Şuanda 63 konuk çevrimiçi
BugünBugün1128
DünDün2294
Bu haftaBu hafta7100
Bu ayBu ay40837
ToplamToplam10157392
Halep ve sonrası PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Cuma, 16 Aralık 2016 19:11


Yüzbinlerce insanın öldüğü, nüfusunun yarıya yakınının göç ettiği, ülkenin harabeye çevrildiği konuları hiç gündeme gelmezken, şimdi Suriye’de kim kazandı, kim kaybettinin tartışması yapılıyor. Kazanan yok kardeşim. Hiçbir savaşta da kazanan olmamıştır. Herkes kaybetti. İnsanlık kaybetti. Ülkeler yakılıp yıkıldı. İnsanlar yerlerinden yurtlarından edildi. Şimdi yıkılmış şehirlerin el değiştirmesi neyin çözümü olacak ki? Ölenleri geri getirecek mi? Suriye’nin ekonomisi kaç yılda düzelecek? Ya da bu savaş daha kaç yıl sürecek? Bu sorular hala boşlukta ve cevap bekliyor.

Evet kimilerince Halep düştü, kimilerince kurtarıldı. Düşen Halep veya kurtarılan Halep insansızlaştırılmış, yıkılıp viraneye çevrilmiş Halep kurtulsa ne olur? Düşse ne olur?

Halep batılı emperyal güçlerin direniş başkenti olacaktı güya. Ama olamadı şimdi Rusya ve İran’ın elinde. Esat artık Suriye’nin kaderini belirleyen kişi mi? Bu tartışmalıdır. Nasıl ki batılılar vekil savaşı yürüttüler. Doğulu emperyal güçler de aynı vekalet savaşını yürütmekteler. Esat batılılara karşı tutum aldı. Ancak doğunun güçlülerine teslim olmaktan kurtulamadı.

Bölgemizde yürütülen savaş insanlığın tüm değerlerini yerle bir etti. Bölge insanını bir lokma ekmeğe muhtaç etti. Suriye’nin bu hale gelmesini sağlayanlar, bugün dönüp hala insan hakkından, insanları kurtarmaktan bahsetme ikiyüzlülüğü yapabiliyorlar. Oysa bu durumun yaratıcısı onlar.

Onlardır kirli çıkar hesaplarıyla bölgede ateşi körükleyenler. Onlardır şehirlerin yağmalanmasına göz yumanlar. Onlardır yarattıkları barbarlar tarafından bölgenin tüm kültürel birikimini yok edenler, kaçıranlar, satanlar.  Elleriyle yarattıkları İslamo-faşist cihatçı çapulcularını finanse edenler onlardır. Bu yüzden sahte de olsa gözyaşı dökme hakları hiç yok. Halep’te kurtarmak istedikleri de sivil halk değil, yarın yeniden kirli işlerinden kullanmak istedikleri katil çeteler ve aileleridir.

Bugün BM’yi toplayıp insani kaygılardan bahsedenler, bölgede kan gövdeyi götürürken kıpırdanmayanlardır. Savaşta dengeler kendi aleyhlerine değişince “insani kaygılar” akıllarına geliyor. Vahabi-Selefist ideolojinin bölgedeki uygulayıcıları;  Körfez ülkeleri ve Suudi krallığı ile kol kola olmaktan çıkmadığı müddetçe, batılıların insani kaygıları sadece maske olarak kalır. Sözde El Kaide ve türevi çetelere karşı olan Batı, Halep’te bu güçlerin kaybetmesiyle telaşa kapıldı.

Batı elbette yeni oyun planlarını devreye sokacaktır.  Burada yürütülen savaş artık ABD önderliğindeki Batı ile Rusya önderliğindeki doğulu emperyal güçlerin savaşıdır. Halep şehrinin Esad’ın ya da daha doğrusu Rusya ve İran’ın eline geçmesi dengeleri etkiler elbette. Ancak bu Suriye’de savaşın sona doğru gitmekte olduğu demek değildir.

