Şuanda 16 konuk çevrimiçi
BugünBugün555
DünDün1049
Bu haftaBu hafta1604
Bu ayBu ay26724
ToplamToplam10143279
Çift sınıflı işçi sınıfı PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 19 Şubat 2020 20:45


Bu günlerde sık yazdığıma bakmayın, yakında yine haftada 2-3 yazıya ineceğim. Okunması gereken hayli kitap var, bir bölümü masada duruyor, diğerlerini de alacağım. Bu arada yazı azalabilir…

Başlık ilginizi çekmiştir. Konu Türkiyeli göçmen işçilerle ilgilidir.

1980’li yıllarda Almanya’da çalışan Türkiyeli göçmen işçilerin Almanya işçi sınıfının parçası oldukları söylenirdi. O sıralar devrimci hareketin önemli bir kesimi bu tür konularla uğraşmaz, tümüyle Türkiye ile ilgilenirdi. İlgilensin tabii de yaşanılan yere de biraz bakmak gerekir. Bildiğim kadarıyla TKP ile TKEP dışında böyle bir tespit yapan bulunmuyordu. Belki vardı ama haberim yoktu.

Almanya’daki Türkiyeli işçiler, hangi politik görüşten olurlarsa olsunlar, genellikle Metal İşçileri Sendikası’na üyeydiler. Bu işçilere özgü çifte politik kimlik burada da kendini gösteriyordu. O yıllarda Türkiye’deki seçimlerde oy kullanma hakkı yoktu, ancak seçim zamanında uçakla gidenler ya da otobüsle sınıra gelenler oy kullanabiliyordu ve bunların sayısı da azdı. 12 Eylül’ü destekleyen ya da MHP’li işçiler Almanya’da SPD’yi tutardı. Vatandaş olmadıkları için oy kullanma hakları yoktu ama kullanabilseydiler göçmenlerin haklarını daha fazla savunduğu için bu partiyi seçeceklerini değişik kereler açıklamışlardı.

Almanya’da sola Türkiye’de sağa yakın olmak bu çifte politik karakterin görünümüydü.

Bu çifte karakter sınıf konusunda da kendisini gösteriyordu.

Almanya’da çalıştıkları işyerinde grev olursa katılırlardı. Bu grevlerin en bilineni 1973’te Köln’deki Ford fabrikasında yapılan grevdi. Almanya işçi sınıfının parçası olarak sayılmaları normaldi ama durum bana yine de garip gelirdi.

İki nedenle:

Birincisi; bu işçiler geleceklerini Almanya’da görmüyorlardı. Para biriktirip dönmek niyetindeydiler. Gerçekten dönecekler miydi, bilinmez ama kafalarındaki amaç böyleydi. Bu durumda bu işçiler Almanya işçi sınıfının ancak geçici olarak parçası olabilirlerdi. Burada kaldıkları sürece böyleydiler ama en azından niyet olarak bir süre sonra gitmek istiyorlardı.

İkincisi; bu insanlar Almanya’da işçi idi ama Türkiye’de orta sınıftı. O yıllarda Türkiyeli işçiler paralarını orada yatırırlardı, hemen hepsi kat almıştı, bazıları işyeri bile açmıştı. İki dünyada birden yaşıyorlardı; Almanya’da işçi sınıfının parçası iken Türkiye’de orta sınıfa aittiler.

Çift sınıflı işçi sınıfı belirlemesi garip görünebilir ama durumları böyleydi.

1990’lı yıllardan başlayarak Türkiye ile bağları zayıflayacak, giderek ya oranın ya buranın insanı olmaya başlayacaklardı.

Almanya’da sanayi işçileri azaldı, özellikle otomobil fabrikalarında çalışan Türkiyelilerin sayısı da azaldı. Buna karşılık hizmet proletaryası arttı, bunun içindeki Türkiyelilerin sayısı da fazlalaştı. Bu insanların Türkiye’ye yatırım yapabilmek, kat almak, işyeri açmak gibi durumları artık bulunmuyor. Hem az kazanıyorlar hem de Türkiye çok pahalı. 1990’lı yıllardan başlayarak ev alabilenler de Almanya’dan alıyorlar.

Başka bir deyişle çift sınıflı işçilik artık yok denilebilecek kadar azaldı.

Almanya’da Türkiye kökenli burjuvazi de bulunuyor. İşletmelerinde çok sayıda işçi çalışıyor, bazıları Türkiye’de de üretim yapıyor ama bunlar iki ülkede de aynı sınıftandır.

1980’li yıllar ve öncesinin Türkiyeli işçileri ne oldu derseniz ya çoktan emekli oldular ya da artık yaşamıyorlar. Bir bölümü döndü, bir bölümü biraz orada biraz burada yaşıyor ama çocuklarının tamamına yakını burada. Türkiye’ye gitmek istemiyorlar. Bir ara gitmeyi deneyenler oldu, uyamadılar.

1980’li yıllarda gençlerden özellikle erkekler gidip gelir ve “uygun kız” ararlardı.

Kızlar da giderdi ama biraz korkarak çünkü ne olduğunu anlamadan evlendirilebilirlerdi. Almanya’da oturma izni olan kız veya erkek hazine gibi bir şeydi, eşini de yanına aldırabiliyordu, bu nedenle talipleri fazlaydı.

Şimdi eş getirmek de zorlaştı Türkiye’den evlenenler de azaldı.

Eğitim düzeyiniz ne olursa olsun oradan buraya apayrı bir dünyaya geliyorsunuz. Bunu son yıllarda çok gelen akademisyenlerde gözlemlemek mümkündür. Toplantı yapacaklar ama istedikleri tarihte salon bulamıyorlar. Burada salon en az altı ay önce tutulur, birkaç gün önce salon aranmaz.

Onların bile alışması zor oluyor.

Dil önemli değil, İngilizceleri var ama başka türlü akan hayata alışmak zaman istiyor.

Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmak hiç bitmeyen bir olay…

Birileri geliyor, biraz kalıyor, şartlar değişiyor, bir bölümü dönüyor (1990 sonrasında 141 ve 142. maddelerden gelenlerin dönmesi gibi) ardından yenileri geliyor (mesela Kürtler), sonra akademisyenler, doktorlar, yüksek düzeyde devlet memurları ve Fettullahçılar… Kesin sayıları bilinmiyor ama az değiller.

 

Bir ara Mülteciler Göçmenler kitabının devamını yazsam mı diye düşündüm, sonra en azından şimdilik geriye attım. İlerde belki…