Şuanda 85 konuk çevrimiçi
BugünBugün1432
DünDün2294
Bu haftaBu hafta7404
Bu ayBu ay41141
ToplamToplam10157696
Yazmak ya da konuşmak ama bir şey söylememek PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 02 Nisan 2022 09:56


Bizde eskiden insanlar bu kadar çok konuşmazdı. Şimdi neredeyse durmadan konuşuyorlar ve büyük çoğunluk neredeyse hiçbir şey söylemiyor. Sanıyor ki çok konuşursa çok şey söylemiş olacaktır, tersine dinleyenlere sıkıntı veriyor. Bir süre sonra insanların bir bölümü dinlememeye başlıyor, kalan bölümü dinliyor ve herhangi bir konuda fikir adına kafasında salata oluşuyor. Her şey birbirine girmiş, olaylar arasında bağlantı bulunmuyor ya da zayıf, “o da olabilir, bu da olabilir” demek analiz sayılıyor.

Dinlememek ve okumamak en iyisidir, ben böyle yapıyorum.

Almanya’nın yaşadığı yıllarda en bilinen edebiyat eleştirmeni olan Marcel Reich-Ranicki’ye bu kadar çok kitabı nasıl okuduğunu sormuşlar. O da çoğunun baştan 20-30 sayfasını okumakla yetindiğini söylemiş. Nedenini şöyle açıklamış: çorbanın berbat olduğunu anlamak için hepsini içmek gerekmez.

Herhangi bir konuda analiz yapmak, bir şeyler söylemektir. Buradan söylediğinizin mutlaka doğru olduğu sonucu çıkmaz ama ortaya koyduğunuz ve temellendirilmiş bir fikir vardır, en azından üzerinde düşünülmeye değer…

Bunu yapmadığınız zaman istediğiniz kadar çok konuşun veya yazın, ortaya çıkan laf salatasıdır ve ömrü de birkaç saat bilemediniz birkaç gün kadardır.

Kalite düzeyi biraz yüksek bir örneği yazarının adını belirtmeden vereyim.

19. yüzyılın ikinci yarısında Rus edebiyatı dünyanın en iyisiydi ve Rus sosyalistleri de, başka ülkeler sosyalistlerine kıyasla bu edebiyattan fazlasıyla etkilenmişlerdi.

Bu belirleme pek de doğru değildir. O dönemin Rus edebiyatı dünya çapındadır, burası doğru. Edebiyatta “dünyanın en iyisi” gibi bir belirleme doğru olmaz. Farklı ülkelerin büyük edebiyatları farklı sorunları işlerler çünkü toplumlar farklıdır. Fransız edebiyatında gelecekte toplumsal gelişmenin izlemesi gereken yol konusunda tartışma yok sayılır. Batı uygarlığı mı yoksa Rusya’nın kendi değerlerinin geliştirilmesi konusu ise Rus edebiyatında vardır. Rusya kapitalizmin az geliştiği dünya çapında bir ülkedir. Hatırlanacak olursa benzer tartışma zamanın Osmanlı İmparatorluğu’nda da vardı.

Bu tartışmanın edebiyata girmesine neden olan ülkenin durumudur. Sosyalistler ve anarşistler bu edebiyattan etkilendikleri gibi, edebiyat da politik akımlardan etkilenmiştir.

Esas konu bundan sonra başlamak zorundadır: büyük Rus edebiyatına ne oldu? Bu edebiyat neden SSCB’de sürdürülemedi?

Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin, Gogol, Gonçarov ve sayılabilecek başka büyük adların yer aldığı devrim öncesi Rus edebiyatı, devrim sonrasında Şolohov ve Aytmatov dışında dünya çapında yazar üretemedi. Yanlarına birkaç isim daha ekleyebilirsiniz belki ama böyle bile yapsanız, büyük Rus edebiyatının büyük Sovyet edebiyatı olamadığı gerçeği ortadan kalkmaz.

Tarih 1917 devrimi öncesinde durmadı, sonrasında yaşanılan 74 yıllık sosyalist iktidar dönemi bulunuyor.

Yukarıdaki soruyu soramazsanız, dönem analiziyle ilgili belirleyici gerçeği atlamış olursunuz.

Sosyalist gerçekçilik akımı edebiyatı güdükleştirdi; açıklama budur.

Az da olsa sosyalist olan ve akıma uymayan ve hatta bu akımı küçümseyen yazarlar çıktı. SSCB ve diğer sosyalist ülkelerde çıkamadılar çünkü yapıtlarını bastıramazlardı ama başka yerlerde özellikle de Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıktılar.

1993’te Küba’da Yazarlar Birliği Başkan Yardımcısı ile konuyu konuştuğumda, sosyalist gerçekçilik akımının edebiyatta çok sayıda asalak yetiştirdiğini belirtmişti.

Türk edebiyatında da yetiştirmedi mi? Roman, öykü ya da şiir kalitesiz ama işçi sınıfının taleplerini dile getiriyor ve sosyalizmin dünyasını anlatıyorsa sorun yoktu. Bu yapıtlar tahmin edilebileceği gibi kayboldular.

Edebiyatın amacı topluma yol göstermek ya da ders vermek değildir. Yazar bunu yapabilir ama kurgunun kuralları içinde…

Freud, “psikanalizin başlıca unsurlarını Dostoyevski’de bulabilirsiniz” derken ve özellikle Karamazof Kardeşler’e dikkat çekerken Dostoyevski romanlarının önde gelen özelliğini de vurguluyordu: teori anlatmıyorlar ama yoğun teorik içerikleri bulunuyor.

Toplumcu gerçekçilik hakkında belirleme yapmadan Rus ve Sovyet edebiyatı hakkında konuşmak epeyce eksik kalıyor ve bu konuda kafaların açıklığa kavuşması da iyi edebiyat için büyük önem taşıyor.

Hangi türde olursa olsun edebiyat iyi değilse eğer, sol ya da sağ içerikli olması önem taşımaz.

 

Herhangi bir konuda konuşurken ya da yazarken temel noktayı kaçırmamak ve hele de tarihte bir döneme takılıp kalmamak gerekiyor.