Şuanda 27 konuk çevrimiçi
BugünBugün489
DünDün2214
Bu haftaBu hafta9224
Bu ayBu ay30226
ToplamToplam10192280
1974'ten 80'lere doğru Acilciler (5) PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Pazartesi, 08 Şubat 2010 19:25


‘’Siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak silahlı propaganda’’ formülasyonu, Mahir ÇAYAN’ı emsallerinden ayıran önemli bir özelliktir. Silahlı propaganda’yı  bu  anlamıyla,  özüne uygun olarak kavradıgımız inancındaydık.

 

 Mahir ÇAYAN’ı kendi emsallerinden, Acilciler’i de diğer THKP-C savunucusu örgütlerden ayıran asıl farklılık da zaten buydu.  Faşizme karşı mücadelenin, salt faşistlere karşı mücadele olmadıgını söylerken, bu formülasyondan hareket ediyorduk ve haklıydık da.

Eylemlerimizin yöneldigi hedefler, eylemlerin yapıldıgı siyasi ortam ve yapılan açıklamalar dikkatle incelendigi zaman ne yapmak istedigimiz çok daha iyi anlaşılacaktır.

 

Acilciler olarak,  çok sayıda askeri eylem  yaptıgımız söylenemez. Eylem sayısı bakımından, diger THKP-C savunucusu örgütler içersinde belki de en az askeri eylem yapan biz olduk. Buna karşın,  yarattıgımız etki digerlerinden kat kat üstün olmuştur. Sorunun özü, askeri eylem sayısının az yada fazla olması  değil, politik yönelimi ile ilgiliydi.

Silahlı mücadele, ‘iki tarafı keskin bir bıcak’ gibidir. İyi kullanıldıgında düşmanı, iyi kullanılmadıgı taktirde de kullananı keser.

 

 Silahlı mücadeleyi temel mücadele biçimi olarak ele alan örgütün, siyasi ortamı tahlil kapasitesinin son derece yetkin olması bu bakımdan son derece önemlidir.

 

19-22 aralık 2000 tarihinde, F tipi cezaevlerini protesto eylemcilerine yönelik ‘’hayata dönüş operasyonu’’( !) nun objektif değerlendirmesi hala yapılamamıştır.30 devrimci militanın katledilmesi ve yüzlercesinin sakat kalmasına neden olan eylem,aradan geçen 10 seneye ragmen hala tartışılmaktadır.

 

Siyasal mücadelenin, hangi araç ve yöntemlerle sürdürülecegi, adı geçen dönemin dogru tahlil edilmesiyle anlamlı olacagı,yankı uyandıracagı ve çıgır açıcı  olacagı şüphesizdir.

 

THKP-C Acilciler’in,12 eylül öncesi dönem itibariyle eylemlerine yön veren anlayışın bu oldugunu biliyorum.

Teori ile pratiğimiz arasında zaman zaman ortaya çıkan uygunsuzluk elbette tartışılır.Taktik hatalarımız, genel mücadele anlayışımızı  değiştirmeyecektir.

 

Örgütlenme anlayışımıza  bir örnek.

(KARAMÜRSEL EYLEMLERI)

1977 tarihinde örğütümüzün ülke çapında eylemleri artmıştı. Eylemlerimizin genel muhtevası bombalama ve kurşunlama biçimindeydi. Bununla beraber kamulaştırma eylemlerimizde aralıksız devam ediyordu.

Bombalama ve kurşunlama eylemleri özellikle MHP ve ülkücü kuruluşlara yönelikti. MHP ve ona baglı ülkücü kuruluşlar, adı geçen dönemde iyice azmışlar ve pervasızca tüm devrimci kurum,kuruluş ve demokrat diye bilinen,tanınmış yada sırada, herkese saldırıyorlardı. Özellikle üniversite hocalarına karşı o dönemde girişilen suikast eylemlerinde birçok demokrat öğretim üyesi ve yurtsever-devrimci sivil faşistlerin  silahlarından çıkan kurşunlara hedef oluyordu. Katlediliyorlar yada ölüm tehditleriyle  sindirilmek isteniyorlardı.

