Şuanda 19 konuk çevrimiçi
BugünBugün24
DünDün2300
Bu haftaBu hafta10639
Bu ayBu ay43338
ToplamToplam10205392
Marksist sosyalizm ve tarihsel inceleme PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 12 Ağustos 2020 23:40


2005 yılında İmge Kitabevi tarafından yayınlanan 1989 Berlin Duvarı kitabının son sayfalarından (198-199) iki alıntı:

“20. yüzyıl deneyiminin en önemli öğretisi, üretim araçlarında özel mülkiyetin kaldırılmasının sosyalizm için gerekli, ama oldukça yetersiz bir koşul olduğudur. Büyük üretim araçlarının toplumsallaştırılması çerçevesinde sınırlı kalındığında, yeni bir uygarlık yaratılamayacağını, sonuçta değişik bir yoldan tekrar kapitalizme ulaşılacağını gördük, yaşadık.”

Kitabın son cümlesi:

“Gelecekte Marksist sosyalizmden ve 20. yüzyıl sosyalizminden farklı bir sosyalizmin yaşanacağı umudu ve mücadelesiyle…”

Bu kitabı www.enginerkinerkitaplar.blogspot.com adresinde bulabilirsiniz.

Son cümlede dikkat çekici bir ayrım yapılıyor: marksist sosyalizmle 20. yüzyıl sosyalizmi ayrı belirtiliyor. Kitapta da açıklandığı gibi 20. yüzyıl sosyalizmi, marksist sosyalizm değildir. Marksist sosyalizm teorisinde güçlü bir kapitalizmle birlikte yaşayan sosyalizm yoktur, dünya devriminin olacağı varsayıldığı için sosyalizm tek sistemdir. (Bu görüşün temelindeki kendiliğindencilik için bkz. Geleceğe Dönüş (2016))

Sanıyorum daha önceki yıllardaydı; birisi şöyle bir belirleme yapmıştı: “Marksist sosyalizm teorisi hayata hiç uygulanmadı.”

Ben de şöyle demiştim: “Bilimsel sosyalizm olarak anılan kuramın başlangıç tarihi olarak Komünist Manifesto’nun yayınlandığı 1848 alınabilir. 150 yıldan fazla zamandır hayata geçirilememiş bir teorinin doğruluğunu neye dayanarak savunuyorsunuz?”

Bir teorinin doğruluk ya da yanlışlığı konusunda yaşanılan uzun pratiği dikkate almayacaksanız, neyi alacaksınız?

Dahası var:

Paris Komünü tek kentte ve yaklaşık 100 gün yaşadı. Coğrafi olarak küçücük bir alan ve süresi de çok kısa… Marx’ın Komün’den çıkardığı sonuçları kabul ediyorsunuz ama SSCB gibi dünyanın altıda biri kadar geniş bir alanda 74 yıl sürmüş bir deneyden çıkan sonuçları ise dikkate almak gereğini duymuyorsunuz.

Güçlü bir kapitalizmle birlikte yaşamak zorunda kalan ve kendilerini marksist olarak tanımlayan ülkelerin varacağı yer sonuçta kapitalizmdir. Marksist sosyalizm bu koşullarda sonuçta kapitalizme varır.

Bu sonuca Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) tarihinin incelenmesiyle vardım. DAC sosyalist ülkeler arasında üretici güçlerin en fazla gelişmiş olduğu ülkedir.

Marksist sosyalizmin varacağı yer kapitalizmdir görüşünü başka savunanlar da oldu (mesela Öcalan). Ama bu savunu tarihsel incelemeye dayanmıyor ve görüntüye bakarak sonuca varıyordu, dolayısıyla temeli zayıftı.

Ardından 2017 yılında Che Guevara – Kısa Uzun Bir Hayat yayınlandı. Burada 1960’lı yıllarda sosyalist ülkelerde yaşanılan “nasıl devam edebiliriz? tartışmasını inceledim. 1989 birdenbire gelmedi, 1960’lı yıllarda yoğun tartışıldı. “Böyle devam edersek çökeceğiz” anlayışının savunucularından birisi de Che idi.

Fikrimce iki yönlü ama tek denilebilecek bir eksik kaldı: 1989’da burjuvazi komünist partilerinden nasıl çıktı? Bunun mekanizması nasıldı?

Sosyalizm yeni insanı yaratmak için yollar denedi, büyük çaba harcadı. Neden başarısız oldu?

Bu iki soru birbirine bağlıdır.

Bu soruları Bulgaristan tarihinin incelenmesiyle cevaplandırmaya çalışacağım.

Tarihsel inceleme yapılmadan bu sorulara cevap verilemez.

Verirseniz ya görüntüye bakmakla sınırlı kalırsınız ya da gerçeklikten uzak kalarak kafadan teori üretirsiniz.

Bugüne kadar savunduğum her şeyi sosyalist ülkelerin tarihsel incelemesine dayandırdım.

Bulgaristan ile ilgili olarak güzel bir belirleme vardır. Denir ki: “sosyalizm dağılmadı ya da çözülmedi, tükendi.”

Kastedilen şudur: sosyalist ülkeler üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalizme yetişeceklerini ve onu geçeceklerini iddia ediyorlardı. Bir dönem bunu yapar gibi de oldular ama 1960’lı yıllardan başlayarak bunu yapamayacaklarını görmeye başlayanlar oldu.

Bir sistem ve o sistemin ülkeleri en büyük iddialarını gerçekleştiremiyorlarsa artık yaşayamazlar.

Üretici güçlerin en gelişmiş olduğu DAC’de bile bu gelişme düzeyi Batı Almanya’nın yüzde 40’ı kadardı.

DAC’de ulaşılan refah düzeyinin Batı Almanya’dan iki kere ve halktan gizli olarak alınan büyük borçla sağlandığını da bu kitapta açıkladım. Romanya dışında bütün sosyalist ülkelerin yüksek dış borcu bulunuyordu.

Sanmayın ki o refah tümüyle içerdeki üretimle sağlanmıştır…

Sosyalist ülkelerdeki halk yıllarca ürettiğinden fazlasını tüketti ve aradaki fark da dış borçla kapatıldı.

Durum budur.

Farklı görüşü olanlar 20. yüzyıl sosyalizminin tarihsel incelenmesi temeli üzerinde getirmelidir.

Bunu bugüne kadar göremedik ve anlaşılan hiç göremeyeceğiz…