Şuanda 60 konuk çevrimiçi
BugünBugün850
DünDün2801
Bu haftaBu hafta7371
Bu ayBu ay28373
ToplamToplam10190427
Kalitenin alıcısı her zaman vardır PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 11 Aralık 2022 22:25


Konuştuğunuzda veya yazdığınızda tümüyle insanların bildiği konuları anlatmayacaksınız. Ya başka konu anlatacaksınız ya da bilinen konuyu farklı yönden işleyeceksiniz. Tersini yaparsanız insanlar genellikle sizi dinlemezler ve okumazlar. Bildiklerini bir kere daha öğrenmekle neden zaman kaybetsinler?

Geçtiğimiz Cuma günü Hamburg’daydım. Göçün edebiyatı konulu panele katıldım. Panel sonunda dinleyiciler çok iyi bulduklarını söylediler. Ben de kendime, nesi iyiydi?, diye sordum.

Her konuşma ve yazı belirli oranda bilinenleri aktarır. Bende de öyle oldu.

Farklı olarak üç konu anlattım.

Birincisi; göç edebiyatı yazarın coğrafi konumunu belirlemenin ilerisine geçen bir isimlendirme değildir.

Bir ülkeden diğerine gitmiş ya da gitmek zorunda kalmış bir yazarın mutlaka göçle ilgili konular yazması beklenemez.

Bu, hapishane edebiyatı gibi bir isimlendirmedir. Yazarın hapishanede olduğunu gösterir ama buradan hareketle mutlaka hapishaneyle ilgili konuları işleyeceği söylenemez.

Örnek olarak Adalet Ağaoğlu’nu verdim. Ağaoğlu göçmenlik yaşamamıştır ama göçle ilgili bir romanı vardır: Fikrimin İnce Gülü. Burada arabayla izne giden bir Türk işçisinin 24 saatini anlatır. Yazarın bir konuyu anlatması için yaşamış olması zorunlu değildir. Konu hakkında bilgi edinir ve kurgu yardımıyla –edebiyat öncelikle kurgudur, yaşadığını doğrudan anlatmak edebiyat kapsamına girmez- konuyu romanlaştırabilir.

Roman öncelikle konuyla ilgili iyi araştırmaya dayanmak zorundadır. Mesela Orhan Pamuk’un son romanı Veba Geceleri’ni –gereksiz uzatmalar nedeniyle- beğenmedim. Yazar esaslı bir araştırma yapmış. Vebayı anlatacaksanız; nasıl başlar, bulaşır, hastalık nasıl ilerler, nasıl tedavi edilir gibi konularda araştırma yapmanız gereklidir. Bir hastalığı romanın merkezine koyuyorsanız, onun özelliklerini bilmeniz gerekir.

Orhan Pamuk’un bazı romanlarını –mesela Benim Adım Kırmızı- severken, Cevdet Bey ve Oğulları’nı hiç sevmemiştim ama yaptığı işi ciddiye almasını severim.

Ne yazarsanız yazın, iyi araştırmaya dayanmayan edebiyat olmaz.

İkinci farklı anlattığım konu, göçmen edebiyatına –göç konularını işleyerek üstelik- girenlerin arasında 12 Eylül’den önce ya da sonra Almanya’ya gelmek zorunda kalanların da bulunmasıydı. Mesela Fakir Baykurt… Göçü konu alan önemli bir yazardır ve göç etmeden önce de tanınmış bir yazardı. Yüksek Fırınlar adlı romanı ilk Almanya romanları arasında sayılabilir. Burada önemli bir konuyu işler: Türk işçilerindeki kültürel değişimin zorluk ve çelişkileri…

Diğer iki konuşmacı arkadaşın anlattıklarından öğrendiklerim oldu. Konuyla yıllardan beri ilgili birisi olmama rağmen göç edebiyatının bu derece zengin olduğunu bilmiyordum.

Eklemem gerek; göçün edebiyatı dergisiz olmaz. Almanya’da 1980 sonrasında yayınlanan edebiyat ve kültür dergilerinden söz ettim.

Bunlar birisi hariç kısa ömürlü oldular. Dergicilik zor iş, derginin ekonomik olarak kendini finanse etmesi gerekiyor…

Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığım Yazın Dergisi 28 yıl sürdü. Bunun nedeni kendi okurunu üretmesidir. Dergi zorlanarak da olsa kendini finanse ediyordu zaten başka türlü bu kadar uzun zaman yayınlanması mümkün değildi.

Almanya’da elden dağıtımın yanı sıra birkaç önemli merkezde de satılıyordu. Mesela Köln merkez garındaki bayi 60 tane satıyordu. Bunu kimler alıyordu, bilmiyorum. Tahminim örgütlü solun bu dergiyi okumadığıdır; nedeni, biz çıkarmıyoruz, neden okuyalım?

Okuyanlar genellikle sol insanlardı ama diyelim aralarında CHP’liler ve herhangi bir örgütten olmayanlar ağır basıyordu.

Arkasından soru geliyor: insanlar bu dergiyi neden okusunlar?

Dergide Avrupa ülkelerindeki ama özellikle Almanya’daki Türklerin bütün kültür ve sanat üretimlerini yansıtmaya çalışıyorduk. Yazın bu anlamda bir edebiyat değil, kültür dergisiydi. Mesela her sayıda yazan Server Tanilli’nin yazdıkları edebiyat kapsamına girmezdi ama Fakir Baykurt’unkiler girerdi.

Almanya ve Avrupa ülkelerindeki Türk ressamlar, açtıkları sergiler; şairler; alanında tek isim olan Türk işçilerin psikolojik rahatsızlıkları konusunda Serol Teber ve daha sayılabilir.

İyi bir kalite tutturabildiniz mi insanlar parasını verip okuyorlardı.

Kalite her yerde yolunu açıyor. Ortam ne kadar geri olursa olsun, ilgisizlik ne kadar yaygın olursa olsun, kalitenin alıcısı her zaman bulunuyor.

Bunu üretmek için çalışmak gerek…