Acilciler olarak amacımız, ‘’kuzu postuna bürünmüş’’canilerin gerçek yüzünü açıga çıkartmak, insanlık düşmanı tavır ve eylemlerinin muhtevasını halka anlatabilmekti. Bu temelde, örgütlenmeye çalıştıkları dernek ve parti binalarına karşı ; Yıkıcı olmayan ama, ses getirebilen, deşifre edecek şekilde dikkat çekici eylemlere girişiyorduk.

Örgütümüzün, maddi olarak zayıf olmasına karşın, ideolojik olarak güçlü bir öncü müfreze oldugunu biliyorduk.  Yapacagımız eylemler ve yönelecegimiz hedeflerin farkındaydık. Mücadelenin başlangıç  aşamasında, düşmanın maddi olarak yıpratılması yerine, psikolojik yıpratma yönünün agır basması gerektigi tezinden hareket ediyorduk.

Türkiye’nin değişik bölgelerinde yapılan eylemler kimi zaman niyetlerimizi aşarak maddi yıpratma  amacıyla yapılıyormuş gibi görülse de,  hiçbir zaman böyle bir amacımız olmamıştır.

Şunu çok iyi biliyorduk. ‘’ başlangıçta küçük bir askeri gücün, kendinden her bakımdan kat kat güçlü olan düşmana karşı askeri yönü ağır basan, maddi yıpratmayı hedef alan eylemlere girişmesi, bu gücün sonunu getirir. ’’Öncü savaşının politik sanatı’’ adlı broşürün özü de zaten buydu. Bu bakımdan psikolojik yönü ağır basan eylemlerimizle halka ulaşmayı ve halkın dikkatlerini düşman hedeflere çekerek, bunların aslında kimler oldukların ve amaçlarının ne oldugunu halka açıklamaktı.

Her eylemimizi bu nedenle üstleniyor, nedenlerini yayınladıgımız bildirilerle izah ediyorduk. Eylemlerimiz genellikle sempatiyle karşılanıyordu.  Yeri ve zamanını iyi seçtiğimiz eylemlerimizin ciddi etkileri oluyordu. İstanbul, Ankara, Adana gibi büyük metrapollerde, adımız hızla yayılıyor,ülkenin her yerinde eylemlerimizden bahsediliyordu. Sokaktaki sıradan insanlar bile, haksızlıga karşı koyan bir kişiye ‘’ acilci’’ yakıştırmasında bulunuyordu, bunları duyuyordık.

Basın-yayın organları,Türkiye’nin her hangi bir yerinde meydana gelen her devrimci eylemi ‘’« acilciler’’e mal ediyor. Eylemi yapan devrimci örgütün, eylemini üstlenmesine ragmen görmemezlikten gererek ‘’Acilciler’’ismini özellikle kullanıyorlardı.

Günlük gazetelerde sıkca rastlanan ve birbirlerine ‘’hasım’’ olan kişilerin, birbirlerini, bizim adımızı kullanarak tehdit ettiklerini duyuyorduk.

Bu dönem ; Ünümüzün, gerçek gücümüzden kat kat üstün oldugu bir dönemdi. Bir yandan yoğun bir ilgi, öte taraftan yoğun bir eleştiri bombardumanı altındaydık.

Özellikle, 74 afından dışarı çıkan ve genellikle Ankara’da üstlenmş bulunan Dev-Yol yöneticileri, örgütümüze karşı geniş çaplı bir karalama kampanyası açmışlardı. Malatya Beylerdere’sinde katledilen yoldaşlarınız  ( İLKER AKMAN, HASAN BASRİ TEMİZALP ve YUSUF ZİYA GÜNEŞ) için ‘’ şizofren’’  diyebilecek kadar acımasız  davranmaktan çekinmiyorlardı..

