Şuanda 19 konuk çevrimiçi
BugünBugün386
DünDün2214
Bu haftaBu hafta9121
Bu ayBu ay30123
ToplamToplam10192177
Cumartesi ama anneler değil! PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 01 Eylül 2018 09:22


Cumartesi Anneleri’nin eylemi 701. haftasında ve muhtemelen bu hafta yasaklama nedeniyle her zamanki yerinde, Galatasaray’da yapılamayacak… AKP bugüne kadar az sayıda insana hitap eden eylemin kitleselleşmesinden çekiniyor. HDP’nin bu eylemde yerini almasından ise hiç hoşlanmıyor.

Cumartesi Anneleri’nin eylemi geçmişte de bir dönem yasaklanmıştı, sonra yeniden başladı.

Bu eylem tarihimizin özellikle 1980 sonrasında yaşanan büyük terörün alışılmasını ve unutulmasını engelliyor, o terör sırasında infaz edilenleri ve gözaltında kaybedilenleri sürekli gündemde tutuyor. İnfazlar 1990’lı yıllarda özellikle artıyor.

Cumartesi Anneleri’nin en önemli özelliği “Yakın tarihimizde bunlar yaşandı, unutmayın” söylemidir.

Arjantin’de cunta döneminde kaybolanların peşine düşen Playa del Mayo annelerinden bize kadar uzanan “kayıpların aileleri tarafından aranması” tarihini tekrarlayacak değilim. Arjantin’de cunta döneminin sorumlularının bir bölümü yargılandı ve ceza aldılar. Sorun tümüyle çözülemedi ama ön plandaki cuntacılar ceza aldılar.

Arjantin’deki sürecin üç önemli yanı bulunuyor:

Birincisi: oradaki uygulamalar bizdekini geride bırakır. Gözaltında işkence gören ve bir bölümü de öldürülen kadın ve erkeklerin çocuklarının –onlar yaşıyor bile olsalar- başkalarına verilmesi ve nasılsa sağ kalıp yıllar sonra tahliye olan anne ve babanın çocuklarının peşine düşmesi… Bir bölümünün sonuca ulaşması ve çocuklarını bulmaları, bir bölümünün ise bunu başaramaması…

Arjantin’deki Playa del mayo anneleri sadece öldürülen değil yaşayan ama nerede olduğu bilinmeyen çocuklarını da arıyorlardı.

İkincisi: Arjantin cuntacıları mahkeme sürecinde konuşmadılar ve birbirlerini suçlamadılar. Bizde bu olmaz. Ergenekon davasında subayların daha az ceza almak umuduyla birbirlerini nasıl suçladıklarını gördük.

Üçüncüsü: sonuç alınmasına pek katkısı olmasa da önemli bir adımdı: Arjantin’de cunta döneminde görevli subaylardan birisinin kızı “babam işkencecidir” diyerek ailesini terk etti. Adam vatan-millet için solculara nasıl işkence yaptığını eve gelince anlatırmış…

Arjantin’de bu direniş olmasaydı ceza alan cuntacılar bile yargılanmazdı.

Yazının başlığına gelince…

Cumartesi Anneleri ve onları destekleyenler toplumda oldukça küçük bir azınlığı temsil ediyorlar. Cumartesi Anneleri’nden hareketle anneliğin kutsallığından falan söz edenler ise bana Server Tanilli’nin başka bir konuda yazdığı yazının başlığını hatırlatıyor: “Solculuk ve salaklık üzerine…”

Son seçimdeki oy dağılımına yönelik olarak yapılan araştırmalara göre AKP’yi erkeklerden çok kadınlar seçiyor. Ev kadınlarının büyük bölümü AKP’yi seçmiş… Nedeni şöyledir ya da böyledir ama sonuç budur. Nedenin açıklanması sonucun daha iyi anlaşılmasını sağlar ama o sonucu ortadan kaldırmaz.

AKP içinde çok sayıda kadın bulunduğu gibi bu partinin mahalle çalışmaları da kadınlar tarafından yürütülüyor.

Kadınlar bu toplumda gericiliğin önemli desteklerinden bir tanesidir. Bunun tersinin gerçek olduğunun sanılması vahim bir hatadır.

Türkiye toplumunda ensest yaygın ama yaklaşık rakam olarak bile ifade edilemiyor. Kurbanlar dahil çok az kişi konuşuyor, sanki yokmuş gibi davranmak tercih ediliyor, ama var ve az da değil…

Bu konuda yapılan araştırmalara biraz bile göz attığınızda aile içinde babanın kızını cinsel olarak istismar etmesinin anneler tarafından nasıl ört bas edildiğinin örneklerini okuyabilirsiniz. Örnekler az değil ama oran vermek mümkün görünmüyor.

“Anasına bak kızını al” sözü boşuna söylenmemiştir. Annelerin kızlar üzerindeki büyük etkisini gösterir ve kendi yollarını çizmek isteyen kadınlar da bu nedenle anneleriyle özellikle takışırlar. 1960’lı yılların ikinci yarısında devrimci harekete katılan ya da sempati duyan kadınlardan tanıdıklarımın tamamına yakını annelerini hiç sevmez hatta nefret ederdi. Normal, çünkü en büyük engel onlardı.

Tersi örnekler de fazlasıyla olmalıdır.

Her durumda bir kadın olarak geleneksel bağlarını kırmak, kendi hayat yolunu çizmek istiyorsan, ilk takışılacak kişi anne oluyor.

On yıldan fazla oluyor, az rastlanan bir olay gazetelere yansımıştı… Olay, bir kızın annesini vurmasıydı. Kız ortaokula gidecek yaşlarda, aile ve özellikle anne baskısından kurtulmak için parasız yatılı sınavına girmek istiyor, annesi karşı çıkıyor. Sınav günü kızın evden çıkmasını yasaklıyor. Kızda yerini daha önce öğrendiği babasının tabancasıyla annesini öldürür, sonra karakola gidip teslim olur.

Bundan sonrası kızın büyük şansıdır… Nasıl bir karakola gittiyse artık, polis onu hemen sınava götürüyor. Sonrasında birkaç psikolog devreye girdi ve haber gazetelerden kayboldu; iyi de oldu.

Şebnem İşigüzel’in konuyla ilgili romanı da olaydan kısa süre sonra yayınlandı: Kirpiklerimin Gölgesi. Romanın hoşuma gittiğini söyleyemem, beni esas etkileyen –yanlış hatırlamıyorsam başlığın altında veya arka kapakta yer alan- romanın adıyla ilgili belirlemeydi: şu dünyada kirpiklerimin gölgesi kadar yer yok bana…

O yeri alabilmek için ilk adım olarak anneyi öldürmek gerekmiştir.

O kızın sonraki yıllarda pişmanlık duyduğunu hiç sanmıyorum… Eğer hayatta kirpiklerinin gölgesinden daha fazla bir yeri olabilmişse, bunu annesini öldürmesine ve tabii büyük şansına borçludur.

 

Yazının başlığına dönersek; Cumartesi tamam ama o anneler toplumdaki annelerin büyük çoğunluğunu temsil etmiyorlar. O annelerin önemli bölümü de AKP’yi seçiyor.