Şuanda 26 konuk çevrimiçi
BugünBugün793
DünDün1042
Bu haftaBu hafta1835
Bu ayBu ay22837
ToplamToplam10184891
Stalin konusu ve gerçeğin tahrifi PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 20 Ağustos 2017 09:20


 

 

Yalancı söylediği ya da yazdığının gerçek olmadığını bilmesine rağmen gerçeği değiştiren kişiye denilir. Söylediği ya da yazdığı yanlış olmasına rağmen böyle olduğunu bilmeyen kişiye yalancı denilemez. Yapılan onca açıklamaya ve hatta gerçektir diye söylediğinin açık iç çelişkisine rağmen bunda ısrar eden kişiye de yalancı denilemez; taşkafa ya da benzeri denilebilir.

İlber Ortaylı’nın Stalin ve Azerilerle ilgili sözlerinin ardından SSCB’de Stalin dönemiyle ilgili yapılan belirlemelerde de bunu görebiliyoruz. Ortaylı’nın sözleri üzerinde durmayacağım; Stalin’e “hıyar” denilmesi bilim insanına yakışmayan bir belirlemedir ve hiç kimsenin yaşadığı ülkede bilimin çökmesinden etkilenmeden duramayacağını göstermesi bakımından da önemlidir. Bilimsel ifadenin yerini giderek lümpen bir dilin alması daha da artacak gibi görünüyor.

Azeriler Türk kökenlidir ama buradan Türk oldukları sonucu çıkmaz. Onlar Kafkas Türkleri olarak görülebilir, bizim Anadolu Türkü olmamız gibi… Dilleri de Anadolu Türkçesi değil Azericedir. Özbekler kendilerine Türk denilince sinirlenir, Özbek olduklarını söylerler. Özbekçe de Anadolu Türkçesine uzak değildir. Kazakça biraz daha uzaktır ama kısa sürede öğrenilebilir.

İnsanları yüzyıllar öncesinde ait oldukları etnik kimliğe göre sınıflandırmak ve bugünkü gerçeği o günün uzantısı olarak görmek sadece milliyetler ve diller konusunda değil, arkeoloji gibi ilgisiz gibi görünen bir alanda bile ortaya çıkan ve etkili de olan ırkçı kafa yapısının özelliğidir.

“Hepimiz Müslümanız” gibi bir belirlemeden nereye gidebilirseniz, “Hepimiz Türküz” söyleminden de oraya gidebilirsiniz. Bu anlayış arada yaşanılan farklı tarihsel dönemleri, sosyalizasyonları ve bunların etkisini yok sayar. MHP’liler de yıllarca Kafkaslar ve Orta Asya’daki “esir Türkler”i kurtarmaktan söz ederdi. 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından Özal döneminde bu ırkçı kafa Türkiye alt emperyalizminin ilk aşamasının ideolojisi durumuna geldi. Sandılar ki Anadolu Türkleri 200 milyon olduğu söylenilen ve Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar uzanan Türk dünyasının –belirleme Özal’a aittir-  önderi olacaktır. Sonuçta Azerbaycan gibi dili bize en yakın olan ülkede bile Rusya Federasyonu ile girdikleri mücadeleyi kaybettiler.

Anadolu Türkçesiyle önemli benzerlikler içeren dilleri aynılaştırmak için dil kurultayları topladılar, çok dilli (Anadolu Türkçesi, Azerice, Özbekçe) sözlükler hazırladılar. Amaç Türkiye’nin kültürel etkinliğinin Kafkasya ve Orta Asya’da yayılmasıydı ama başaramadılar. Eskiden etkileri sıfır gibi bir şeydi, biraz ilerleme sağladılar ama beklentilerinin çok gerisinde kaldılar.

Bırakın Türk kökenlileri Arapları bile birleştirmek mümkün değildir. Büyük çoğunluk Müslüman ve hepsi Arapça konuşuyor ama bırakın birleşmeyi aralarında savaş eksilmiyor ve kültürel olarak hiç de aynı özelliklere sahip değiller.

SSCB’nin dağılmasından sonra ayrı bağımsız devletler olan Azerilerin, Özbeklerin, Kırgızların, Kazakların, Türkmenlerin ve daha az sayıdaki benzer halkların bir araya gelmesi yine mümkün olmadı.

Araplar için Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerle birlikte hareket ederek “bizi arkadan vurdular” denilir. Aynısını Azeriler de yaptı ama Süleyman Demirel’in Türkiye-Azerbaycan ilişkisini “Tek millet-iki devlet” olarak tanımlamasına rağmen kimse Azerilere “bizi arkadan vurdular” diyemiyor.

