Şuanda 105 konuk çevrimiçi
BugünBugün1634
DünDün2294
Bu haftaBu hafta7606
Bu ayBu ay41343
ToplamToplam10157898
Okumalar... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 11 Nisan 2020 18:09


Almanya’da sokağa çıkma yasağı yok ama ortalık bomboş, herkesin işi de fena halde durgun. Büyük marketlerin çalıştığına bakmayın, onların da işi azalmış, bu nedenle de geçici işçilerin çoğunu çıkarmışlar. Arada bir çıkıp dolaşıyorum ama genellikle okuyorum. Fırsat bu fırsat bazı kitapları bitireyim diyeceğim ama okunacak kitap bitmez ki. En başta artık içime sıkıntıların bastığı kitaptan çıkardığım notları tamamlamam gerekiyor: almanca sosyalist hayat tarzı kitabı. Bugüne kadar bu kadar dolu bir kitap az okudum, üç aydan fazla zamandır bu kitapla uğraşıyorum. Bu kitap bana politik-etnolojik araştırmayı öğretti. Neredeyse otuz yıldır reel sosyalizmden kapitalizme dönüş konusuyla ilgileniyorum, bu konuda kitaplar ve sayısız yazı da yazdım. Son olarak Bulgaristan ve Romanya örneklerinde bu dönüşün olaylar ve kişilerle nasıl gerçekleştiği konusunda da kitap hazırlıyordum. Bu kitabın okuması bitti sayılır ama bu okuma size somut bir ülkede –diyelim Bulgaristan- somut olaylarla bu dönüşü yeterince açıklamıyordu. Politik teoriyle sınırlı kalınarak bu araştırma yapılamazmış, etnolojik araştırmaya ya da aşağıya inmeye ihtiyaç varmış. Bugüne kadar bizi asıl ilgilendiren komünist partilerin yetkili organlarının aldıkları kararlardı ve bunların uygulandıklarını sanıyorduk. Gerçekte ise karar aşağıya indikçe değişiyor, kitle o kararı değiştirerek hayata geçiriyor. Buradan hareketle sosyalist ülkelerde parti devleti bulunduğunu ve halkın da söz hakkı bulunmadığını savunmanın yanlışlığı ortaya çıkıyor. Gerçekte ise var, karara karşı direnebiliyor, onu değiştirebiliyor ve bir süre sonra kararı alanlar da o kararda değişiklik yapmak zorunda kalıyorlar.

Reel sosyalizmde yeni insan projesi ve uygulanması gibi bir kitap hiç fena olmaz. Aylardır uğraştığım kitap Bulgaristan ile ilgili ayrıntılı bilgi veriyor. Benzer bilginin SSCB için de genel hatlarıyla geçerli olduğu söylenebilir ama bu kadar bilgi yetmez. Küba’nın öğrenilmesi gerek. Che’de bu konuda tespitler vardı ama bunlar genel kalıyor, uygulamayı öğrenmek gerek. İspanyolcada bulunması gerekir ama bu dili bilmiyorum. Bakalım, arayacağım…

Bunun dışında birkaç kitap birden okumayı severim. Dinlenme birini bırakıp diğerine devam etmekle oluyor. Yıllar önce okuduğum kitaplardan ihtiyaç duyduklarımı yeniden okuyorum. Bunlardan birisi Hobsbawm’ın “Kısa 20. Yüzyıl” kitabı. Önemli bir kitap ve ikinci kere okuduğunuzda ilkinde dikkatinizi çekmemiş belirlemeler görüyorsunuz. Bunlardan birisi son dönemde insanların sürekli bugün içinde yaşamaları, geçmişten pek bir şey hatırlamamalarıdır. “Yüzyılın sonunda çoğu genç erkek ve kadın, içinde yaşadıkları zamanın geçmişiyle her türlü organik ilişkiden yoksun bir sürekli şimdiki zaman içinde yetişti.” (s. 15)

Bunun karşıtı da sürekli geçmişte yaşayanlar, oradan bir türlü çıkamayanlardır.

Hobsbawm Ekim devriminden sonraki büyük yükselişi şöyle belirtiyor: “Bu devrimin küresel yayılışı, ilk yüzyıl içinde İslam’ın gerçekleştirdiği fetihlerden bu yana görülmemişti.” (s. 72) Ekim devriminden 30-35 yıl sonra insanlığın üçte biri komünist partileri yönetiminde yaşıyordu. Bu dönemde yapılan hatalara ve yaşanılan yenilgilere rağmen böyle bir gelişme yaşanıyor. Sosyalist olmayan iyi tarihçilerin bile 20. yüzyılı ABD ve Sovyet yüzyılı olarak belirlemesinin nedeni budur.

Bir başkası Aleksiyeviç’in “Kadın Yok Savaşın Yüzünde” kitabıdır. Başlamış ama bitirmemiştim. Birkaç yıl önce Nobel Edebiyat Ödülü alan yazar yeni bir anlatım tekniği kullanıyor; söyleşiler. SSCB’nin Nazilerle büyük savaşına katılmış kadınların müthiş belirlemeleri var. Mesela, “Biz soyu tükenen bir kuşağız. Mamutlar! Hayatta insan hayatından daha önemli bir şey olduğuna inanmış nesildeniz.” (s. 121)

14 yaşında ortaokul üçüncü sınıfta okuduğum Pardayanlar’ı yeniden okuyorum. On cildi de okur muyum bilmem ama okuyorum.

Bir başkası 1001 Gece Masalları. Okumak isterdim ama bir türlü olmadı ve bir de buna da ayıracak kadar param yoktu. Neyse ki pdflerini buldum, YKY bu kitabı çevirerek büyük hizmet yapmış, iki cilt ve toplam 3300 sayfa. Kitabın başında Orhan Pamuk’un önsözünde “Bu kitabın tamamını okuyan yoktur” deniliyor, hoşunuza gitmeyen hikayeleri atlıyorsunuz, henüz atladığım olmadı ama yaparım herhalde…

Bir başkası Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde. Her biri 500’er sayfalık yedi cilt, yavaş okuyorum. Yıllar önce ciltlerin hepsini almış ve Proust’un ayrıntılı anlatımına şaşmıştım. Sonra kaldı, kitaplar da gitti bir şekilde, derken pdflerini buldum, yavaş okuyarak bitiririm.

 

Yarın herhalde yazı yazmam, bir dergi için modern beyin felsefesiyle ilgili yazıyı hazırlamaya başlamam gerekiyor. Pazartesi ise İbrahim Yalçın’ın ölüm yıldönümü, bununla ilgili yazarım.