Şuanda 224 konuk çevrimiçi
BugünBugün839
DünDün1137
Bu haftaBu hafta4559
Bu ayBu ay25561
ToplamToplam10187615
Biz yanlıştık da siz doğru duydunuz? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazartesi, 28 Mart 2022 22:13


Kızıldere’nin 50. yıldönümüyle doğrudan ilgili bir şey yazmayacağım. Konuyla ilgili bilinmeyen kalmadığı için tekrarlamanın anlamı bulunmuyor. Ek olarak konuyla ilgili düşüncelerimi değişik yazılarda, son olarak da Hüdai Arıkan kitabı vesilesiyle yazmıştım.

Diyelim ki THKP-C silahlı propaganda ile kitleleri örgütlemeyi hedefleyerek yanlış yaptı. Bu örgütün sonraki izleyicileri de –aralarındaki farklılıklara rağmen- benzer örgütlenme anlayışına sahip oldukları için yanlış yaptılar.

Sosyalist hareketin 1980 öncesindeki en kitlesel örgütleri; Devrimci Yol, Kurtuluş, Halkın Kurtuluşu, TKP –yine aralarındaki farklılıklara rağmen- Mahir Çayan’ın klasik politik kitle çalışması belirlemesini temel aldılar ve büyük kitleselliğe de ulaştılar.

12 Eylül sonrasında bu kitlesel örgütlerin durumunu da gördük. Çabucak dağıldılar ve cuntaya karşı kayda değer bir direniş gösteremediler.

12 Eylül sonrasında şiddetle aranmama rağmen üç kadar daha İstanbul’da idim ve Davutpaşa kışlasında yaşanılan rezaleti izleyebildim. DİSK kapatılmış ve bütün işyeri temsilcilerine teslim ol çağrısı yapılmıştı. Bu kişiler kışla önünde sıraya girip teslim oluyorlardı. Mesai saati bitince oradaki görevli asker sırası gelmemiş olanlara ertesi gün için sıra numarası veriyordu.

İşçi sınıfının fabrika temsilcisi olan ileri kesiminin durumu buydu.

Büyük oranda legalde çalışan diğer örgütler de aranmaya başlayan çok sayıda kadrolarını illegale çekebilecek durumda değildi. Büyük çoğunluk başının çaresine bakmak zorundaydı. O büyük kitlesellik kaybolacak ve kitlesel tevkifatlar başlayacaktı.

Devrimci Yol yöneticilerinin Aralık 1980’de toplu yakalanmasına hala hayret ederim. Bunun tek açıklaması gizlilik hakkında tecrübe sahibi olmamak ve cuntayı pek de ciddiye almamaktır. Her örgüt hata yapabilir, açıklar verebilir ama başka hiçbir örgüt bütün yöneticilerini birlikte yakalatmadı.

Burada soru şudur:

Silahlı propagandayı savunanlar ve aralarında farklılıklar bulunsa da hayata geçirenler başarısız oldu da, yine aralarındaki farklılıklarla klasik politik kitle çalışmasını temel alarak büyük kitleselliğe ulaşanlar başarılı mı oldu?

12 Eylül sonrasında sosyalist hareketin kayda değer bir direniş gösteremediği, karşı koyuşların münferit kaldığı ortadadır.

Sosyalist harekette birlik olsaydı… gibisinden garip belirlemeler yapmayın.

1975-1980 döneminde sosyalist hareketin önemli özelliklerinden birisi sol içi şiddettir. Sosyalist örgütlerin birbirine yönelik şiddetidir ve sadece ölümle biten şiddet uygulamaları dikkate alınsa bile sayı fazladır.

Birbirinden insan öldürmüş ve bunu da “teorik olarak haklı” göstermiş örgütlerin birlik olmasını istemek “fazla iyimserlik” kategorisine bile girmez, daha kötüsüdür.

Kızıldere’nin üzerinden 50, 12 Eylül’ün üzerinden 42 yıl geçti.

O yıllarda “şöyle olsaydı, böyle olurdu” diye konuşmanın anlamı kaybolmuştur.

Başka bir dünyadayız ve o yılların örgütlenme anlayışları da –sadece silahlı propaganda değil- bugün tutmuyor. Tutsaydı birileri yapardı, biz de ondan öğrenirdik.

Dünyanın her tarafında sosyalistler cılız durumdadır. Bazen şurada veya burada parlıyorlar ama sürdüremiyorlar.

Yapabildiğim kadarıyla bütün deneyleri izlemeye çalışıyorum. Mesela komünistler Hindistan’da bir eyaletin yönetimindeler. Sayıları bize göre çok fazla ama 1,1 milyarlık ülke için durum böyle değildir.

Şili’de devlet başkanı seçilen kişi iyi bir sosyal demokrattır ve sağcı meclis çoğunluğu karşısında zorlanıyor.

Venezüella ve Bolivya önemli… Nikaragua o kadar değil…

Küba sıkılaştırılan ambargoya rağmen halen ayaktadır. Dünyada önemli etkileri bulunuyor ama 10 milyonluk nüfustan daha fazlası beklenemez. Yıllardan beri yapabileceklerinin en fazlasını yaptılar zaten…

Başka yazıların ve videoların konusudur, şu kadarını belirteyim: dünya tekten ayrılarak çift küreselleşmeye gidiyor. ABD, Avrupa Birliği, Japonya, Kanada ve Avustralya –başka ülkeler de eklenebilir- bir yanda; Rusya Federasyonu, Çin, Hindistan, Venezüella –yine ekleme yapılabilir- başka yandadır. İki kesim arasında oynayan ülkeler olacaktır.

Türkiye de bu bölünmeden doğrudan etkilenecek ülke durumundadır.

Sanıyorum öncelikle ne olup bittiğini sürekli analiz etmek ve açıklamak durumundayız.

Örgütlenme ancak bu sürekli açıklamayla birlikte gelişebilir.

Gerisini ben de bildiğimi söyleyemem.

 

Sürekli öğrenmeye çalışıyorum…