Şuanda 86 konuk çevrimiçi
BugünBugün1406
DünDün2294
Bu haftaBu hafta7378
Bu ayBu ay41115
ToplamToplam10157670
Almanya ve solda büyük düşme PDF Yazdır e-Posta


 

 

Almanya’da genel seçim dün yapıldı, seçim sonucu yaklaşık belli oldu. Partilerin oy oranları henüz resmi sonuç değil, küçük değişiklikler yaşanabilir ama sonuçlar yeterli fikir verecek kadar açıktır.

Avrupa Birliği’nde nüfusu yüksek ülkeler arasında en güçlü sola sahip olan Almanya’da Sol Parti oylarının yarıya yakınını kaybetti. Bu ülkede seçim barajı yüzde 5’tir. Partinin şimdiki oy oranı yüzde 4,9 olmasına rağmen ülkedeki seçim sistemi gereğince üç bölgede doğrudan adaylıkta kazandığı için yüzde 5 almış gibi Federal Meclis’e girebiliyor. Birkaç gün önceki büyük hayal, SPD ve Yeşiller ile birlikte “sol koalisyon” kurma hayali ise kayboldu.

Partinin desteğinin azaldığı biliniyordu ama bu azalmanın bu kadar büyük olacağı düşünülmüyordu.

Solun yıllardan beri bilinen handikapları burada da tekrarlandı: Kürt aday gösteririm, Kürtlerden oy olarım; göçmen aday gösteririm, göçmenden oy alırım tahmini bekleneni vermedi. Solun bilinen hayalidir: işçi aday gösterirsin, işçiden oy alırsın; kadın aday gösterirsin, kadınlar destekler…

İlgisi bulunmuyor.

Sol Parti’nin önceli olan PDS’te beş yıl Frankfurt il yönetiminde bulunmuştum. Sol Parti’nin bu seçimdeki başbakan adayını oradan tanırım. Acayip keskindi ve bunu politika yapmak sanıyordu. Herkese mavi boncuk dağıtmayı politika yapmak sanmasının partiye ek oy kaybettirdiğine eminim.

Sol Parti en fazla göçmen adayına sahipti, sahipti de ne oldu!

Almanya’da yüzde 50 kadın kotasını ilk uygulayan parti PDS idi ama seçmenlerinin üçte ikisi erkekti. Parti de bir ilkeyi hayata geçirebilmek için yüzde 50 kota koyacaktı, kadınlardan oy alırım diye değil…

Çok sayıda göçmeni aday gösterince Alman vatandaşı göçmenlerden oy alacağını sanmak, bu nasıl bir akıldır? Yirmi yıl önce bu anlayışın belirli oranda geçerliliği vardı ama artık kalmadı.

Sol, ilkelerini koruyarak değişmeyi beceremez…

Bunu Almanya’da da gördük…

Sosyalistler sürekli olarak bazı metinleri kendilerine dikte ederler, bunu kendi kendilerine yaparlar: Marx şöyle demişti, Lenin böyle yazmıştı gibi…

Kapitalizm kötüdür ama kapitalizm değişmesini beceren bir sistemdir. Geçmişe takılıp kalmaz demeyeceğim, daha az oranda takılır.

Adam Smith’i aşar, Keynes’i aşar, Hayek’i aşar, Milton Friedman’ı aşar; temel ilkesini koruyarak –üretim araçlarında büyük özel mülkiyet- sürekli değişir. Zaman içinde bu aştıklarına yeniden ihtiyaç duyarsa, geri döner ama tümüyle dönmez, mevcut şartları dikkate alır.

Sosyalistler ise bunu yapamazlar. Her şey değişir ama tek değişmeyen sosyalistlerdir.

20. yüzyıldaki bütün önemli devrimlerin bilinen teoriyi kenara iterek gerçekleştiğini görmek istemezler.

Gramsci’nin Ekim devrimini “Kapital’e karşı devrim” olarak görmesi doğrudur. Marksist teoriye göre böyle bir devrimin olmaması gerekirdi (yarı feodal ülkede sosyalist devrim) ama oldu.

Çin’de işçi sınıfı yok sayılırdı ama demokratik ve sosyalist devrim oldu.

Küba’da devrim işçi sınıfı ve içinde örgütlü gücün –Sosyalist Parti- muhalefetine rağmen, bunların dışındaki güçlerle yapıldı.

Bu devrimleri yapanlar, teoride gereken değişikliği yapmak yerine, ona bağlılık gösterdiler ve bu da büyük kargaşaya yol açacaktı. Eski teoriyi savunuyorsun ama başka türlü yaparak başarıya ulaştın!

20. yüzyılın devrimler deneyimi sosyalistlerin teorik olarak güçlü değil zayıf olduklarını gösterir. Her teori değişir, değişmeyen teori yoktur. Teorinin pratiğe uygulanması aynı zamanda onu değiştirir. Bu değişim teorinin ayrılmaz parçasıdır. Bunu bir türlü anlamayanlar teorik olarak güçlü sayılamazlar.

Ya teoriye bağnazca bağlı kalırsınız ve başarısız olursunuz ya da o teoriyi keskince savunurken herkese mavi boncuk dağıtarak, aşılmış ilkel yöntemlerle başarılı olacağınızı sanırsınız ve Sol Parti’de son örnekte görüldüğü gibi fena düşersiniz.

Sosyalistlerin amacı kapitalizmin yerini alacak, geniş sosyal adalete dayanan, barışı temel alan bir düzendir. Başka sabitleri yoktur, olmamalıdır.

Sosyalistler kapitalizm gibi kötülükleri sürekli sergilenen, krizden krize sürüklenen bir sistemin nasıl ayakta kalabildiğini anlayabildikleri zaman gerçekten gelişme gösterebilecektir. Zor var ama ayakta kalma sadece ve hatta esas olarak zora dayanamaz. Kısa dönemde olabilir ama uzun dönemde başka faktörler vardır. Kapitalizmde bu faktörler sürekli değişir. Bağlı oldukları “kutsal metinler” yoktur, “kutsal” sürekli güncellenir.

Kapitalistler sürekli olarak sosyalistlerden öğrenirler ama tersi neredeyse hiç geçerli değildir.

Rakibinden öğrenmek, öğrendiğini kendi değerler sistemin içinde uygulayabilmek demektir; rakibinin aynısını yapmak değildir.

 

Anlayabilene…