Şuanda 30 konuk çevrimiçi
BugünBugün174
DünDün2300
Bu haftaBu hafta10789
Bu ayBu ay43488
ToplamToplam10205542
Sosyalizm ve kalkınmacılık PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 19 Mayıs 2017 21:38


Reel sosyalizmdeki başarısızlığın nedeni bir dönem kalkınmacılık anlayışına bağlandı. Bu neden aynı zamanda –bizdeki de dahil- değişik sosyalist hareketler için de geçerli olarak görülüyordu. Buna göre, sosyalizm kalkınma anlayışına indirgenmişti. Ülkenin kalkınmasının sosyalizmle gerçekleşebileceği düşünülmüş ve sosyalizm de bu çerçevede değerlendirilmişti.

Bu anlayışın doğru olmadığını belirtmek gerekir.

Kalkınmacılık kimsenin icadı değildir, 1917 sonrasındaki 20. yüzyıl sosyalizminde zorunlu olarak vardır.

Marksist sosyalizmin dünya çapında –o zaman bu deyimden kıta Avrupa’sının orta ve batı bölümü anlaşılıyordu- kurulacağı öngörüsünün yanı sıra, gelişmiş bir toplumsal temelin de sosyalizm için zorunlu olduğu kabul ediliyordu.

Gelişmiş toplum, sanayi toplumu anlamına geliyordu. Bu ise o yıllarda büyük fabrika üretimi, gelişmiş bir işçi sınıfı, insanların kentlerde toplanması, okuma-yazma oranının artması, çok sayıda kadının çalışmaya başlaması demekti.

İlk sosyalist devrimin gerçekleştiği Çarlık Rusyası böyle bir toplum değildi. Kautsky bu nedenle Bolşeviklere “sosyalist devrimi boşuna yaptınız” diyecekti. Çarlık Rusyası’nda sosyalizm kurulamazdı. Petograd, Moskova ve Bakü’de fabrika üretimi vardı ama ülkenin kalan bölümünde yarı feodalizm egemendi. Köylülük sınıflara yeterince ayrışmamıştı. Çarlık Rusyası gelişmiş bir sanayi toplumu değildi, dolayısıyla böyle bir ülkede sosyalizm de mümkün değildi.

Bolşevikler Rusya’da sosyalist devrimin Avrupa devrimini hızlandıracağı umudunu taşımışlardı. Almanya’da 1918-1919 devrimine özellikle umut bağlamışlardı. Proletarya İhtilali ve Dönek Kautsky kitabı başlayan Almanya devriminin selamlanmasıyla bitecekti ama bu devrim başarılı olamayacak ve sosyalist devrim büyük bir ülkede gerçekleşmiş olmakla birlikte dünyada yalnız kalacaktı.

Devrimin önünde iki yol vardı: ya iktidar köylülere verilecekti ki bunlar ülkedeki büyük çoğunluğu oluşturuyordu ya da köylülüğün sosyalizme kazanılacak unsurlarıyla birlikte devam edilecekti.

Nasıl devam edilecekti?

Lenin, gelişmiş sanayi toplumunun kapitalist yoldan kurulması yönünde bir kural bulunmadığını, bu toplumun üretim araçlarının kolektif mülkiyeti altında sosyalist yoldan da kurulabileceğini savunacaktı.

Bu teori, zorunluluk sonucu ortaya çıkan bir teoriydi. Ya bu yola girilecekti ya da kapitalist gelişme yolunun şu veya bu çeşidine dönüş yapılacaktı.

Sanayi toplumunun oluşması “modernleşme” olarak da adlandırılır. Tarımda feodalizm tasfiye edilir, büyük fabrika üretimine geçilir, işçi sınıfı gelişir, okuma yazma bilenlerin sayısı hızla artar ve kültürel düzey yükselir, kadınlar büyük sayılar halinde çalışma hayatına girerler.

Lenin bu gelişmenin sosyalist yoldan da yapılabileceği görüşündeydi.

Yapıldı da ve sonraki yıllarda buna “sosyalist modernleşme” adı verildi.

Modernleşmenin üretici güçlerin hızla geliştirilmesini içerdiği ortadadır ve kalkınma da zaten üretici güçlerin gelişmesinin öteki adı değil midir?

Marksist sosyalizm teorisinde öngörüldüğü gibi sosyalizm gelişmiş bütün ülkelerde azçok zamandaş gerçekleşebilseydi, üretici güçlerin geliştirilmesi (kalkınma) gibi bir sorun da olmayacaktı. Sosyalizmin batı ve orta Avrupa’dan dünyaya yayılması gibi büyük bir sorun olacaktı ama kalkınma sorunu olmayacaktı.

Böyle olmadığı için üretici güçlerin geliştirilmesi (kalkınma) ve bu yolla kapitalizme yetişilmesi reel sosyalizmin temel sorunu olmuştur.

Kalkınmacılık kimsenin icadı değildir, reel sosyalizmin bünyesinde bulunmaktadır.

Tarihsel materyalizm toplumları üretici güçlerin gelişme düzeyine göre sınıflandırır. Sosyalizm en ileri toplum biçimidir ve üretici güçlerin gelişmesinde de en ileri düzeyi temsil eder.

Bu durumda yarı feodal bir ülkede gerçekleşen sosyalist devrimin önünde elbette ve öncelikle üretici güçlerin olabildiğince hızlı geliştirilmesi hedefi bulunacaktı.

