Şuanda 28 konuk çevrimiçi
BugünBugün94
DünDün1541
Bu haftaBu hafta2677
Bu ayBu ay23679
ToplamToplam10185733
Çanakkale Savaşından Ekim Devrimine... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 07 Kasım 2017 23:22


Diyeceksiniz, ne ilgisi var? İkisi arasında nasıl bir ilgi kurulduğunu 1969 yılının sonlarına doğru ODTÜ’deki Mihri Belli’nin konferansından aktaracağım.

Mihri Belli elinde tebeşirle üçlü anfideki tahtaya iki tepe çizerek konuşmaya başlamıştı. Tepelerden birisi Milli Demokratik Devrim diğeri sosyalist devrim adını taşıyordu. İkinci tepeye ulaşmak için önce ilk tepeyi almak, oradaki silahlı güçleri bertaraf etmek gerekiyordu. Anlatırken konu birden Çanakkale Savaşı’na geldi ve o zamanın millici güçlerinin başarılı Çanakkale savunmasıyla müttefiklerin Karadeniz’e açılıp Çarlık Rusya’sına yardım götürmesini engellediğini ve bunun da Ekim Devrimi’ne büyük destek sağladığını anlattı.

Çanakkale Savaşı 1915’te başlamış 1916 başlarında bitmişti. Ekim Devrimi ise 1917 sonlarına doğruydu, arada zaman farkı vardı ama koskoca Mihri Belli’nin herhalde bir bildiği vardı ki böyle konuşuyordu.

19 yaşındaydım, dinleyiciler de en fazla benden biraz büyüktü. Hiç birimizin aklına Ekim Devrimi’nin merkez kenti Petograd ile Karadeniz kıyısındaki Kırım arasında büyük mesafe olduğu, o yıllarda uçak da bulunmadığı gelmemişti.

Hani ulusalcılar olur olmaz her şeyi Atatürk’ün dehasına bağlarlar ya, o yıllarda da her fırsatta millici güçler ön plana çıkarılıyordu.

Aradan 48 yıl geçmiş, insan doğal olarak birçok şeyi unutur ama o konferansı iyi hatırlarım. Bir de Küba devrimiyle ilgili iyi bir ajitasyon yapmıştı. “Amerika’nın burnunun dibinde devrim yapanlara küçük burjuva denilemez” diye bağırmış ve iyi almış almıştı. 1969’de solun teorik yayınlarını henüz izlemediğim için bir kesimin Küba devrimcilerine “küçük burjuva” dediğini bilmiyordum.

Çok sonra, 2000’li yılların başlarında bir doktora tezinden (Emel Akalın’ındı, kitap olarak basılmıştı ama adını hatırlamıyorum) İttihatçıların Ekim Devrimi’nin yayılmasına katkısını öğrenecektim.

İttihatçılar Enver Paşa önderliğinde doğuya çekilirler. Enver Paşa, “Bizi mahvetmek isteyen Batı’ya karşı gerekirse Bolşevik oluruz” der. İttihatçılar Bakü kentinde yönetimi ele geçirip yaklaşan Kızıl Ordu’ya teslim ederler.

Enver Paşa Bolşeviklerden umduğunu bulamayacak, Bolşeviklerin desteğiyle Anadolu’da Mustafa Kemal’e karşı lider olarak çıkmak istemesi gerçekleşmeyecek ve Enver Paşa “Turan’ı yeniden kurmak” amacıyla Bolşeviklere karşı savaşırken ölecektir.

Enver Paşa’nın yapabileceği başka bir şey de yoktur. Enver-Talat-Cemal İttihat ve Terakki’nin üç önderi ve kaybedilen savaşın, İmparatorluğun parçalanmasının baş sorumlularıdır. Savaşa girmeseler de imparatorluk ayakta kalmayacaktı ama kayıp belki de bu kadar büyük olmayacaktı. Ek olarak Ermeni soykırımı da vardır.

Anadolu’ya Bolşeviklerin desteğini de alarak gitme de gerçekleşmeyince Enver Paşa’nın umutsuzca da olsa çarpışıp ölmekten başka çıkar yolu yoktu. Almanya’ya kaçsa Talat ve Cemal gibi öldürülürdü.

Anadolu’nun işgal edilmemiş bir bölgesine gidip köşesine de çekilemezdi. Zaten böyle bir tip değil, ek olarak yapamazdı da.

İttihatçıların büyük efendisi Talat Paşa iken, küçük efendisi İstanbul’da Kara Kemal olarak bilinir. Kendisi daha sonra ilgisi olmadığı halde Atatürk’e karşı İzmir suikastine karıştırılır ve yakalanacağını anlayınca intihar eder. Kemal Tahir’in Kurt Kanunu romanı bu olayı konu alır. Orada Kara Kemal’e atfedilen bir söz vardır ki, durumu yeterince açıklar: “Biz bir imparatorluğu batırdık, bunu yanımıza bırakmazlar.”

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından üç imparatorluğun hepsi battı: Avusturya-Macaristan dağıldı, Osmanlı İmparatorluğu için de aynısı gerçekleşti, tek ayakta kalabilen devrim sayesinde dönüşerek Çarlık Rusya’sı oldu. SSCB, Çarlık Rusya’sıyla yaklaşık aynı sınırlar içinde kurulacaktı.

Bu savaşın Osmanlıcılar için büyük bir travma olduğunu bugün bile gözlemlemek mümkündür. Osmanlı İmparatorluğu haddini bilmeden büyük bir savaşa balıklama atlayarak girdi ve dünyanın kaç bucak olduğunu gördü. Savaşa girmese de dağılması ya da en azından büyük miktarda toprak kaybetmesi kaçınılmazdı ama ödenen bedel bu kadar yüksek olmayabilirdi.