Şuanda 46 konuk çevrimiçi
BugünBugün815
DünDün2801
Bu haftaBu hafta7336
Bu ayBu ay28338
ToplamToplam10190392
MOZART PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Cuma, 18 Kasım 2016 22:37


“Çorba kaşıkla içilir oğlum” dedi annesi, kabına sığmazlığının acelesiyle bir tas çorbayı kafasına dikerken. Dilini yaktı, ateşi ve yangını öğrendiğinde henüz üç yaşındaydı. Attığı çığlığın tiz sesiyle irkilirken ilk konçertosunun notalarını da keşfetmişti. Babası oğlunun çığlığından öylesine gururlandı ki, bu çığlık Viyana önlerine demir atmış Napolyon’un ordularına ateş püskürecek geleceğin Avusturya/Macaristan imparatorluğunun komutanına ait olabilirdi. Yolun açık olsun “Mozart… Geleceğin Avusturya Macaristan imparatorluğunun askeri dehası…”. Böyle demişti babası, oğluyla duyduğu gururdan iki gözünün yaşı yanaklarına damlarken… üç yaşındaydı elbette ama babasının gözyaşlarına “si” notasıyla cevap verdiğinde babasının bunu kendisinin bilmediği ve elbette deha Mozart’tan başkasının da bilmesine imkan olmayan bir askeri terim olduğundan hiç kuşkusu olmayacaktı.
Babası, kendi babasından kalma, güve yeniğine karşı naftalinle korumaya aldığı üniformayı ve kılıcı sandıktan çıkararak Mozart’ın önüne seriverdiğinde Mozart uzun bir “do” sesi çıkardı… “Tanrım” dedi babası “ bu nasıl bir dehadır ki, şimdiden, daha üç yaşından düşmanlarımızın çözemeyeceği simgelerle gizliyor askeri sırlarımızı”… Avusturya/Macaristan imparatorluğunun tarihinde şimdiye kadar böylesi hiç görülmemiş bir askeri deha filizleniyordu yanı başında, burnunun dibinde ve bu onun oğluydu. .. Kendini alamadı, heyecanının bastıramadı, bir savaş oyunu oynar gibi sandıktan çıkardığı babasının kılıcını rastgele havada savurmaya başladı, oğlu savaş oyunlarını şimdiden öğrenmeliydi… Oğlunun Viyana önlerine gelip dayanmış Napolyon ordularının bir kılıç darbesiyle nasıl perişan ettiğini, Fransız askerlerinin canını kurtarmak için nasıl birbirlerini tepeleyerek kaçtıklarını hayal etti… “ Bir kılıç darbesinde bin kelleeeee…” diye nara attı. Mozart dehşetle gözlerini babasına dikip “sol, sol,sol” notalarını okuyarak cevap verdi. Daha bir şaşkındı babası, “evet bu da başka bir askeri terimdi ve Avusturya/Macaristan düşmanlarının ordularının generalleri asla bu şifreyi çözemeyeceklerdi… Hele bir büyüsün, askeri akademiye bir adımını atsın, imparator bu dehayı hemen fark edecek ve kendisini böyle bir dehanın babası olduğu ve onu böylesi müstesna bir askeri yetenekle yetiştirdiği için krallık sarayında onurlandırılacak ve omuzlarını, göğüslerini “üstün hizmet” madalyalarıyla donatacaktı. Bu geniş imparatorluğun en ücra köşelerinde bile artık kendisini tanımayan kimse olmayacağı gibi, Avusturya’ya atanan yabancı ülkeler büyükelçileri de kendisine duyulan hayranlıkla önünde eğileceklerdi. Haklıydı da, oğlu sayesinde bütün Avrupa imparatorluğa boyun eğeceği gibi, Asya ve Afrika da imparatorluğun egemenliğini kayıtsız şartsız, itiraz eden olursa da komutan Mozartın korkusundan tir tir titreyerek kabul edecekti… Tarihin bu muhteşem anına tanıklık etmek için ne kalmıştı ki, şunun şurasında birkaç yıl üç,,,beş.. yııılll !… Oğlunun üç yaşında olduğunu hatırladı, Kendisi müzisyendi ya, oğlunun telli çalgılara ilgisi, onun gelecekte icat edeceği silahların incelenmesinden başka ne olabilirdi ki… Vallahi bu çocuğun ne yapacağına akıl erdirmek zordu, aklı fikri silah ve savaştaydı ve şimdiye değin tarihin tanık olmadığı savaş planları ve strateji savunmalarındaydı. Babası, her savaş gösterisine Mozart’ın hep aynı “ sol, sol, sol” notasıyla yanıt vermesinden duyduğu huzursuzluğu ört bas eder, içine kurt düşürmesine, kuşkudan kıvrandırmasına karşın hiç belli etmez, öfkesini dışa vurmazdı.
