Şuanda 27 konuk çevrimiçi
BugünBugün490
DünDün2214
Bu haftaBu hafta9225
Bu ayBu ay30227
ToplamToplam10192281
Çalışmak çalışmak ve çalışmak... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 19 Haziran 2018 21:48


 

 

Çalışmadan bir şey olmaz… İstediğiniz kadar zeki ve yetenekli olun, uzun süreli ve sistematik çalışma olmadan bir şey olmaz… Yaratıcı insanlar çok çalışan insanlardır. Çok çalıştıkları gibi çalışmasını da bilen insanlardır. Çalışmak abur cubur okumak ve oradan oraya koşturmak değildir, belirli bir sistematik gerektirir. Ek olarak kendini aşabilmeyi gerektirir… Bunun için bilgi yetmez ama bilgi olmadan da olmaz.

Nuri Bilge Ceylan, “Bu ülkede farklı olmayı teşvik eden hiçbir şey yok” dediğinde doğru bir belirleme yapmıştı. Herkesin ait olduğu mahfiller var ve buralardan bir türlü çıkamıyorlar. Önümüzdeki yıl 1989’un ya da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ve reel sosyalizmin çözülerek tarihe karışmasının 30. yılıdır… Bunu en yakından yaşayan Almanya sosyalistleri açıklamasını yapabildiler, eksikleri olabilir ama yapabildiler; bizdekiler halen yapamadılar.

Bilgili insanlar kuşkusuz ama bilgiyi tekrarlamaktan öteye de gidemiyorlar.

Dirençli insanlar olduklarına şüphe yok ve bu özelliklerini öğrenmeye karşı direnerek de gösteriyorlar.

Bilgiden bilgi üretmek söz konusu değil…

Yaratıcılık da zaten bilgiden bilgi üretmek değil midir?

Hiç kimse eski özelliklerinden kolayca kurtulamaz, yeniye karşı belirli bir direnç gösterir ama bu direnç bizde oldukça fazladır. Çok zor ve yavaş değişiyoruz. Bence bunun en önemli nedeni bilginin belirli bir alanına kendimizi hapsetmiş olmaktır. Bilgili insanlarımız için bile önemli sorun, genel bilgi düzeyinin düşük olmasıdır.

Ya belirli bir alanı bilirler ve bunun dışında dünyadan haberleri yoktur ya da her şeyden biraz bilirler, hiçbir konuda derinlemesine bilgi sahibi değildirler.

Aslında genel kültür düzeyiniz ileri derecede olmadan tek alanda bile iyi bilgi sahibi olamazsınız.

Bu hafta sonundaki seçimden sonra büyük ihtimalle devlet başkanlığı seçiminde ikinci tur gündeme gelecek ama bütün bunların ardından da dünya dönmeye devam edecek…

Yukarda anlatılan sorun da ortadan kalkmayacak, belki biraz şekil değiştirecek ama sürecek…

Bazen kendime kızıyorum ve diyorum ki “Ne gerek var bu kadar gerilime girmeye? Bilgin fazlasıyla yeter…”

Sonra böyle düşünmekten vazgeçiyorum…

Bir ara “Ne uğraşıp duruyorsun, bırak okumayı…” bile dedim kendi kendime…

Üniversitede felsefe eğitimi sonlara yaklaşınca epeyce zorlaştı, yan bölüm –etnoloji- bitti, ana bölüm de bitiyor ama bu kadar işin arasında uğraşmak bazen insanı sıkıyor…

Sonra bu düşünceden uzaklaştım…

Yakınlarda bu konuda bir de yazı yazmıştım; konusu felsefecilerin doğa biliminden anlamıyor olmalarıydı. Tanınmış İngiliz filozofu Gilbert Ryle’ı konu alan bir ders almıştım. Bir ödev yazdım ki, evlere şenlik!

Adam “teorinin amacı gerçeği aramaktır” belirlemesini yapmıştı, ben de 20. yüzyılın doğa biliminde bunun yanlışlığından hareket ettim ve örnek olarak da Einstein’ın özel görelilik kuramını verdim.

Işık hızı 19. yüzyılın sonunda Michelson-Morley deneyiyle ölçülmüştü…

Bir tren batıya doğru gidiyor varsayın, lokomotifin önünde de projektör bulunuyor. Bu durumda ışığın hızı nedir? Klasik fiziğe göre ışık hızı ile trenin hızının toplamıdır; ama böyle çıkmıyor, sabit çıkıyordu. Işığın hızı ışık kaynağının hızından bağımsız olarak sabitti. Klasik fiziğe ters bir gerçeklik söz konusuydu ya da gerçeklik belliydi, soru da “Hangi teori bu gerçekliği açıklayabilir?” şeklindeydi.

Teori gerçekliği aramıyor, belli olan gerçekliği açıklamaya yöneliyordu.