Korkuyorlardı. THKP-C’ni savunmadıklarını, ama savunuyor  gözükmeye çalıştıklarını ilk kez bizler söylüyorduk. Korkuları, savundugumuz şeylerin dogrulugundan ileri geliyordu. Bu nedenle her yerde dedikodu yaparak bizleri yıpratmak istiyorlardı.

TDAS (Türkiye devriminin acil sorunları) adlı broşürün yayınlandıgı günden itibaren yarattıgı etki hayli çarpıcı olmuştu. Mahir Çayan’ın,’’ Kesintisiz devrim’’ teorisini daha da güncelleştiren Emperyalizm tahlili, özellikle dönemin en çok tartışılan yazısı konumundaydı. Devrimci-Yol yöneticilerinin başını çektigi grup tarafından’’ troçkizm’’le suçlanan TDAS, Bizim bulunmadıgımız yerlerde aynı örgütün militanları tarafından seminer konusu olarak başka örgütlere karşı yer yer savunulabiliniyordu.

Aynı dönemde, UGUR MUMCU Cumhuriyet gazetesindeki kendi köşesinde ‘’ HEMEN DEVRİM’’  başlıklı  bir yazı ile bizleri ‘’ aceleci’olmakla eleştirenler  kervanına katıldı.

İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde Devrimci genclik dernekleri içersinde yer alıyor, kendimize yasal statütü kazandırmaya çalışıyorduk. Buna ragmen Dev-Yol yöneticilerinin  kendi tabanına ’içinizde acilcileri tespıt ederek deşifre edin’’ talimatı nedeniyle, devletten gizlendigimiz yetmiyormuş gibi devrimciler’den de gizlenmeye çalışıyorduk. Devrimci Gençllik taraftaraları, ‘’Acilci’’olarak şüphelendikleri herkesi ‘’ bunun boyu uzamış 184’lük olmuş’’ diye bizleri deşifre ediyorlardı. ( TDAS’ın 184 sayfa olması nedeniyle bir ara 184’lükler olarak anılıyorduk)

Çok iyi hatırlıyorm. 19 Agustos 77 yakalanmsından kısa bir süre önceydi. İstanbul Paşabahçe’de kalıyordum. Çubuklu’da,  Devrimci-Gençlik  taraftarlarının talepleri üzerine ‘’Emperyalizm ‘’ konulu bir seminer verecektim. Seminerin başlamasına 15 dakika kala, o zaman İstanbul devrimci gençlik önderlerinden PAŞA GÜVEN  salona girdi. Paşa GÜVEN, benim ‘’acilci’’oldugumu bildigi için özellikle gelmişti. Seminer başladı ve ben, o güne kadar Devrimci Gençlik taraftarlarının söylemleri dışında herhangi bir şey söylememeye özellikle özen gösterdigim halde , Paşa GÜVEN, ne söylersem karşı çıkıyor ve bu tezlerin ‘’184’lükcüler tarafından dile getirilen  troçki’nin tezleridir’’ diye itiraz ediyordu. Semineri dinlemeye gelen taraftarlar ne oldugunu anlamıyorlar şaşkın şaşkın ikimize de bakıyorlardı. Seminer’den sonra Paşa’nın yanına gittim ve bir köşeye çekerek şaka yollu, neden böyle davrandıgını sordum. Verdiği cevap ilginçti. ‘’ Senin ne söyledigin önemli degil , ben buraya senin Acilci oldugunu deşifre etmeye geldim’’ oldu.

İstanbul bazında konuşacak olursam, şöyle söylemem sanırım yanlış olmaz. 1975 ortalarından itibaren, örgütümüzün İstanbul örgütlenmesinde, Akademik-demokratik mücadele içersinde ‘’acilci’’olarak bilenen ve deşifre olan kişiler, önce illegaliteye çekilmiş, sonra da bu kişiler içersindeki kimi militanlar, örgütlenmenin ’askeri kadrosu’’na alınmıştır. Resmi bir karar olmasa da, pratikteki işlerlik böyle olmuştur.

