Şuanda 16 konuk çevrimiçi
BugünBugün1200
DünDün1602
Bu haftaBu hafta2802
Bu ayBu ay35501
ToplamToplam10197555
Üçüncü bir yol mümkündür! PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 08 Ocak 2018 20:20


Uzun sayılabilecek bir süredir yazı yazmıyorum. Ya da yazamıyorum veya yazmak istemiyorum aslında. Bölgede ve ülkede olaylar baş döndürücü bir hızla gelişirken, uzmanı olmadığım konularda tahlil yapmayı ya da “kitlelere yol göstermeyi” etik bulmadığımdan, işi erbaplarına bırakmayı yeğ tutuyorum. Ancak gel gör ki, ortalığı “Ortadoğu uzmanları” kaplamış görünmesine rağmen süreci doğru değerlendirenlerin sayısı ise çok az. Sosyalist solumuz için de ise daha da az doğru değerlendirmeler yapılmaktadır. Ancak hakkını teslim etmek lazım, en azından son süreçte gerçeği gören siyasetçilerin sayısında önemli bir artış gözleyebiliyoruz.

Bölgemizde bir üçüncü dünya savaşı yaşanıyor. Bölgemizin ilerici güçlerine yönelik büyük bir saldırı var. Halklar göç yollarına düşmüş, şehirler harabeye dönmüş.  Bu durumun yaşanması emperyalist müdahalelerden kaynaklandığı kadar yerel devletlerin baskıcı, diktatoryal yönetimlerinden de kaynaklanmaktadır. Elbette emperyal güçler bu savaşlardan yararlanmaktadırlar ve bu onların doğasına da uygundur. Onlar için insan yaşamının önemi yoktur. Aslolan ekonomik, siyasi, sosyal çıkarlardır. Son 8 yıldır bölgemizde demokrasinin d’si bile bulunmayan ülkelerde halk ayaklanmaları yaşandı. Bölge gerici yönetimleri bunu “dış” müdahale olarak adlandırdı. Ancak yaşanan savaşta ayakta kalabilmek için de yine emperyalistlerden destek aldı. Doğrudur, müdahale edenler batılı ve doğulu emperyalistlerdir.  Yaşanan iç savaşlarda halklar ve inançlar birbirine kırdırılıyor. Buraya kadar söylenenler doğru.

Ancak bir diğer gerçek de bölgenin mevcut gerici rejimleri ya doğulu ya da batılı emperyalistlere tutunarak iktidarlarını sürdürmektedirler. Nitekim kendisi bir 12 Eylül üretmesi olan nihayetinde bir ABD ve İsrail türetmesi olan Erdoğan, şimdi bizim ulusalcı tatlı su solcularımız gibi ABD emperyalizmine atıp tutarak bölge siyasetinde belirleyici aktörlerden biri olmaya çalışıyor.

Bizim solcu arkadaşlarımızın belirli bir kesimi hala “anti emperyalizm” saplantısından olsa gerek bölge gericiliğine, halkın inim inim inletilmesine, bölgede emperyalistlerin desteği ile diktatörlükle ülke yönetenlere bir şey demeden, meydana gelen halk ayaklanmalarını “dış mihrakların, batılı emperyalistlerin oyunu” olarak görüp desteklemekten imtina etmektedirler.

Eğer biz halkın somut yaşam taleplerini desteklemez ve çözüm üretemezsek, elbette emperyalist güçler bu durumdan yararlanarak bölgeyi yeniden dizayn etmeye çalışacaklardır. Kendi yapamadıklarımızı görmeden kolaycılığa kaçarak “bakın biz demedik mi? emperyalistler olayları kışkırttılar ve bölgeye yerleşiyorlar, bize düşen bölge hükümetlerini desteklemektir” dersek diktatörlerle, şeriatçılarla, demokrasi düşmanı soykırımcılarla aynı safta yer almış oluruz.

