Şuanda 61 konuk çevrimiçi
BugünBugün608
DünDün2468
Bu haftaBu hafta14480
Bu ayBu ay15487
ToplamToplam10972814
İki kitap daha yazılacak... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 13 Temmuz 2024 19:46


Birisi benim lisans tezimdir. Almanca, İngilizceye kolayca çevrilir. Türkçesinde ne yapacağıma karar vermedim. Aynen çevrilebilir de, genişletip de yazabilirim. Bunu şu nedenle düşünüyorum: yapay zeka konusu yeni zihin felsefesiyle yakından ilgilidir. Zihin kafanın içindeki beyinle sınırlı değildir; insanlar ve eşyalarla birlikte düşünür, öğrenir, karar verir. Yapay zeka en kısa tanımıyla insan zihninin makineye geçirilmesi olarak tanımlanırsa eğer, zihnin nasıl çalıştığının ve yeni zihin felsefesinin bu konudaki önemli tespitlerinin bilinmesi önemlidir.

Bakalım artık…

Üç dilde de broşür kalınlığında olur.

İkincisini ise bir arkadaş ısrarla istedi: hapisten kaçış öykümüz.

21 Nisan 1980 ya da aradan 44 yıl geçmiş…

Geçmişi anlatmayı ve onunla övünmeyi sevmiyorum, biliyorsunuz. Bu öykünün başka tarafı da bulunuyor: bir dönem sol içi ilişkileri gösteriyor. Kaçış öykümüz sol içi ilişkiler ve rekabetle birlikte anlatılırsa anlam kazanır.

Daha önce Aydın hapishanesinde firar teşebbüsü vardı. Bütün gardiyanları rehin aldık ama jandarma uyandı, başarılı olamadık.

Sağmalcılardan büyük firar ise -22 kişi- biraz farklıdır.

Firar edenlerin örgütleri arasında tam bir işbirliği vardı: Acilciler, Sanayi Dev Genç –THKP-C Üçüncü Yol da denilirdi- Türkiye Devriminin Yolu –THKO- ve Devrimci Savaş. Hepimiz aynı koğuştaydık. Ek olarak Kurtuluş’tan Macit isimli ağır cezalı bir arkadaş da katıldı, ne çare ki hapishane arabasından atladıktan hemen sonra yakalanacaktı.

Kapıaltı denilen yere üç tane TKP/ML’den kişi gelmişti, onlar da kafileye katıldılar.

Diğer taraf ise THKP-C Savaşçıları ve Eylem Birliği örgütlerinden oluşuyordu.

İki taraf için de sosyalist hareketin silahlı mücadele örgütlerinden oluşuyordu denilebilir.

Selimiye Askeri Hapishanesi’nde iken (1979 yaz ayları) yapılan davet üzerine bu iki örgütün temsilcileriyle kitlesel bir toplantıda tartıştık. Cevap veremez duruma geldiler. Bir müddet sonra da “THKP-C’ye küfrediyor” gerekçesiyle bana saldırdılar.

Hemen şaşırmayın… Olayları gerçekleştikleri dönemin şartları içinde düşünmek gerekir.

Tartışarak başa çıkamadığın kişiye saldırmak Deniz Gezmiş’te yok mudur?

ODTÜ yurtlarına ittifak teklif etmek için gelen Mahir Çayan’ı dövmeye kalkması ve başkaları tarafından engellenmesi yazıldı.

Aynı durum Paşakapısı hapishanesinde İbrahim Kaypakkaya ile de oluyor. Tartışıyorlar, Deniz Gezmiş cevap veremez duruma düşünce İbrahim’i dövmeye kalkıyor, engelliyorlar.

Bunlar olay yerinde bulunanları anlatımlarından yazıya geçmiştir.

Cevap veremediğine saldırmak o yıllarda normal bir olaydır.

İlişkiler kesilir, bu kadar!

Sağmalcılar’da herhangi bir ilişkimiz olmadı, birbirimizi görmüyorduk bile…

Sonuçta biz kaçtık ve onları da almadık.

Burası hapishane, dışarısı değil… Dışarıdaki gibi eylem planlanamaz, şartlar çok başka…

Ama kime anlatıyorsun?

Herkes kendi yoluna gider, kendi işini görür.

Sonuçta buraya varılır.

O büyük firar dönemin sol içi ilişkilerini de anlatır.

Anlatılması bu nedenle önemli olabilir.

Bir de değişik bir firardır: hapishane arabasıyla dışarıya çıkmak, yolda jandarmaları rehin alıp kaçmak…

Bu firarı tek başımıza yapamazdık, diğerleri de tek başlarına yapamazdı…

Güçleri birleştirebilmek böyle güzel sonuçlara da yol açabiliyor.

İnanmayacaksınız ama aramızda hiçbir sorun yoktu.

Hedef kaçmaksa neden olsun ki?

 

Herkes katkısını yaptıktan sonra neden olsun ki?