KARAMÜRSEL EYLEMLERİ...

İzmit-yalova arasında bir sahil kasabası olan Karamürsel bizim için önemli bir yerdi. Karamürsel’de, bizlere sempati duyan önemli sayılabilecek feodal bir çevremiz ve bu çevre etrafında ciddi bir devrimci taraftar kitlesi bulunuyordu. Büyük şehirlerde yaptıgımız eylemlerin etkisi ile ismimizin bu bölgede de sempatiyle anıldıgını bize anlatılanlardan biliyorduk. Karamürsel’in bir başka özelligi daha vardı. ‘’ Amerikan askeri tesisleri’’ burada bulunuyordu. Bu tesisler, sık sık kamuoyu gündemine giriyor ve eleştiri konusu oluyordu. Karamürsel’e olan ilgimizin artması da esasen bununla ilgiliydi.

  Amacımız, Karamürsel-Yalova karayolu üzerinde ve Karamürsel çıkışında sahilde konumlanmış olan Amerikan tesislerine karşı ciddi ve ses getirici bir eylem yapmaktı. Kalaşnikof ve el bombalarıyla tesislerin önüne kadar sokulacak, özellilke akşam saatlerinde, genellikle bahçede dolaşmaya alışkın amerikan askerlerini tarayarak olay yerinden uzaklaşacaktık. Bu eylemin yaratacagı etki ile, Karamürsel’de  örgütlenme faaliyeti başlatacaktık.

Düşünce bazında kalan bu eylem gerçekleşmedi. Daha dogrusu, Karamürsel’deki taraftar kitlesinin talepi üzerine, yeni kurulan ve bölgede örgütlenmeye başlayan   Ülkü Ocakları  dernegine yönelik bir eylemin aciliyetinden hareketle, Amerikan tesislerine yönelik eylem planı geriye çekilerek, Ülkü ocaklarına yönelik eylem öne alındı.

Bölgede, bana aktarılan bu önceliği, İstanbul’da Engin ERKİNER’e anlattım. Kabul etti ve anlaştıgımız gün ve saatte, İstanbul radyo evi’nin karşı kaldırımında  buluştuk. Elinde taşıdıgı naylon poşet içersinde, eylemde kullanacagım malzemeleri getirmişti. Daha önceden hazırladıgı bir adet saatli bomba düzenegi, bir adet el bombası ve çift şarjörlü bir adet tabanca’yı Taksime dogru yürürken  bana verdi. Daha önce tek başıma saatli bomba kullanmamıştım. Engin ERKİNER, elindeki poşette bulunan saatli bombanın nasıl monte edilecegini   kaldırımda yürüken ayaküstü  teorik olarak anlattı ve tamam diye yola çıktım.

Akşam saatlerinde Karamürsel’deydim. Akrabam  ve sempatizan ilişkimizin oldugu bir eve  eşimle beraber   misafir oldum.  Eylemi gerçekleştirecegim yerin konumunu ögrendikten sonra hazırlıga başladım . Saatli bomba düzenegini ilk kez kuracaktım ve bütün ugraşmalarıma ragmen yapamadım. Daha dogrusu Engin’in sabah bana anlattıgı biçimde kurmanın tehlikeli olacagını düşünerek el bombasıyla bu işi halletmeye karar verdim.