Suriye’de halk ayaklanması olduğunda aynı “dış müdahale” söylemi öne çıktı. Bugün gerçekler ortaya çıkınca Esat’ı kahraman ilan edenlerin en azından sesi kısıldı. Suriye’de halk ayaklanması çıktığında Saddam ne kadar demokratsa Esat ve rejimi de o kadar demokrattır dedik, bazı mezhepçilerin saldırısına uğradık. Ancak bugün kral çıplaktır. Esat doğulu emperyalistler Rusya, Çin ve İran desteği ile ayakta kalmaya çalışıyor. Sormak gerekir? Bizim antiemperyalistler acaba söz konusu bu doğulu ülkeleri emperyalist görüyorlar mı? Görmüyorlar mı?

Nitekim siyasi öngörü yoksunu bir iki çevre Suriye’de Esat diktatörlüğü sözüm ona emperyalistlere karşı savaştığı için destekledikleri söylüyorlar. Oysa Esat batılı emperyalistlere karşı doğulu emperyalistlerin kanatları altında yaşam savaşı veriyor. Yarın sular durulduğunda bugünün dost İran’ı ve Rusya’sının nelere kadir olduğunu, ne kadar dost olduğunu göreceğiz.

Açıkça söylemek gerekirse eğer emperyalist müdahalelere karşı çıkacaksak; Suriye’de ABD ve Rusya’ya, İran ve Türkiye’ye birlikte karşı çıkmak gerekiyor. Birini tutup öbürünü düşman ilan edersek iki tarafı da boklu değneğe elimizi bulaştırıp kirletiriz.  Aynı zamanda bir emperyalisti savunup öbürüne karşı sözde mücadele etmiş oluruz. Bu da bizi anti emperyalist yapmaz. Bir gericiliğe karşı bir başka gericiliği savunmuş oluruz sadece.

Unutulmasın Gezi olayları çıktığında Erdoğan bunun batılı emperyalistlerin işi olduğunu söyledi. Şimdi de İran’daki olayları ABD ve İsrail’in çıkardığını söylemektedir. Bizim ulusalcı solcularımız da aynı tahlilleri yaparak despot, inkarcı, tekçi, kadın düşmanı, dinci, şeriatçı Molla rejimine arka çıkmaktadırlar.

Yukarda da belirttiğim gibi sevindirici olan, son yıllarda yaşananlardan ders çıkaran devrimci- demokratik muhalefetin gerçekleri görür hale gelmiş olmasıdır. Artık devrimci sol güçlerin batılı ve doğulu emperyalistlere karşı olmasının yanında bölge gericiliğine, diktatörlüklere, despotik yönetimlere karşı tutum alması gerekir.

Bugün Suriye’de ne Rusya ve İran destekli Esat, ne de batılı emperyalistler çözüm üretemezler. Çözümün halkın devrimci-demokratik muhalefetinden çıkması gerekiyor.  Bu Irak için de böyledir.

Son günlerde İran’da dinci-şeriatçı despotizme karşı sokaklara çıkan, mevcut sisteme itiraz eden halk kitlelerinin yaratacağı sinerjiyle ortaya çıkacak bir halk muhalefetinin desteklenmesi en doğru tutumdur. ABD başta tüm batılı emperyal güçlerin İran’da istikrarsızlık yaratmak için halk ayaklanmasını destekliyor olması, bizim olayları doğru okumamıza engel olmamalıdır. Elbette onlar dün nasıl ki, haklı taleplerle bölge halklarının başlattığı ayaklanmaları kullanarak bölgeye yerleştilerse, eğer doğru bir öncülük yapılamazsa İran’da da aynısının olması kaçınılmazdır. Devrimci güçler eğer bölgede bir üçüncü yol yaratamazlarsa iki ucu boklu değneğin bir ucunu tutmak zorunda kalırlar.

Oysa bu seçeneklerin dışında bir üçüncü yol mümkündür. Bu üçüncü yol pratik olarak Rojava Kürdistan’ında denenmektedir. Bölgenin ezilenleri bu örnekten yola çıkabilir, bu üçüncü seçeneğin yaşam bulması için birbirini desteklerse demokratik bir çözüm mümkün olur. Biliniyor ülkemiz devrimcilerinin bir kısmı zaten pratik olarak o sahada kazanımları savunmak için güçleri oranında can bedeli bir mücadelenin içindedir. Bizler de o bölgeye gidemiyorsak en azından onların sesi olabilmeliyiz, uluslararası destek kazandırmanın aracı olmalıyız.