Bölge politikası iflas eden Türkiye, Fırat Kalkanı operasyonu ile oyuna artık doğrudan dahil oldu. Rusya ve İran artık sahada kendi askeri güçleri ile bulunuyor. Önümüzdeki süreçte ABD ve batılı güçler de aynı yolu izleyeceklerdir. Savaş vekillerle yürütüldüğü kadar, savaşın yürütücüsü güçler doğrudan katılım göstereceklerdir. Buda daha büyük trajedilerin yaşanması demektir.

Türkiye başından beri DAİŞ dahil birçok cihatçı çeteyi destekledi. Silahlandırdı ve sahaya sürdü. Türkiye’nin oyun planı bütün bunlara karşın tutmadı. Yeni Osmanlı hevesi Batılılarca kursağında bırakılınca, şantaj amaçlı olarak Rusya’ya yanaştı. Bu yüzden Halep’te piyonlarını Bab’ın karşılığı olarak sattı. Ancak Bab hala direniyor. Türkiye’nin burayı almasına müsaade edilecek mi? Tartışmalıdır.

Türkiye’nin bölge politikası çökmüştür. Şimdi çark etmekle meşguller. Yarın Esad kardeş ilan edilirse şaşmamak gerekir. Türkiye için öncelikli olan tek şey Kürtlerin bölgede bir statü sahibi olmasını önlemektir. Bu açıdan gerekirse elleriyle yarattığı cihatçı grupları satmaktan çekinmez. Ancak şimdilik Türkiye bu grupları İdlib’e çekip oradan Türkiye üzerinden yeniden Suriye’ye sokarak Bab operasyonunda kullanmayı hesaplıyor. Ancak Halep’te satışa getirilen bu grupların ne kadarı Türkiye ile hareket eder? Bu durum da tartışmalıdır.

Tabi öte yandan Halep’i alan güçler, burada durmayacaklar ve Halep etrafındaki Cihatçı kuşatmayı ortadan kaldırmayı deneyecek hamleleri başlatacaklardır.  Örneğin İdlib’in düşmesi durumunda Cihatçılar için tek kaçacak yer Türkiye olacaktır. Böylesi bir senaryo hayata geçerse bölge savaşının doğrudan Türkiye coğrafyasına sıçrama tehlikesi bulunmaktadır. IŞİD başta Türkiye’nin desteklediği cihatçı gruplar Türkiye’de sadece göçmen Suriye’liler içinde değil,  bizzat yerli halklar içinde de örgütlenmektedir.

Türkiye Ne Yapmak İstiyor?

Bölge savaşından yararlanıp Osmanlıcılık heveslerini hayata geçirmek isteyen Erdoğan, Suriye’de süren savaşın kendisine bir şey getirmediğinin farkına varınca, Türkiye’de PKK ile yürüttüğü siyasal çözüm görüşmelerini durdurdu ve Dolmabahçe mutakabatını kabul etmediğini açıkladı.

Kürtlerin yaşadıkları her ülkede güçlendiğini, Ortadoğu'da kurulacak yeni siyasal dengelerde yer alacağı görülünce ve bu durumun Türkiye'de de Kürt sorununun çözümünü dayatacağı anlaşılınca TC tarafından 30 Ekim 2014 tarihinde gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Kürtlerin bu güçlenmesinin önünün alınması gerektiği kararına varılmıştır.

Yine 7 Haziran seçimlerinde Kürtlerin güçlenerek çıkması sonrasında Erdoğan; tekçi zihniyetli bir Türkiye’nin yaşama şansının kalmadığını görerek savaş kararı almıştır.  Bu savaşla Kürt halkının özgürlük iradesi kırılmak istenmiştir. Bu yüzden Kürt kentleri yakılıp yıkılmış. Kürt kentlerinin demografik yapısıyla oynanmıştır.

HDP üzerinde bu düzeyde baskı yapılması, milletvekillerinin tutuklanması, belediyelerin gasp edilmesi, belediye eşbaşkanları ve meclis üyelerinin tutuklanması, dışarda neredeyse demokratik siyaset yapan hiç kimsenin bırakılmaması bu amaçla yapılmaktadır.