Azerbaycan yöneticileri Türkiye’den daha çok Rusya Federasyonu ile ilişkilerini sürdürüyorlar. Bakü-Ceyhan petrol boru hattının tam kapasiteyle çalışması için gerekli ek petrolü vermiyorlar, ama Rusya Federasyonu’na yeni bir boru hattıyla petrol ihraç edebiliyorlar.

Benzeri bir durum Nabucco gibi yapılacağı büyük iddiayla ilan edilen petrol ve doğal gaz boru hattında da ortaya çıktı. Türkmenistan ve Kazakistan inşa edilecek boruların verimli çalışabilmesi için yeterli gaz ve petrolü vermek yerine bu konuda Rusya ile anlaşmayı tercih edince, proje de sona erdi. Boruları dolduracak yeterli petrol ve doğal gaz bulunamıyorsa büyük para harcayarak bunları yapmanın anlamı yoktur.

Özal’ın “büyük Türk dünyası” işte böyledir. MHP de Cumhuriyet dönemi öncesindeki milliyetçi Türklerin bile büyük rüyası olan esir Türkleri önce Çarlık daha sonra sosyalist Rusya’dan kurtarılmasını ağzına almaz oldu. 1991 sonrasında o ülkelere gittiler ve kepaze oldular. Bu kepazeliğin bir bölümünü bu ülkeleri ziyaret ettiğimde görmüştüm.

Artık Türkçülük kabak tadı bile vermiyor…

Gelelim Stalin dönemine…

Stalin’i her yönüyle övme meraklısı olanların iddiasına göre, Stalin dönemi de dahil SSCB döneminde diller üzerinde baskı yoktu. Sadece Azeriler değil diğer Türk kökenli diğer halklar da kendi dillerini öğrenebiliyorlardı.

Konuşan ne olursa olsun Stalin’i övecek ya, ne söylediğinin farkında bile olmayabiliyor.

Azerilerin ana dili Azericedir ama yıllarca onların ana dili Rusça oldu…

Alfabeleri Latin alfabesinden Kiril alfabesine çevrildi. Azerice yasak değildi, okullarda ek derslerde öğrenilebiliyordu ama anadil de değildi.

Azerbaycan bağımsız bir devlet olunca dilini yeniden Azerice olarak belirledi.

Bu bile size bir şeyleri göstermez mi? Yıllarca Ruslaştırma politikası izlendiğini göstermez mi?

Bakü’ye gittiğimde Anar Resulzade ve Elçin gibi tanınmış Azeri yazarlarla görüşmüş, onlarla Yazın dergisi için söyleşiler yapmıştım. Ülke dilinin Rusça olmasının bir etkisi de kendilerinin dünyaya daha kolay açılması olmuştu, bunu kabul ediyorlardı.

Örnek olarak Kırgız Cengiz Aytmatov eserlerini Rusça yazmasaydı dünya çapında tanınamazdı. Kırgızcayı kim okuyacak?

Buna rağmen Stalin döneminde başlayan ve süren Ruslaştırma politikası da açıktır.

2005 yılında Almancada yeni çıkan bir kitabı kütüphaneden alıp göz gezdirmiştim. Sowjetische Schriftpolitik 1917-1941 başlıklı kitap SSCB’deki alfabe politikasını ve bunun özellikle Azerbaycan’daki etkisini anlatıyordu. Doktora teziydi, yazan da Türk değil Almandı.

Azerbaycan alfabesi üç kere değişmişti: önce Arapçaydı, sonra Latin alfabesine geçildi, ardından Kiril alfabesine…

Bu süreç şöyle de savunulabilir tabii: bu insanlar Rusça sayesinde dünyaya daha kolay açıldılar. Anar ve Elçin gibi sosyalizme sempati beslemeyen yazarlar bile bunu kabul ediyorlar.

Haklısınız ama bunun “Türkçeyi anadil olarak, Kürtçeyi ise kurslarda öğrenirseniz dünyaya daha kolay açılırsınız” anlayışından ne farkı var?

Bir halk anadilini ek derslerde ya da mı kurslarda öğrenecek?

Azeriler için böyle olması doğrudur, Kürtler içinse yanlıştır!

Ne savunduğunuzun gerçekten farkında mısınız?

Gerçeğin işine gelen yanını kullanmak, o gerçeği tahrif etmenin bir çeşididir.

Sosyalistin bile bunu şu veya başka bir konuda yaygın olarak yaptığı bir ülkede iktidarların da aynı şeyi yapıyor olması neden yadırgansın?

 

Kitabı yarın yeniden alıp bu kez göz gezdirmekle yetinmemeyi planlıyorum…

Son Güncelleme: Pazar, 20 Ağustos 2017 09:21