Aynı durum ülkemizde AKP diktatörlüğünü devirmek için de geçerlidir. Türkiye’de üçüncü yolun temsilcisi bugünün gerçekliğinde HDK’dir.  HDP’de diğer birçok siyasi parti gibi bir HDK bileşenidir. Yapılması gereken mevcut sistemden zarar gören tüm toplumsal kesimlerin siyasi temsilcilerinin, kanaat önderlerinin yer aldığı, daha çok bileşenin bir araya geldiği bir HDK yaratmaktır.

Bugün için işimizin zor olduğu bir gerçektir. Ancak başarabiliriz. Gözlemlerimiz bize AKP’nin de Erdoğan’ın da işinin zor olduğunu göstermektedir. Nitekim SONAR’ın kasım ayı anketi, AKP'nin yüzde 38.51, CHP'nin yüzde 23.50, İyi Parti'nin yüzde 16.06, HDP'nin yüzde 10.33, MHP'nin yüzde 7.78, diğer partilerin yüzde 3.82 oranında oy alacağını gösterdi.

Bu verilere göre AKP + MHP'nin oyları % 46.29'a düşerken, CHP+ İYİ Parti + HDP'nin oyları ise %49.89'a çıkmış bulunuyor. Tabi bizim bahsettiğimiz HDK yapılanmasının ana hedefi 16 Nisan referandumu ile işlevsizleşmiş bir meclis çoğunluğunu kazanmak değil, doğrudan bir diktatör haline gelen Cumhurbaşkanlığı sistemini ortadan kaldıracak bir seçenek ortaya çıkarmaktır.

16 Nisan Hayır Cephesi eğer tek adayda anlaşabilirse bu diktatörlük rejimini alt etmek olanaklıdır. Bu ortak adayın, seçildiği takdirde 16 Nisan referandumunun sonuçlarını yok hükmünde sayarak, yeni bir referandum sözünü halklara vermesi gerekiyor elbette.

Diktatörü seçimle iş başından uzaklaştırmanın yolu sadece siyasi partilerin ittifakı ile mümkün değildir. Bu ittifak sivil toplum örgütlerini, meslek örgütlerini, inanç kurumlarını yanına çekmeli, aynı zamanda bu sistemden zarar gören herkesin beklentilerine cevap olabilmelidir. Başta emekçilerin beklentilerine, ardından Kürt halkının beklentilerine, Alevilerin beklentilerine, laik-demokrat Müslümanların beklentilerine tercüman olabilmeli. Çoğulculuğu, demokrasiyi, parlamenter sistemi açıktan savunan ortak bir ittifak programları olmalıdır.

Böylesi bir ittifak halkların eşit ve özgür birlikteliğini esas alan, dışa bağımlılık yerine halkların öz gücüne dayalı, yerinden yönetimi savunan, yetkileri halka dağıtan bir demokratik anlayışı savunmalıdır. Bu mümkündür. İttifak yapması gerekenler yukarda söylediğimiz gibi emekten, eşitlikten, özgürlüklerden, demokrasiden yana güçlerdir. Elbette bugünkü diktatörlüğü yıkmak için daha geniş birliktelikler de kurulabilir.

Bizim söylediğimiz ittifak anlayışı kalıcı olandır. Bu yüzden HDK’yi örnek verdik. HDK dışında yer alan diğer demokrasi güçlerini de bu yapının bileşenleri haline getirmek öncelikli işimiz olmalıdır. Bunu başarabilirsek, bu bileşenlerin dışındaki düzen partileri ile de mevcut sistemi ortadan kaldıracak bir program etrafında seçim ittifakları yapılabilir. Bunlar bizim naçizane önerilerimizdir sadece. Kimseye reçete yazmış olduğumuz düşünülmesin. Biraz da artık sesli düşünmenin zamanının geldiğine inandığım için açık açık görüşlerimi dile getirdim.