SSCB sosyalist modernleşmeyi başardı ve ülke yaklaşık 15 yılda sanayi ülkesi haline geldi. Çarlık Rusyası yarı feodal bir yapıya sahipti ama belirli bir sanayi temeli de vardı. Yarı sömürge bir ülke değildi, tersine sömürgeci bir ülkeydi. Dünya çapında bir güçtü ama zayıftı. Sosyalist modernleşme bu ülkeyi büyük bir güç haline getirdi.

Kendi tarihimize gelirsek…

1960’lı yıllarda genç yaştaki herkesin kalasındaki soru aynıydı: bu ülke ne olacak?

“Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” hedefini koyan Kemalist modernleşme yeterince başarılı olamamıştı. Türkiye az gelişmiş kapitalist bir ülkeydi. SSCB örneği de dikkate alındığında ülkenin ancak sosyalist yoldan kalkınabileceğinin düşünülmesi normaldi.

Burada da kimse kalkınmacılığı seçmedi. Ülkenin içinde bulunduğu durumdan kurtulması, gelişmiş bir ülke olması ancak sosyalist yoldan mümkün olabilirdi. Kemalistlerin özellikle 1960’lı yıllarda sosyalizme büyük sempati duymaları bu nedenledir. Kemalizmin yarım kalmış kalkınma anlayışı sosyalist yoldan tamamlanabilirdi. O dönem kemalizmle sosyalizmin iç içe girmesinin temellerinden bir tanesi böyledir denilebilir. Kemalistler sosyalist değildi ama sosyalizmde başaramadıkları kendi amaçlarına ulaşmanın yolunu görüyorlardı. Onlar işçi sınıfı ve müttefiklerinin iktidarını değil, devletçiliği esas alıyorlardı. Devlete hakim olacak kesim ise asker-sivil-aydın zümre olarak tanımlanıyordu. Burada sosyalizm esas olarak üretici güçlerin hızla geliştirilmesi olarak görülüyor, bu gelişmenin sonunda ortaya çıkacak toplum ise yeterince dikkate alınmıyordu.

Kalkınmacılığın her derde deva olarak görülmesi ve sosyalizmin de böyle anlaşılması Kemalistlere özgüdür. Kemalistler kendilerinin yapamadığı toprak devrimini istiyorlar ama güçlü bir işçi sınıfı istemiyorlardı. Keza uluslara özgürlük gibi talepleri duymak bile istemiyorlardı.

Esas olarak Kemalistlere ait olan kalkınmacılık anlayışını sosyalistlere fatura etmek doğru değildir. Üretici güçlerin geliştirilmesi ya da sosyalist kalkınmacılık önemliydi ama sosyalistler bu yolla sadece üretici güçlerin gelişmeyeceğini, başka bir toplumun, başka bir insanın ortaya çıkacağını da biliyorlardı.

Reel sosyalizm kapitalizmle girdiği üretici güçleri geliştirme yarışını kaybetti. Temel iddiasını kaybeden bir iktidarın yaşaması mümkün değildi ve tarihe karıştı. (Bu süreci 100. Yıl ile ilgili yazılarda açıklamıştım.)

Burada şu sorulabilir: geleceğin sosyalizmi de dünya çapında gerçekleşmeyecek, tek ülkede ya da bölgede gerçekleşecek. Büyük ihtimalle de ileri kapitalist ülkelerde değil daha geri ülkelerde ya da bölgede gerçekleşecek…

Bu durumda üretici güçlerin geliştirilmesi konusu nasıl olacak?

Böyle bir soru artık bulunmuyor ya da bu sorun geçmişte kalmıştır.

Dünyada artık yarı feodal ülke bulunmuyor, bütün ülkeler kapitalisttir. Kimisi daha az kimisi daha çok gelişmiştir ama sonuçta hepsi kapitalisttir. Dolayısıyla karşımızda 20. yüzyılın reel sosyalizminde olduğu gibi yarı feodal bir ülkeyi modernleştirmek gibi bir sorun bulunmuyor.

20. yüzyılın reel sosyalist ülkelerinden sadece Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) ve Çekoslovakya’da sosyalizm modern sanayi toplumu zemininde yükselmişti. Bu ülkelerin toplam nüfusu ve kapladıkları alan ise kendileri için geçerli olanın reel sosyalizmin geneli için de geçerli olmasını engelliyordu.

Küba’da devrim dışa bağımlı kapitalist bir toplumda gerçekleşti. Bu devrimde aydınların ve küçük köylülüğün büyük rolü vardır.

Bu devrimin tarihinden bazı şeyler öğrenebiliriz.

Doğrudur, Küba yıllarca SSCB ve şeker üretiminin tamamını satın alan DAC sayesinde ayakta kalabildi. Unutmayalım ki 1989’da DAC’nin ve iki yıl sonra da SSCB’nin tarihe karışmasının ardından da 28 yıl geçti. Katı ABD ambargosuna rağmen sosyalizm bu ülkede ayakta kaldı. “Fidel ölünce görürsünüz” deniliyordu, öldü ama bir şey de olmadı.

Küba 11 milyon nüfuslu küçük bir ülkedir ve bu ülkenin gelişme özelliklerini genellememek gerekir. Yine de sosyalizm bir ülkede nasıl ayakta kalabilir konusunda bu ülke tarihinden öğrenilecekler vardır.

Karşımızdaki soru şudur: devrim kapitalizmin hakim olduğu bir ülkede –ya da bölgede- gerçekleşecek olduğuna göre, bu ülke ya da bölge güçlü kapitalist ülkelerin varolduğu bir dünyada nasıl ayakta kalabilir?

Küba bu konuda önemli bir deneydir.

Bunu gelecek yazıda anlatmaya çalışacağım…