Derken… Hayat da akıp geçiyordu. Artık oğlunun keşfedilmesi zamanı da gelmişti tabi… Dile kolay… Mozart 13. Yaşını bitirmek üzereydi ve memleket meseleleri beklemezdi… İmporator hazretlerinin tahtının bekası ve düşmanlarının korkulu rüyasının tarihe adım atması zamanı gelip çatmıştı. Çağ yıkıp çağ açacak bir deha…
Babası Mozart’ın önüne bir dilekçe koydu… “Yüce Avusturya/Macaristan imparatorunun askeri Harp akademileri komutanlığına”…Dilekçenin on sayfası zaten Mozart’ın bütün maharetleri sayılıp dökülmesine ayrılmıştı ve biteceği de yoktu… Babası, solgun bir meşale ışığında dilekçeyi okurken Mozart’ın gözü gökyüzünde, dikkatleri yıldızların hareketlerindeydi… Penceresinden gözlerine düşen ay ışığının notaları dizilmeye başlamıştı bile ve sonatın adı konulmuştu bile… “Ay ışığı sonatı”…Mozart, ağzının içinden notaları dizerken, zaman zaman çıkardığı sesleri babası hayra yorumladı: “Askerlerine saldırı emri vermeden İncil’den ayetler okuyor dedi. Gerçekten Mozart’ın dudağından dökülen notalar bir biri üstüne biniyor, çıkardığı ses, sesin duyulduğu alandaki konu komşuyu da mest ediyordu. Güldü babası, “oğlumun sesini müzik sanıyorlar, huşu içinde dinliyorlar. Oysa, o geleceğin komutanı olarak en ölümcül savaşların marşını bestelemekle kalmıyor, düşman cephesinde rehavet yaratmak için taktikler geliştiriyor” dedi. Canı sıkıldı. “Bu dilekçeyi yazıp yarından tezi yok Harp akademileri komutanlığına götüreceksin…
Sayfalar dolusu yazdığı nota yazdığı teleğini mürekkep hokkasına batırıp, babasının istediği dilekçeyi yazmaya başladı…
“Arp akademisi konservatuarına/Viyana”..
Dilekçenin geri kalan sayfalarca askeri terimlerini notalara dönüştürüp, dolabına kaldırdı. Arp akademisi büyüleyiciydi, pencerelerinden kırlangıçların havalandığı, kapı aralıklarından notaların ses verdiği bir rüya… Sıcak yüzler, gülümseyen insanlar…
1Arp, arp, arp” dedi, büyükçe bir arpın başına oturduğunda arpın telleri Paris’ten ses verdi, Berlin’de çınladı, Amsterdam yakın kapı idi ama Londra’da Charli Chaplin yüzünü saraya dönüp nanik yaptı, Moskova’da Çaykovski kulak kesilirken, Beethoven gülümsedi. Topkapı sarayında amentü sesleri arasında kaybolup gitti…
Viyananın dondurucu bir kış gününde bir kız çocuğu “ anne çok üşüyorum” dedi. Anne, Alel acele gramafona bir Mozart ezgisi koydu, galiba “ ay ışığı sonatı” idi, “ben anneyim dedi, önce yüreğini ısıtmalıyım”. Gülümsedi ana kız, kucaklaştılar.
İmparator Mozart’ı sarayına davet ettiğinde Avusturya/Macaristanın kahraman orduları için bir marş bestelemesini istedi. “Teleğimin ucu, hokkamın mürekkebi savaş nameleri yazmaz haşmetlim” dedi, “ isterseniz bir barış valsi yazarım.
Derler ki Mozart, Cennette savaş kahramanlarıyla yan yana olmak yerine Cehennemde günahkarlarla savaş trompetlerinin susmasını beklemektedir.