Şuanda 33 konuk çevrimiçi
BugünBugün664
DünDün1181
Bu haftaBu hafta4342
Bu ayBu ay38079
ToplamToplam10154634
her zamanki yalanlar... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 04 Kasım 2009 20:52


Mihrac Ural asıyor, kesiyor, biçiyormuş… Bana da uzun uzun sövüyormuş…

Yapsın… Durumu kötü, anlamak lazım…

Ben devam edeyim ve iki yıl önce bana iletilen bir iletiyi ele alayım:

İleten bir Antakyalı idi. Kendisine gelmiş, içinde benim adım da geçtiği ve beni de tanıdığı için bana iletmişti.

Konu, Binboğalar’da yapılan askeri eğitimle ilgiliydi.        

Efendim, Mihrac Ural’ın iddiasına göre, dağlarda yürürken ben sefil olmuşum. Soğuktan titrediğim yetmezmiş gibi, yürüyemez duruma gelmişim ve Mihrac efendi de beni sırtında taşımış…

Doğrusunu isterseniz, Mihrac tarafından sırtta taşınmaya hiç itirazım olmazdı. Olmazdı da, ben o eğitime katılmamıştım ki…

Yani ben orada yoktum…

Mihrac Ural acaba yanlış mı hatırlıyordu?

Hayır! Burada söz konusu olan yanlış hatırlama değildi.

Zira ayrıntı veriyordu. Bir kişinin o askeri eğitim sırasındaki davranışlarını ayrıntılı olarak veriyorsunuz, hatta onu sırtınızda taşıdığınızı söylüyorsunuz…

O kişi ise gerçekte o eğitime katılmamış…

Bunun adına açık uydurma deniliyor…

Uyduruyor…

Peki neden?

Mihrac Ural bir şekilde bana olan üstünlüğünü ispatlamak zorunda…

Kendisini buna zorunlu hissediyor…

Bilgi olarak bunu yapamaz. Askeri tecrübe olarak yapamaz. Yazı yazma konusunda yapamaz. Eğitim düzeyi konusunda yapamaz. Daha sayabilirim, ama bu kadarı yeter.

O zaman ne yapsın?

“Ben dağda iyi yürüdüm, o yürüyemedi” diyecek. “Onu sırtımda taşıdım” diyecek…

Belirttiğim gibi, sırtta taşınmaya hiç itirazım yok. Ne çare ki, ben orada değildim!

Neden kendisini buna zorunlu hissediyor?

Kendisi beni rakibi olarak görüyor.

Bu durum kendi tasarrufudur.

Ben hiçbir zaman kendisini rakip olarak görmedim. O kim ki de benim rakibim olacak? Hangi özelliğiyle rakibim olacak?

Arkasına Muhabarat’ı almanın dışında hiçbir yerde karşıma çıkmamaya dikkat etmiştir.

Türkiye devrimci hareketinde herkesin durumu açık…

Benim için istediği kadar hop oturup hop kalkabilir.

Tamam kardeşim, hakkımda söylediğin her şey doğrudur dedik. Daha ne diyeyim?

Yine de bir şey yapamıyorsun…

Aklı sıra beni küçültünce, kendisinin büyüyeceğini sanıyor!

Büyüklük iki türlü olur: Ya siz büyüksünüzdür… Ya da çevrenizdekiler o kadar küçüktürler ki, siz büyük olmasanız bile büyük gibi görünürsünüz.

Mihrac Ural’ın gerçekten büyük olmaya çapı yetmediği için, bütün hayatı çevresindekileri küçültmeye çalışmakla geçmiştir…

Onun yaptığıyla da bir şey olsa bari…

Nasıl bir aşağılık kompleksi var adamda, ölçmesi zor doğrusu…

 

Bakın size eğlenceli bir konu anlatayım…

Konu Binboğalar’daki eğitimle ilgilidir.

Bu eğitime katılan Yüksel ve de eğitimi veren arkadaş döndükten sonra bana iki konu anlatmışlardı:

Birincisi: Eğitim sırasında tepeden bakınca aşağıdaki yoldan sıra sıra cemsenin geldiğini görüyorlar. İhbar mı oldu ya da silah seslerini mi duydular kuşkusu içine giriyorlar. Silahları toprağa gömüp bekliyorlar. Cemseler biraz yaklaşıp sonra başka yöne gidiyorlar.

Mihrac bu olaydan hiç bahsetmez. Bahsetseydi, Malkoçoğlu gibi dağlardan cemselerin üzerine atlayıp herkesi dağıttığını da anlatması gerekecekti!!!!

İkincisi: Mihrac ile ilgili artık bir şey yapılması gerektiğinden söz ettiler. Çocukça davranan, artistik tavırlar gösteren bir tipti dediklerine göre…

Ben o sırada bu kişiyi tanımadığım için bir şey söylememiştim…

 

1976 yılının Aralık ayıydı…

Bir ay sonra Yüksel Trabzon’da ölecek, öteki arkadaş Ankara’da yakalanacaktı… Kayıplar bitmeyecek, kısa süre sonra Ömür de ölecekti…

Bu kadar kayıp olmasaydı, Mihrac Ural Antakya’nın dışına burnunu bile çıkaramazdı…

Son Güncelleme: Perşembe, 05 Kasım 2009 00:14