Şuanda 34 konuk çevrimiçi
BugünBugün962
DünDün2214
Bu haftaBu hafta9697
Bu ayBu ay30699
ToplamToplam10192753
Değişik bir sürgün... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 06 Nisan 2019 19:13


Okurların çoğunun İstanbul seçimiyle meşgul olduğunu biliyorum ama daha önce yazdığım ve www.avrupasurgunleri.com da yayınlanan yazıyı buraya da aldım. Seçim sonucu nasıl olursa olsun gitmeye karar verenlerin sayısı artacak gibi görünüyor. Peşpeşe o kadar çok insan geldi ve geliyor ki…

Sürgünün temelinde bir insanın ya da insan grubunun yaşadığı ülkeyi terk etmek zorunda kalması yatar (iç sürgün de vardır ve ayrı bir konudur). İnsanlar genellikle öldürülmemek, yıllarca hapse girmemek, işkence görmemek için ülkelerini terk etmek zorunda kalırlar. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 sonrasında ülkelerini terk ederek özellikle Avrupa ülkelerine gelenlerde belirleyici neden bu olmuştur.

Sürgünlük veya siyasi göçmenlik kendi başına kişinin politik görüşü hakkında bilgi vermez. 12 Eylül 1980 sonrasında az sayıda MHP’li de Avrupa ülkelerine gelmişti. Son üç yıldır çok sayıda Fettullahçı da çoğunluğu Almanya’ya olmak üzere çok sayıda ülkeye dağıldı. Almanya’ya –ve muhtemelen başka ülkelere de- iltica başvurusunda bulunan büyükelçiler, generaller ve üst düzey bürokratlar var. Bunlardan ne kadarı kemalisttir, ne kadarı Fettullahçıdır ve ne kadarı başka görüşe sahiptir; bilmiyoruz.

Bu kişilerle birlikte aralarında “Barış İmzacıları”nın da bulunduğu akademisyenler de geldiler. Üniversitelerdeki görevlerinden uzaklaştırılmışlardı ve yüksekliği bilinmeyen hapis cezalarıyla karşı karşıyaydılar.

Aralarında barış imzacısı olmayan ama muhalif olduğu için şu veya bu örgütle bağlantısı olduğu gerekçesiyle işine son verilenler ve her an hapse girebilecek olanlar da bulunuyor.

Politik görüşünden bağımsız olarak bu geniş kesimin ortak yanı ülkeyi yıllarca hapiste kalmak tehlikesi nedeniyle terk etmiş olmasıdır.

İnsanlar birkaç yıldır artan oranda başka nedenlerle ülkeden ayrılıyorlar.

Geçen yıl ülkeyi terk edenlerin sayısı verilen bir rakama göre yaklaşık 250 bin kişi… Hükümet bunun yarısı kadar rakam verdi ve ikisinin ortalamasını alırsak kabaca 200 bin kişi diyebiliriz. Bunların ne kadarı “değişik sürgünlük” kategorisine girmektedir, bilmiyoruz. Yeni gelen ve konuştuğumuz insanlardan sayının düşük olmadığını anlıyoruz.

Bu sürgünlükte zorlama hem vardır hem de bildiğimiz anlamda yoktur.

Bu insanlar aranmıyorlar, işlerinden atılmamışlar; başka bir deyişle yargılanmak ve hapse girmek tehlikesi karşısında değiller.

Başka bir zorlama bulunuyor: ülkede artık yaşayamayacaklarını düşünüyorlar. Kendi deyimleriyle “nefes alamıyorlar”, “çocuklarının iyi eğitim almasını istiyorlar” ve gidiyorlar.

Yüksek tahsilliler ve ekonomik durumları da iyi sayılır. Bir bölümü evlerini ve arabalarını satarak ülke dışına gidiyor. Bu gidiş kesin gidişe benziyor denilebilir.

Doktorlar, öğretmenler ve öğretim üyelerinin sayısı daha fazla gibi görünmekle birlikte mutlaka başka mesleklerden insanlar da vardır.

Bu yeni bir durumdur, sürgünü bol tarihimizde daha önce görülmemiş bir sürgünlük çeşididir.

Politik görüşleri hakkında belirlemede bulunmak zor görünüyor ama genellikle laik ve kemalist dünya görüşünü benimsemiş olanlar diyebiliriz. Başka bir belirlemeyle modern hayat tarzı yaşayan ve bunu tehdit altında gören insanlar da diyebiliriz.

Çocukların iyi eğitim görmesi için de ülke dışına uzun süreli hatta sürekli gidiş tercih edilmektedir. “Dini eğitim görmesi için çocuk yapmadık” söylemini sık olarak duymak mümkündür.

Gelenler çok olmakla birlikte gelmek için yol arayanlar, uygun bir fırsat kollayanların sayısı daha fazladır. Bunu ülkeden gelen telefonlardan, gidip gelenlere sorulan sorulardan anlamak mümkündür. Parası olan için gelmek zor değil, bir şekilde vize alınabilir ama orada nasıl kalınacak? Buna çözüm aranmaktadır.

Bu konuda bazıları internet yayın organlarında söyleşiler yayınlanıyor ve söyleşiyi yapanların sordukları sorular aslında ne kadar geriden geldiklerini gösteriyor. 20-30 yıl öncesinin belirlemelerini yapıyorlar.

Sürgün hayatının hiç de kolay olmağını herkes biliyor. Yirmi yıl önce bu kadar bilinmeyebilirdi ama çok sayıda insanın gidip gelmesi, hemen herkesin başka bir ülkede arkadaş ya da yakınının bulunması, ek olarak sosyal medyadan öğrenilenlerle birlikte başka bir ülkedeki hayatın zorlukları büyük oranda bilinir oldu. Bu zorluk sadece gideceğiniz yerde yaşanılacaklarla ilgili değil; o güne kadarki hayatınıza sırtınızı dönüyorsunuz ve başka bir hayat kurmaya yöneliyorsunuz. Sıkıntılar ve büyük çalkantılar kaçınılmazdır. Büyük çoğunluğu yüksek eğitim görmüş insanların bunları bilmedikleri söylenemez.

Türkiye’de iken para kazandıran bir mesleğe sahip olmak benzer durumun başka bir ülkede de süreceği anlamına gelmiyor. Diplomaların kabul edilmesi –veya edilmemesi- yerleşmek, başka bir dil öğrenmek, çocukların uyum sorunları; kısacası saymakla bitmeyecek kadar sorun vardır. Kimse “orada rahat ederim, hayat kolaydır” anlayışıyla gelmiyor; yıllardır bulunduğu ülkede artık yaşayamayacağına inandığı için geliyor ya da gelmeye çalışıyor.

Bu insanlara “kalın” çağrısı yapmak anlamsızdır çünkü hem dinlemezler ve hem de verdikleri büyük kararın arka planını anlamak gerekiyor. İnsanlar aranmadıkları, hapse girmek tehlikesiyle karşı karşıya olmadıkları, meslek sahibi oldukları ve geçim sıkıntısı da çekmedikleri halde bir ülkeden gitmek istiyorlarsa, neleri varsa satıp da bunu yapıyorlarsa –başka ülkede para gereklidir- gelecekleriyle ilgili ciddi bir karar vermişlerdir.

Ülkenin eğitimli insanları artan oranda gidiyorlar; gitmek isteyenlerin ve uygun yol arayanların sayısı da gidenlerden oldukça fazladır.

 

Bu insanlarla Avrupa ülkelerinin görece eski sürgünleri olarak ortak noktalarımız olacaktır. Ne oranda, bilemiyorum. Şimdi alışma sürecindeler denilebilir.