Şuanda 37 konuk çevrimiçi
BugünBugün1043
DünDün4458
Bu haftaBu hafta16223
Bu ayBu ay38043
ToplamToplam10248385
İkinci hapishane hayatım (1) PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 02 Mayıs 2024 21:57


Bunu ilk kez anlatıyorum. İlkini biliyorsunuz: 26 Ağustos 1977’den 21 Nisan 1980’e kadar sürdü. İki yıl sekiz ay diyebiliriz. Sekiz hapishane dolaştım. Ağustos 1978’de Isparta hapishanesinde adli mahkumla birlikte o zamana kadarki en uzun isyanı –beş gün- yaptık. Aydın’da bütün gardiyanları rehin alıp kaçmaya teşebbüs ettik ama başaramadık. Sonunda yukarda anılan tarihte 23 kişi toplu olarak Sağmalcılar’dan kaçtık.

İkinci hapishane hayatım 1981 yılı Mayıs ayında Zürih’tedir. 26 gün sürmüştür. Kötü sonuçları olabilirdi. Biraz benim becerim biraz da şansım sayesinde olmadı.

1980’in son günlerinde ülkeden Suriye’ye çıktım. Hesapta birkaç ay kalıp İstanbul’a dönecektim ama ben Adana’da iken İstanbul yakalanmıştı, bunu Suriye’de öğrendim.

Beni hemen merkez komitesine aldılar ama örgütün durumundan hiç hoşlanmadım. Örgüt burada Suriye gizli polisi Muhaberat ile iç içeydi. Suriye’ye başka siyasi örgütlerden henüz kimse gelmemişti. Yapılacak iş de yoktu.

Derken Fransa’dan Süleyman adlı bir arkadaş geldi ve Avrupa’ya bir kişinin gelmesini istedi. Hemen talip oldum. Zaten “hapisten kaçtı başımıza bela oldu” zihniyetindeki kişiler de gitmemi istiyordu. Süleyman ile birlikte Budapeşte aktarmalı olarak Zürih’e gidecektik. O ülkenin TC pasaportlarına vizesi yoktu. Sonra ben orada kalacaktım, Süleyman Fransa’ya geçip –onun Fransa’da işçi oturumu vardı- bir araba bulup gelecek ve birlikte sınırı kaçak geçip Fransa’ya gidecektik.

Bana kimlik gerekiyordu. Bir TC pasaportu getirdiler ki rezalet… Pasaport “ben sahteyim” diye bağırıyor. İtiraz ettim ama değiştirecek imkan yokmuş. Bununla gideceğim artık.

Şam’a gittik. O sırada Teslim Töre eşi Fatma ile birlikte yeni gelmişti. Birkaç saat konuştuk. İlginçtir Miro kendini göstermek için öne atılıyor, benden daha fazla konuşuyordu ama Teslim bana bakarak cevap veriyordu. Normal, başka bir şey olmasa bile adımız var. Hapishane firarıyla iyice meşhur olmuştum.

Suriye havaalanındaki pasaport kontrolünde belgenin sahte olduğunu hemen anladılar. Memurlar aralarında biraz gülüştü, sonra nasıl olsa gidiyorum diye bir şey demediler.

Budapeşte’deki aktarmada da polis pasaportun sahteliğini hemen anladı. Macarca bilmiyordum ama memurların arasındaki konuşmada geçen transit kelimesinden hareketle üzerinde durmayacaklarını anladım.

Bakalım Zürih’te ne yapacaktım?

Uçaktaki broşürleri okudum. Zürih’te fuar vardı.

Pasaport polisine İngilizce olarak fuarla ilgili bir şey sordum. Adam İngilizce cevap verdi, “İsviçre’ye hoş geldiniz” dedi ve pasaporta bakmadı.

Süleyman ile bir gece otelde kaldık, sonra o trenle Paris’e gitti. Her akşam Zürih garında belirli bir yerde gelmesini bekleyecektim.

Üç gün geçti, Süleyman ortada yok. Para azalıyor. Birkaç gece parktaki bir bankın üzerinde yattım. Günde bir kere yemek yiyordum, para azalıyordu ve bir hafta geçmişti ama Süleyman yoktu.

Fransız konsolosluğuna gidip vize başvurusunda bulundum. Vermeyeceklerini biliyordum ama iş olsun işte diye yaptım. Bu başvuru daha sonra çok işime yarayacaktı.

O gün yağmurluydu, Mayıs 1981’in ilk haftasıydı. Parkta yatamadım. Gara gittim ve olağan polis kontrolüyle karşılaştım. Polis pasaporta bakar bakmaz sahte olduğunu anladı. Emniyet müdürlüğü, kısa bir sorgu sual –İngilizce konuşuyorduk- sonra hapishane…

 

Sürecek…