Türkiye bölgede izlediği dış politikanın iflas ettiğinin farkına varmıştır. Şimdi hiç olmazsa Suriye’de Kürtlerin bir statü sahibi olmasını önlemeye yönelik bir şeyler yapmak istemektedir. Fırat Kalkanı operasyonunun bir amacı bölgede sıkışan Cihatçı gruplara bir nefes borusu açmak iken asıl hedef Kürt güçlerinin ve Suriye Demokratik güçlerinin DAİŞ’in boşattığı bölgelere yerleşmesini önlemek, Rakka operasyonuna engel olmaktı. Ancak bu konuda da başarılı olduğu söylenemez. Son çare olarak BAB’ı almak karşılığında Halep’teki yandaşlarını satmıştır.

Al Jazeera Türk’ten Ece Göksedef’in haberine göre anlaşma sonucunda Halep’ten çıkacak olan cihatçılar Türkiye’nin yine cihatçı örgütler ile birlikte organize ettiği el-Bab harekatına katılacaklar.

Haberde, Doğu Halep’ten çıkmak için Rusya ve İran arasında süren görüşmelerin sonuçlanmasını bekleyen cihatçı kaynakların verdiği bilgiye göre, İdlib’e geçen Sultan Murad, Fatih Sultan Mehmed ve Nureddin Zengi’ye bağlı birliklerin, buradan Türkiye’ye geçeceği söyleniyor.

Şimdi Ne Olacak?

Bazı analistler Ankara’nın, Halep’i Moskova’ya verip, karşılığında Bab’ı almış olabileceğini söylüyor. Bunun ne kadar doğru olduğunu, Rusya’nın eğer söz vermişse bile ne kadar sözünde duracağını hep birlikte göreceğiz.

Söz çok, Halep düştü. Halep kurtuldu. Esat kazandı. Rusya ve İran kazandı. Cihatçı direniş kaybetti. ABD kaybetti. Başta Fransa Batı kaybetti. Türkiye? Türkiye de kaybetti. Bu iş bu kadar basit mi? Değil elbette. Olan savaşın yeni bir aşamaya gelmesidir.

Halep’te Kürt güçleri, Şeyh Maksut mahallesinde dayanmayı becerdi. Rusya destekli nihai rejim harekatında da Bustan Paşa’yı geri aldı. Önümüzdeki günlerde Rejim güçlerinin Kürtlere karşı nasıl bir tutum takınacağına da şahit olacağız.

Yine Bab’ı alarak Kürt kantonlarının birleşmesini önlemek isteyen Türkiye’nin bu amacına ulaşıp ulaşmayacağı hala tartışmalıdır. Türkiye Halep’te uğradığı yenilgiyi Bab’ı alarak telafi etmek istiyor. Ancak Bab’ta sadece IŞİD yok, herkes var. Artık Halep ile sınırdaş bir Bab söz konusu. Bu açıdan Türkiye’nin işi zor görünüyor.

Yine Rusya ile arayı düzeltmeye çalışan Türkiye Esat ile arayı düzeltecek mi?  Dolayısıyla İran ile, Lübnan Hizbullah’ı ile ilişkileri ne olacak? Bu güçlerle barışan bir Türkiye’ye Batılı müttefikleri, NATO nasıl yaklaşacak? Bütün bu sorular cevap bekliyor. Yani Türkiye nereye doğru meyil gösterirse göstersin, ne kadar diplomatik manevra yaparsa yapsın bu savaşın asıl kaybedenlerinden biridir ve kısa vadede bu durumu tersine çevirecek argümanlardan da yoksundur.

Her savaşın bir de ekonomik faturası olduğunu düşünürsek, Türkiye içinde bulunduğu ekonomik krizin daha da derinleşeceğini ve ağırlaşacağını hesaplıyordur her halde. Artık kara para muslukları da kapandığına göre işler  daha da zorlaşıyor.

