Şuanda 51 konuk çevrimiçi
BugünBugün771
DünDün1181
Bu haftaBu hafta4449
Bu ayBu ay38186
ToplamToplam10154741
Yorulur gibi olmak... PDF Yazdır e-Posta


Arada bir olur böyle şeyler, birkaç gün sürer, en uzunu bir hafta sürmüştü, sonra geçer.

Yapılması gereken, bekleyen işleri düşündükçe içimi sıkıntı basıyor ve yorgunluk geliyordu.

Bana, “senin çok işin yok ama kendine sürekli iş çıkarıyorsun, yaptıkların yetmedi mi?” demişlerdi yıllar önce…

Sorun, yapılanların yeterli olması değil, yapılması gerekenlerin bulunmasıdır. Bu anlamda kendime sürekli iş çıkardığım doğrudur.

Kimse bana sosyalist ülkelerin tarihlerini inceleyen birkaç kitaptan sonra şimdi de Çin gibi büyük bir konuya girmelisin demedi. En başta öğrenmeye benim ihtiyacım vardı, öğrendikçe “bunu neden yazmayayım?” dedim ve büyük yükün altına girdim. Epeyce ilerledim ama daha epeyce de yol bulunuyor.

Kimsenin bir şey söylemesine gerek yok, 25 yaşındayken Türkiye Devriminin Acil Sorunlarını yazmamı isteyen de olmamıştı. İhtiyacı görürsünüz, cevap verirsiniz, cevap verirken kendiniz de öğrenirsiniz.

İnsan bazen yorulur gibi oluyor.

Almanca ve İngilizce sol yayınlara bakıyorum: New Left Rewiev, Le Monde Diplomatique (Almanca baskısı), Prokla, Argument, arada bir yeni çıkan kitaplar…

Sonra okurum, olmuyor, birikiyor ve altından kalkmak da zor oluyor.

Bazen öğrendiklerimden canım sıkılıyor. Mesela 1949 sonrasında Mao’nun gelişme anlayışının karşıtını temsil eden Liu Shaoqi’nin Kültür Devrimi sırasında partiden ihraç edilmesi ve hapishanede kronik hasta olmasına rağmen ilaçları verilmeyerek öldürülmesi…

İkinci önemli muhalif Deng Xiaoping’in hayatta kalması ve Mao’nun ölümünün ardından kısa sürede partiye hakim olması…

Xiaoping Çin ekonomisinin kaybolan on yıl (Kültür Devrimi) ardından çöküşe doğru ilerlemesi ve halktaki büyük hoşnutsuzluktan destek alıyor.

Kültür Devrimi (1966-1976) yıllarının başlarında ODTÜ öğrencisiydim ve bu devrimin öğrenci hareketini nasıl etkilediğini biliyorum. Fransa’daki etkisi bizden daha fazladır.

Sosyalizmin hızlı kuruluşu için hayalci bir deneme ve sonuç fiyasko…

Konu gidiyor da gidiyor…

Maoizmin Küresel Tarihi kitabından (İngilizce) öğreniyorum ki Peru’daki Aydınlık Yol örgütünün önderi Abimael Guzman Çin’de eğitim görüyor, dönem arkadaşı da Pol Pot.

Kamboçya’yı biraz biliyordum, daha öğreneyim dedim ama felaket…

Kızıl Khemer iktidarı alınca kentleri boşaltıp çok sayıda kişiyi köylüden öğrenmeleri için –Mao’nun politikasıdır- köylere gönderiyor, bu arada binlerce insan ölüyor. Birleşmiş Milletler yapılanı soykırım olarak kabul ediyor, Pol Pot yargılanıyor.

Vietnam ile Kamboçya –ikisi de sosyalist- arasındaki savaş (bununla ilgili videoya bakınız- Kamboçya’yı destekleyen Çin ile Vietnam arasında kısa savaş…

Bu ülkeler yarım ada gibidir, adada ise gerilla savaşı zordur. İlk örnek bildiğim kadarıyla İngiltere sömürgesi olduğu yıllarda Kıbrıs’ta Grivas ve EOKA, sonra Küba, ardından Seylan’da Tamiller…

Fena halde ilgimi çekti. Az biraz baktım: Tamiller beş grup ve istedikleri özerkliği elde ediyorlar ama gruplardan birisi, Tamil Kaplanları, bağımsızlık istiyor, savaş sürüyor ve büyük oranda yok edilmeleriyle sonuçlanıyor.

Bildiğim kadarıyla Tamil Kaplanları birkaç hücumbotları yani küçük de olsa deniz kuvvetleri olan tek gerilla grubudur.

Bu arada videolar sürüyor, 184 tane oldu, konu çok…

İki gün sonra Köln’e gidip Doğan Özgüden-İnci Tuğsavul’un sürgünlüklerinin 53. yılında haklarında yapılmış filmi izleyeceğim. Diaspora ve tarihsel gelişiminin incelenmesi sevdiğim ve sürekli öğrendiğim bir konudur.

Ne kadar okursanız okuyun, yine cahil kalıyorsunuz.

Geçenlerde İngilizce bir doktora tezi okudum. Yazan İsveçli üçüncü kuşaktan bir göçmen…

Diaspora kelime anlamında dağılma demektir ve Yahudilerin dünyaya dağılmasıyla başlayarak kullanılır, ardından değişik diaspora çeşitle oluşur.

Kitapta diasporanın birleşme örneği inceleniyor.

Türkiye, İran, Irak, Suriye’den Kürtler yaşadıkları ülkeyi terk etmek zorunda kaldıktan sonra ilk kez diasporada birbirlerini görüyorlar. Varlığı bilinen ama hiç karşılaşılmamış diğer Kürtleri görüyorlar. Buna 1990’lı yıllarda iletişim teknolojisindeki büyük gelişme de eklenince birbirleriyle yoğun ilişki kurabiliyorlar.

Konuyu ilk yazdığımda bana, “diaspora Yahudilerle ilgili değil midir?” diye sorulmuştu.

Evet ama bu kaç yıl önceydi.

Bir kavramın tarihsel gelişimini bilmeden, içeriğindeki değişikliği izlemeden bildiğinizle yetinirseniz, pek bir şey bilmiyorsunuz demektir.

Neyse şimdi yazıyı bırakıp bugün gelen Le Monde Diplomatique’i okuyayım…