Şuanda 59 konuk çevrimiçi
BugünBugün839
DünDün2294
Bu haftaBu hafta6811
Bu ayBu ay40548
ToplamToplam10157103
Bilim ama hangisi? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 22 Ocak 2021 15:58


Bilimsellik sihirli bir sözcüktür ama birbirinden farklı çeşitleri vardır. Mesela doğa bilimiyle sosyal bilim farklıdır, felsefe gibi zihin bilimi de farklıdır. Psikoanaliz doğa bilimiyle sosyal bilim arasında yer alır.

Marksizmin kuruluş yıllarında bilim denilince sadece doğa bilimi anlaşılırdı. Bu anlayış 19. yüzyılda tipiktir ve Marksizm de o dönemde bilimselliğini doğa bilimleri çerçevesinde anlamıştır. Sosyalist devrimin zorunlu olarak gerçekleşmesi, kapitalizmin zorunlu olarak yıkılması, komünist topluma gidiş zorunluluk olarak görülmüştür. Bu anlayış II. Enternasyonal ile başlayarak sosyalist harekete büyük zarar verir. Tarih, tarihsel materyalizmin yasaları gereği bu yönde yavaş bazen hızlı ilerleyecektir; komünist toplum kaçınılmazdır, ulaşılacaktır. Bu anlayış insanları değişik oranlarda beklemeye ya da kendiliğindenciliğe iter.

Tarihte subjektif faktörün önemini vurgulayan ilk kişi Lenin olmamakla birlikte Ekim devrimi bu faktöre büyük önem verilmesinin sonucudur. Marksizm bir yandan “tarihi kitleler yapar” diyerek bireyin rolünü geri plana atarken, bir yandan da bu anlayışa ters olarak bazı bireylerin rolünü yüceltir. Lenin olmasaydı Rusya’da sosyalist devrim olmazdı, başka bir şey olabilirdi ama sosyalist devrim olmazdı.

Che Guevara da Küba devriminin özgün özelliklerini sayarken Fidel Castro’nun varlığını belirtir.

Marksizm başlangıçtan beri kişisel inisiyatife az yer verdiği, bireyi önemsemediği için eleştirilmiştir. Başka bir yazıda da konu üzerinde durmuştum (bkz. Ütopya başlıklı yazı). İnsanlar tarihlerini içinde bulundukları koşullar altında, onların sınırlaması çerçevesinde yaparlar; burası açıktır. Ama bu sınırlamanın çerçevesi kişilere ve örgütlere göre değişir. Kimisi bu sınırlamayı kabul eder, kimisi ise zorlanabileceğini düşünür ve başarılı olurlarsa kimsenin beklemediği bir sonuç çıkar.

Bu bağlamda Marx’a geri dönüp bu arada Lenin’i neredeyse unutmak büyük yanılgıdır. Bence Lenin’in 21. yüzyıla kalan en önemli saptaması subjektif faktörün rolü üzerinedir. Bu incelemenin yapıldığı kitabı www.tdas1.blogspot.com adresinde bulabilirsiniz.

20. yüzyıl sonlarında ve 21. yüzyıl başlarında hemen her ülkede görülen ve ağırlıkla tek konulu kitle hareketleriyle ilgili araştırmada şu sorulur: aynı şartlar altında bulunan ülkelerin bazılarında bu hareketler neden daha güçlüdür, diğerlerinde zayıftır. Araştırmanın sonucu şöyledir: bazı ülkelerde küçük bir grup harekete geçmiş ve konuyu güncelleştirmiştir, arkası gelmiştir. Diğer ülkelerde ise bu hareketin önce başka yerlerde gerçekleşmesi beklenmiştir.

Almanya’da (o yıllarda iki Almanya bulunduğu için Batı’da) çevre hareketinin doğmasını ve gelişmesini bu çerçevede değerlendirebilirsiniz. Bir bölüm insan öne atıldı, ciddi zorluklar ve aldırmazlıkla hatta alaylarla karşılaştılar ve diyelim 35-40 yıl sonra çevreci olmayan kalmadı. Devrim olmadı ama toplumsal kültür değişti.