Bu dersten kesin kalırım diye düşünüyordum, işin yoksa aynı düzeyde başka bir ders alıp tekrarla…

Derken sonuç geldi… Prof. “Eleştirilerinizi anlamak kolay değil” diye başlamış, “ama Ryle’ın teori oluşturma konusundaki görüşünü tam olarak vermişsiniz ve kendi katkınızla da bunu eleştirmişsiniz… Bu nedenle 2 (80) veriyorum…”

Bunu beklemiyordum doğrusu!

Derken başka bir sorun daha çözüldü…

Bölüm bitiyor, bitirirken uygun bir öğretim üyesi bulup Bachelorarbeit denilen bir sonuç tezi yazmak durumundasınız. Sizin istediğiniz konuya uygun birisini bulmanız gerekiyor ya da yeni bir konu öğreneceksiniz… İş yani!

Sadece prof. olanların söz konusu tezin yazılmasına nezaret edebileceklerini sanıyordum; değilmiş, doktora yapmış olanlar da oluyormuş…

Daha konuşmadım ama adamı buldum, diyebilirim…

Yine dersinden iyi not aldığım kişilerden bir tanesi…

Bu yarıyılda istediğim sonucu alabilirsem gelecek yarıyıla pek bir şey kalmıyor; iki seminerden ödev yazmadan sadece “küçük performans” göstermem gerekiyor. Adamın da gelecek yarıyılda iki dersi var, adlarını gördüm ve içim bir tuhaf oldu.

Birisinin adı “Aklın arkeolojisi”…

Üç yıl önce bu konuda bir yazı yazmıştım, sitede 510. ya da bu civardaki sayıdaki yazı olacak, internete verip de bulabilirsiniz; baktım 3550 kere okunmuş…

Benim bile hoşuma giden bir yazıydı…

Aklın tarih boyunca maddi olarak ürettiklerinden hareketle gelişmesinin incelenmesini konu alan yeni bir alan… Felsefeyle sosyolojinin karışımı bir alan…

Adamla daha konuşmadım ama konuyu buldum…

Bunlar insana ne kazandırır?

Ortaokul son sınıftayken dizi kitapları Türkçede yeni yayınlanan Sherlock Holmes’u okurdum… Onun bir belirlemesini unutmam… Cuvier çok eskiden yaşamış ve ölmüş büyük bir hayvanın tek kemiğinden bütün iskeletini çıkarabiliyordu. Bunun için ciddi bir zooloji bilgisinin yanı sıra bilgiyi birbirine bağlayabilmek özelliği de gerekiyordu.

Holmes de bir cinayetteki küçük ipuçlarından hareketle müthiş sonuçlar çıkarıyor, ardından da bunların doğruluğunu pratikte sınamaya yöneliyordu. Hepsi doğru çıkmıyordu ama neyi nerede arayacağını biliyordu…

Burada bizim ulusal sorunlarımızdan birisi görebilmek mümkündür: bilmek ama değişik bilgi öbekleri arasında bağlantı kuramamak… Dolayısıyla bilmek ama sonuç çıkaramamak…

Reel sosyalizmin tarihi konusundaki değerlendirmelerde bunu görebiliyoruz… Bilgi var ama bilgi öbekleri arasında bağlantı kurulamıyor, zincirleme gelişme anlaşılamıyor ve bu da yapılamayınca bilgi değişmeden sürekli olarak tekrarlanıyor…

Kendini tekrarlamak da buradan doğuyor…

Bilgiden bilgi üretemeyince yapabileceğiz başka şey de kalmıyor…

Üretebilmek varolan bilgiyi tekrarlamak değildir; bilgiden bilgi üretmektir.

İyi bir bilgi birikimi yoksa hiçbir ilerleme olmaz ama burada kalırsanız da kendinizi tekrarlamakla yetinirsiniz…

Basit bir örnekle yazıyı bağlayayım…

Rakibiniz yaptıklarından hareketle onun kafasının çalışma şeklini çıkarırsınız… Burada bilgiden bilgi üretmek söz konusudur ve bu aşamaya geldiniz mi karşınızdakinin pili bitmiş demektir; sadece saçmalayabilir, fazlasını yapamaz…

Karşısındakini hiç durmadan suçlama temelinde çalışan bir kafa kaçınılmaz olarak saçmalamaya mahkumdur. Malzeme bulamazsanız, uydurursunuz ve bu da doğru olmayabilir…

Erdoğan, İnce’ye “Menderes asılırken sen neredeydin?” demiş…

Danışmanlarının kafası üretilen malzemeden hareketle sürekli suçlama yapmak temelinde çalışıyor ve karşılaştıkları yoğun basınç altında da şaşırdıkları için Menderes’in 1961’de idam edildiğini, İnce’nin ise 1964 doğumlu olduğunu göremiyorlar…

Hiç durmadan ateş edince gerçekte iş yapıyormuş gibi görünmekten öteye gidilemiyor…

Unutmayalım, karavana atan da hiç durmadan ateş eder!

Çalışmaya devam…

 

Son Güncelleme: Çarşamba, 20 Haziran 2018 17:57