Anlaşılan o ki; Halep sonrası savaş diğer bölgelerde devam edecek. Halep sonrası daha da kanlı olabilir. Zaten var olanların üstüne Suriye’nin hemen her bölgesinden militanlar İdlib’e dolduruldu. İdlib’te yaklaşık 20 bin militan bulunacağı var sayılıyor.  Bir de burası Türkiye ile sınırdaş. Yani askeri lojistik destek şansları daha fazla. Ancak Cihatçı grupların handikapı çok parçalı olmaları ve birbiriyle de kavgalı olmalarıdır. Yani Halep sonrası savaşın sona doğru gideceğini söyleyenler yanılıyor. Bu savaşın durması Rusya ile ABD’nin anlaşıp anlaşmamasına bağlıdır aslında. Bugün ufukta böyle bir anlaşma görülmüyor. Tersine tüm Ortadoğu’da iki güç arasında bir paylaşım savaşı yürütülmektedir.

Bazı değerlendirmelerde Halep zaferinden bahsediliyor. Evet görünüşte bir zafer var ve bu zafer Rusya ve İran’ın batıya karşı zaferidir. Ancak bu zaferle savaşın kaderinin değişeceği ve kısa sürede sona yaklaşılacağı öngörüsü büyük bir yanılmayı barındırıyor.

Esat güçleri Rusya ve İran’ın yardımı ile ülke topraklarının ancak yüzde 20-25’ini kontrol edebiliyor. Bu bölgeler elbette nüfus bakımından diğer bölgelere göre oldukça kalabalık. Ancak yukarda da belirttik. Savaş bölgelerinde artık nüfusun büyük çoğunluğu göç etmiş bulunmaktadır. Nitekim Halep’te de cihatçıların işgali altındaki bölgelerde 100 bin insan olduğu ortaya çıktı.

Halep’in alınması kısa vadede Suriye’deki savaşın sona ereceği anlamına da gelmiyor. Suriye ordusu ve müttefiklerinin önünde İdlip, Rakka, Deyrizor, Dera, Kuneytre gibi il merkezleri ile Lazkiye, Halep, Hama, Humus ve Şam kırsalları gibi hedefler var. Halep merkezinin güvenceye alınması için yeni operasyonlara gerek var. Halep hala cihatçıların kuşatması altındadır.

Erdoğan’ın Her Yeni Sözü Bir Önceki Sözünü İnkar Ederek Başlıyor!

Erdoğan içerde İslamcı tabanı, dışarıda Körfez monarşilerini teskin etmek için hesapsızca konuşmalar yapıyor ve sonrasında da bu sözlerinin altında kalkmakta oldukça zorlanıyor. 29 Kasım günü ‘“Esed’in hükümranlığına son vermek için biz oraya girdik” dedi, 30’unda Putin telefonda hesap sorunca ertesi gün “Fırat Kalkanı’nın hedefi herhangi bir ülke veya kişi değil” diyerek hizaya geldi. Erdoğan’ın arkasını toparlama derdine düşen Binali Yıldırım, Mevlüt Çavuşoğlu ve Numan Kurtulmuş da birden fazla kez, “Fırat Kalkanı’nın Halep’le ve Esad’la hiçbir ilgisi yok” demek zorunda kaldı.

Erdoğan aslında niyetini söylüyor. Ancak bölgede gündem belirleyen olamadığı için, karşıdan tepki gelince hemen söz değiştirmek zorunda kalıyor.

Hatırlıyorsanız Erdoğan, 2012’de Suriye’nin öz evlatlarının Halep’te Esad’a gereken cevabı vereceğini müjdelemişti. Bugün o öz evlatlarını ölümden kurtarmak için bin takla atıyor.  Erdoğan BAB, Azez ve İdlib’i alarak Halep’i verdiğini el altından propaganda ediyor. Ancak Esat ve Rusya-İran daha söz konusu yerleri Erdoğan’a vermiş değil. Söz konusu yerlerde, İdlib’te, Azez ve Bab’ta olası bir kaybetme durumunda bu sefer Erdoğan buralardaki on binlerce katil sürüsünü nereye doğru tahliye edecektir? İşte asıl mesele budur. Türkiye’ye giren on binlerce Selefistin  neler yapabileceğini bugünden kestirmek olanaklı değil.