Marksizm bilim olarak kabul edilse bile doğa bilimi değildir, sosyal bilim çerçevesindedir ve burada insan faktörü önemlidir.

Marx-Engels’te doğa bilimi anlayışı –başka bilim tanınmıyordu- hakimdir ve bunu değişik yönlerden görmek mümkündür. Doğa biliminde bir deney dünyanın her yanında aynı sonucu verir. Saf su deniz kenarındaki atmosfer basıncında 100 derecede kaynar. Bu anlayışı sosyal bilimde uygularsanız bazen vahim sonuçlara ulaşırsınız.

Mesela iktidarı ele geçiren işçi sınıfı burjuva devletini yıkmalı ve yerine kendi devletini kurmalıdır, denir. Marx bu sonuca Paris Komünü deneyinden ulaşmıştır. Önemli ama dünya ölçeğinde bakıldığında minicik yer kaplayan bir kentte, dünya nüfusu açısından sözü bile edilmeyecek kadar az insan tarafından gerçekleştirilen Paris Komünü’nün sonuçlarını gelecek devrimlere uzatmak doğru mudur? Burada doğa bilimi anlayışı açık olarak görülür; burada böyle olduğuna göre her yerde ve her zaman böyle olacaktır. Önemli ama alan ve nüfus olarak minicik bir deneyden insanlığın geleceği için geçerli olacağına inanılan sonuç çıkarılmaktadır.

20. yüzyılın büyük devrimlerinin (Sovyet ve Çin devrimi gibi) hiç birisinde böyle olmamıştır. Troçki Kızıl Ordu’yu hızla örgütlerken Çarlık ordusu subaylarına görev vermiştir. Bu subaylar marksist değildi ama milliyetçiydi. Büyük bir imparatorluk olan Rusya’yı ancak Bolşevikler bir arada tutabilirdi ve bu nedenle de iç savaşta Kızıl Ordu’da görev alacaklardı.

Çin’de devrim sonrasında Komüntang’ın yönetim kadrolarından büyük oranda yararlanılır. Kocaman bir ülkeyi yönetmek için gerekli idari kadronuz çok eksik ise bundan başka yapılacak şey de yoktur.

Teorik olarak komünistlerin kafası karmakarışıktır ve kötüsü önemli bölümü bunun farkında da değildir. Kimsenin aksini iddia edemeyeceği gelişmeye bakalım: sosyalizmden kapitalizme geçiş. 1991’de dağılan SSCB’de devlet yeniden örgütlenmeden kapitalizme geçildi. Diğer sosyalist ülkelerde de aynı durum vardır.

Devletin yeniden örgütlenmesinin olmazsa olmazı ordu ve polisin yeniden oluşturulmasıdır ama bu hiçbir ülkede olmadı.

Efendim, 1956’da Kruşçev ile birlikte SSCB’de zaten karşı devrim olmuştu mu diyorsunuz? Soru aynı kalıyor: o dönemde kapitalizme dönüldüyse, devlet yeniden örgütlenmeden bu iş nasıl oldu?

Benzer soruyu Çin’de Mao döneminden Deng Xiaoping dönemine geçişte de sormak mümkündür. Deng’in büyük destekçisi ordudur; 40 yılda fazla zaman halk savaşı yürüten, Çin devrimini 1949’da zafere ulaştıran ordu… Aynı ordu Çin’de kapitalist dönüşümlerin destekçisi olmuştur.

Bu büyük uygulamaların ve sonuçların Paris Komünü dersleriyle ne kadar ters olduğunu görüyorsunuz değil mi?

Paris Komünü önemli bir deneydir ama buradan çıkarılan sonuçları genelleştirirken dikkatli olmak gerekir. Bilim olarak sadece doğa bilimlerini biliyorsanız, sosyoloji daha yeni kuruluyor ise, bu genelleştirme dönemine göre normal sayılabilir ama aynısını 150 yıl sonra da tekrarlamak normalden başka her şeydir.

Bilim denildiğinde çeşitleri vardır ve bunların özellikleri aynı değildir.