Eşimi de yanıma alarak eylemi gerçekleştirecegim yere gittim.  Mahalle  kalabalık ve sokakta insanlar dolaşıyordu. Biraz beklemek için dolaşırken el bombasının pim’ini çekerek attım ve maşasını elimle tutarak  hazır şekilde yeniden olay yerine gelmeme ragmen kalabalık dagılmamıştı. Tekrar  dolaşmaya başladık. Aradan üç saat geçmiş, pimi çekilmiş el bombasıyla sekiz aylık hamile olan eşimle sokaklarda dolaşıyorduk, elimde sıkı sıkı tuttugum el bombası beni tedirgin ediyordu ve bayagı yorulmuştum. Tekrar olay yerine geldiğimizde, eşime  uzaklaşmasını söyleyerek ben arkada kaldım ve zaten hazır olan el bombasını  camdan içeriye fırlattım. Koşarak az ilerdeki eşimin koluna girerek geldiğimiz eve dogru hızla uzaklaştım.

Bu olayın ardından, oglum Ulaş’ın geciken doğum(!) nedenini daha sonra ögrendik. Anne karnında, şiddetli bir gürültü nedeniye rahatsız olan bir  çocugun, ya erken ,yada  geç doğabilecegini Ögrenmiş olduk(!)

O geceyi evde bulunan bir kaç kişilik taraftar la beraber ,  bundan sonra neler yapılabilecegi konusunda sohbet ederek  geçirdik. Herkes çok memnundu. Sabahleyin Karamürsel’deki ‘tepkiler’i  merak ediyorlardı. İçlerinden bir arkadaş, tanıdıgı birkaç tane faşistin yarın ki, suratlarını görmeyi çok istiyordu(!)  Eylemin, Karamürsel’deki faşistlerin yüregine korku salacagı ve bundan böyle ortalıkta pervasızca dolaşamayacakları konusunda herkes hemfikirdi.

 Bir kaç gün sonra; Şehir merkezi ve İzmit-Yalova karayolu üzerine, herkesin görebilecegi şekilde, ‘’ Yaşasın Öncü savaşı, Yaşasın halk savaşı, Kurtuluşa kadar savaş’’ ve ‘’ Kahrolsun faşizm’’ içerikli sloganlar yazarak, Karamürsel’de oldugumuzu halka ilan etmeye karar vermiştik.  Öyle de yaptık.

Burada bir konuya dikkat çekmek gerektigine inanıyorum. Şöyle; Bu dönem yaptıgımız duvar yazılarında, örgüt imzası yerine ‘’ Yaşasın öncü savaşı ‘’ diye yazmak bizim için yeterliydi. Bu sloganı bizim dışımızda kimse kullanmıyordu. Her örgütü belirleyen özel sloganlar vardı. Örneğin; ‘’Kurtuluşa kadar savaş’’  tüm THKP-C kökenli örgütlerin ortak sloganı iken,  ’Yaşasın kurtuluşa kadar savaş’’ sadece ‘KURTULUŞ’’ örgütüne aitti. Bu bakımdan, kimi ortak imzalı bildirilerde, ‘’Kurutluşa kadar savaş’’sloganı’nın baş tarafına ‘’yaşasın’’ yazılıp yazılmaması konusunda saatlerce süren tartişmalara tanık oluyorduk.

Karamürsel sokaklarına,’’ Yaşasın öncü savaşı’’ yazmamızın bir başka nedeni de,  dışımızdaki sol’a karşı ‘’burada bizde varız’’ mesajı vermek anlamına da geliyordu.

Karamürsel’deki bombalama eyleminin etkisi büyük olmuştu. Faşistler tedirgindi ve kapı kapı  esnafı dolaşarak maddi zararlarının karşılanması için para topluyorlardı. Öte taraftan, dışımızdaki sol çevrelerde, kendi tabanlarına  bir başka açıdan karşı-propaganda yapıyorlardı. ‘’ Acilciler’in Karamürsel’de tabanları yok, bu eylemi yapanlar mutlaka dışardan gelmiştir’’ diyorlardı. Bunun dogru olmadıgını, Karamürsel’de eylem yapabilecek bir kadromuzun bulundugunu göstermek için yeni ve öncekinden de etkin ikinci bir eylem zorunlu olmuştu.

