Şuanda 283 konuk çevrimiçi
BugünBugün556
DünDün2294
Bu haftaBu hafta6528
Bu ayBu ay40265
ToplamToplam10156820
Reislik kültürü PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 30 Kasım 2016 22:16


Reislik kültürü, otoriter yönetime özlem gibi belirlemelerle ifade edilebilecek bu özellik her şeyden önce kültürel bir belirlemedir. Sömüren-sömürülen sınıf analiziyle kesinlikle bu kavramlara ulaşamazsınız. Ama vardırlar ve bazen inatla kendilerini dayatırlar.

Bir Çin sözü, “Kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır” der.

Sanki bizdeki sosyalistler için söylenmiş bir söz…

Dünyayı sadece kendi perspektifinden görmek ve geçmişte ve bugün başkaları neler yaşamışlar ya da yaşıyorlar dikkate almamak…

1930’lu yıllarda Almanya’da Naziler iktidara gelmeden önce sosyalistlerin arasında yapılan tartışmalara göz atmak pek kimsenin aklına gelmez.

O yıllarda SBKP’den sonra dünyanın ikinci büyük komünist partisi olan Almanya Komünist Partisi’nde örgütlü olanlar kendi görüşlerine karşı getirilen tezleri bir türlü anlayamıyorlardı. Bu tezler solda duran ama farklı olan Horkheimer ve Fromm tarafından getiriliyordu. Onlara göre Almanya ixşçi sınıfında büyük bir otorite özlemi vardı ve Hitler’in partisi iktidara yürüyordu.

AKP’ye göre ise böyle bir şey olamazdı. Ülkede derin bir ekonomik kriz vardı ve kendileri de işçiler arasında örgütlüydü. Bu nedenle Nazilerin iktidara gelmesi mümkün değildi.

Ama böyle olmadı. Naziler komünistleri hem sokakta hem de sandıkta yenerek, işçilerin önemli bölümünü de kendi yanlarına çekerek iktidara geldiler.

1960’lı yıllarda Adorno, “Otoriter Kişilik” adlı yapıtında Nazilerin başarısını ailedeki sosyalizasyonun özelliklerine ve otoriter eğitime bağlayacaktı. Başka faktörler de vardı ama Naziler ağır ekonomik buhran şartlarında ve örgütlü bir işçi sınıfının da varlığında yine de iktidara gelebilmişlerdi. AKP gibi güçlü bir komünist partisini yenerek iktidara gelebilmişlerdi.

Almanya’da 1968 hareketinin toplumda nazi geçmişle hesaplaşmayı başlatan girişiminde bu nedenle otoriter olmayan eğitimin savunulması ve yerleştirilmesi önemli yer tutar.

O yıllardan sonra Almanya’da önderlik kültü büyük darbe yedi.

AKP’liler önderlik kültürü, reislik kültürü, başkanlık kültürü tarihimizde var derken doğru söylüyorlar.

Osmanlı İmparatorluğu’nda dönemlerin padişahlarla özdeşleşmesinin ötesinde cumhuriyet tarihinde de farklı bir durum bulunmuyor: önce tek adam Atatürk, ardından ikinci adam İnönü ile devam ediyor.

Sosyalist örgütlerde de farklı bir durum bulunmuyor: çok sayıda örgüt belirli isimlerle özdeşleşmiş durumdadır. Kişilerin örgütlerin tarihinde önemli rol oynaması sadece solda söz konusu değildir ama sadece solda kişiler bu kadar öne çıkarılır, neredeyse evliyalaştırılır.

Kürtlerde de farklı bir durum söz konusu değildir.

Liderlik kültü Nazilerle birlikte ortadan kalkmadı. Başka örnekler de bulunuyor.

Yarınki Orta ve Güney Asya Etnolojisine Giriş dersinin konusu Türkmenistan’da liderlik kültü ve Türkmenbaşı. Profesör okunacak materyal da vermiş: on yıl önce Türkmenbaşı hakkında yazılmış bir doktora tezi, 400 sayfa, İngilizce.

Tezin içindekiler bölümüne baktım. Tahmin ettiğim gibi Max Weber’in konuyla ilgili tanımıyla başlıyor ve ardından değişik örnekleri inceliyor. Bu örnekler Afrika’dan: Moiz Çombe ve İdi Amin. Bunların ardından Türkmenistan tarihine ve Türkmenbaşı’na geliyor. Bu ülkenin başkentinin adı da Türkmenbaşı adını taşır. Anlayın artık iş nereye kadar varmış!

Böyle bir reislik anlayışının topluma kabul ettirilmesinde zorlama mutlaka vardır ama tarihsel özellikler ve buradan gelen kültürün de önemli etkisinin olması gerekir. Yarın özet olarak konuyu anlarım sanıyorum. Bir hafta sonraki büyük derse paralel yapılan küçük çalışma grubunda ise kitabın 40 sayfalık seçilmiş bir bölümü tartışılacak. Orada konuyu daha da iyi anlarım sanıyorum.

Soru şudur: reislik kültürü hangi tarihsel özellikler temelinde yükseliyor?

Konuyu tam anlamak için 400 sayfalık doktora tezini okumak gerekiyor ama hangi zamanda yapılacak bu iş bilemiyorum.

İngilizce olması hiç sorun değil de 400 sayfa olması sorun…

Dersin adı üzerinde, giriş yani genel bir bakış açısı sunuyor. Konuyu derinlemesine öğrenmek istiyorsanız referanslar da veriyor. Mesela Kırgızlar’da akrabalığın önemi başka bir ders konusuydu. 70 yıllık Sovyet yaşamı bu ilişkileri pek değiştirmemiş. Bu kadar köklü özelliklerin 70 yılda değişmesi de mümkün değil. Göçebe toplumundan sosyalizme, oradan da kapitalizme geçiş…

Birkaç ders sonra Özbekistan var. Türki denilen cumhuriyetler içinde en büyük olanıdır ve bizim Osmanlıcılar da bu ülkeyi hiç sevmezler. Nedeni ise, Özbekistan doğumlu olan Timur’un 1402’deki Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt’ı yenmesi ve Osmanlı’yı dağılmanın eşiğine getirmesidir. Osmanlı Trakya’daki toprakları sayesinde kendini toparlar, Anadolu Timur’a teslimdir.

Akdeniz’in ve İpek Yolu’nun öneminin azalmaya başladığı, okyanus yollarının keşfinin gündeme geldiği tarihin önemli bir döneminde Osmanlı bu yenilgi nedeniyle yaklaşık 50 yıl kaybeder. Kaybetmeseydi ne olurdu, bilinmez ama o zamanki 50 yıl herhangi bir dönem değildir.

I. Beyazıt’ı esir alan Timur’un yaptıkları da bilinir: Beyazıt’ı Buhara ve Semerkant’a götürür ve kafes içinde halk arasında dolaştırır. Karısını huzurunda çıplak oynatır. Beyazıt da bu kadarına dayanamayıp yüzüğündeki zehri içerek intihar eder.

Tarih kitaplarında Alpaslan’ın esir alınan Bizans ordusu komutanına (yanlış hatırlamıyorsam adı Romen Diyojen idi) ne kadar iyi davrandığı anlatılır.

1878’de Plevne’de esir düşen Osman Paşa’nın Rus generallerinden ne kadar iyi muamele gördüğü de belirtilir.

Timur Moğol asıllıdır.

Birbirine yakın olanların ise esir düştüklerinde çok farklı muamele gördüklerinden hiç söz edilmez.

Neyimiz düzgün ki tarihimiz düzgün olsun!