en yakın andır’’. Erdoğan bu karanlığı uzatabilmek için şiddetin dozunu arttırarak ve topluma yayarak ‘’çözüm’’ bulmaya çalışıyor. Ancak etkinin tepki yaratacağı doğa yasasına ne kadar karşı konulabilir ki.

Nitekim Erdoğan zulmünü, baskısını, işkencesini topluma yaydıkça, muhalif güçleri birbirine yakınlaştırıyor aynı zamanda. Zulüm bir süre toplumda korku yaratsa da geçicidir. Korkunun ecele faydası yoktur. Sindirilen toplum da bir gün korkunun ölümü geciktirmediğini anlar ve yaşam hakkı için ayağa kalkar.

Bu saldırı dalgasına tüm muhalif kesimlerin güçlerini birleştirmesiyle karşı koyulabilir ancak. Bundan dolayı bütün sol siyasal yapılanmaların, bireylerin, sivil toplum kurumlarının, ülkesini, yurdunu sevenlerin, inancının, etnisitesinin, cinsiyetinin ve bütünüyle yaşam hak ve özgürlüğünü savunan herkesin birlik içinde güçlerini bir araya getirerek toplu karşı koymasıyla bu faşist iktidar geriletilebilir ve yıkılabilir.

O halde daha fazla beklemeyelim. Sokaklar direniş mekanlarıdır. Yüzlerle, binlerle değil onbinler, yüzbinlerle yürümeliyiz. Bunu bir kez başarırsak sonu gelir. Yeter ki gücümüze, insan gücümüze güvenelim.

AKP iktidarı tüm egemenler gibi toplumu bölerek yönetmeye çalışıyor. Kürt-Türk diye bölüyor, Alevi-Sünni diye bölüyor, solcu-milliyetçi diye bölüyor. Müslüman-ateist diye bölüyor.  O zaman biz ilericilerin, devrimcilerin yaratılmaya çalışılan bu suni bölünmeleri ortadan kaldırıp faşizme karşı olan, zulüm iktidarından zarar gören her toplumsal kesimi bir araya getirecek bir siyaset üretmemiz gerekmektedir.

İçte sessiz, tepkisiz bir toplum yaratarak gücünü pekiştirmeyi hesaplayan Erdoğan, aynı anda bölgeye yönelik geliştirdiği işgalci politikayı da devreye koydu. Çılgınlık düzeyine varan bu politikaları boşa çıkaracak olan halkların birleşik devrimci gücüdür. Kendisini demokrasi cephesinde gören her birey ve örgütsel yapı faşist AKP iktidarına karşı tutumunu netleştirmeli ve gücünü birleştirerek, sözü eyleme dönüştürmelidir.

Gün, siyasette ’’küçük olsun benim olsun’’ günü değildir.

AKP iktidarı Erdoğan öncülüğünde devrimci, demokrat, aydın, ilerici ve mazlum halk kesimlerine karşı topyekün bir imha savaşı sürdürüyor.  Bu karanlık süreç mevcut faşist iktidara karşı Topyekün bir karşı koyuşla aşılabilir. İçinden geçilen süreç faşizme karşı birleşik bir direnişi zorunlu kılıyor.

İnanıyoruz ki, bu görkemli direniş mutlaka hayata geçirilecek ve zalimler hak ettikleri yere, tarihin çöplüğüne süpürülecektir.