Engin ERKİNER ile yaptıgımız durum degerlendırmesi sonucu  iknci bir  eylem kararı daha aldık. Hakkımızda yapılan olumsuz propagandaları boşa çıkartmak ve Karamürsel de kalıcı bir yapımız oldugunu göstermek istiyorduk. Bize verilen bilgilere göre, bombalanarak dagıtılan ülkü ocakları bir başka binaya taşınmış, tüm faşist dernekler aynı apartman’da biraraya toplanmışlardı.

Ülkücü Gençlik dernegi. Ülkücü Ögretmenler dernegi ve Ülkücü işçiler dernegi, İzmit’ten gelen karayolu üzerinde, Karamürsel şehir merkezine sapan kavşagın sol tarafındaki beş katlı  bir  apartmanda kalıyorlardı.

Bu apartmanın  havaya uçurulmasına karar verdik. Engin ERKİNER, ben ve  bir bayan yoldaşla beraber Karamürsel’e geldik. Zaman ayarlı saatli bombanın etkili olması için demir çubuklarla dinamit lokumlarının çevresini güçlendirdik. Bombayı 8-10 dakıka gibi kısa  zamanda  patlayacak şekilde ayarladıktan sonra evden çıktık. Ben, apartmanın karşı tarafında beklerken Engin ve bizimle beraber İstanbul’dan gelen kız arkadaş içeriye girdiler ve toplantı halindeki faşistlerin beşinci kat kapısının  önüne ve bir çocuk arabası içersine bombayı koyarak dışarı çıktılar.

Bombanın hemen patlamasını beklerken, bekledigimiz olmadı. Teknik bir sorun olmuştu ve 8-10 dakika sonra patlaması gereken bombayı patlatacak olan çalar saat’in akrep ve yelkovan’ının ters baglanması sonucu 10 saat sonra patlamıştı. Buna ragmen beş katlı apartmanın tüm merdivenleri çökmüş bina kullanılamaz hale gelmişti. Bu eylemden sonra, faşistlerin Karamürsel’deki örgütlenmeleri büyük oranda sekteye ugramış, dışımız’daki sol’un, ‘’bunlar dışarda geliyorlar burada yoklar’’ diye yaptıkları propagandalar etkisizleştirilmişti.

Karamürsel Yalova hattı üzerinde ciddi bir fabrika yogunlugu bulunuyordu. Fabrika çalışanlarının büyük bölümü, civar köylülerden gelmekteydi. Köylü kökenli olmaları nedeniyle topraktan kopmadıkları için, geçim kaynaklarını esas olarak bağ bahçe gibi işlerden temin ediyorlardı. Fabrika işçiligi pek çogu için ikinci ve ek bir iş gibiydi. Sınıf bilinçleri gelişmemiş, Sendikalaşma oranı çok zayıf ve ış yeri sendikacılıgı esasına göre çok zayıf bir örgütlenmeleri vardı.

Eylemlerimizin amacı; Bir yandan 1977 yılında hızla tırmanan faşist hareketin niteliklerini gözler önüne sermek iken, diger taraftan, bölgenin ileri işçilerini örgütlemek ve harekete kazandırmaktı.

 Amerikan üssü’ne karşı girişecegimiz eylemin ardından, silahlı eylemlerden ziyade, yaptıgımız silahlı eylemlerimizin yarattıgı olumlu etki temelinde agırlıgı örgütlenme çalışmalarına verecektik. Erken yakalanmış olmamız, Amerikan üssüne karşı girişecegimiz eylemi engellediyse de aynı bölgede çalışmalarımız bizden sonra da devam etti.

 Aksu fabrikası’ndaki kamulaştırma eylemi, fabrika işçilerinin, içerden verdikleri istihbarat üzerine, bizden çok sonra, bizim yoldaşlarımız tarafından gerçekleştirildi.

Devam edecek...