Şuanda 60 konuk çevrimiçi
BugünBugün1054
DünDün2294
Bu haftaBu hafta7026
Bu ayBu ay40763
ToplamToplam10157318
1974'ten 80'lere doğru Acilciler (6) PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Cuma, 05 Mart 2010 20:30


74’ten 80’lere dogru Acılciler derken, anlaşılacagı gibi yaşadıklarım ve içersinde yer aldıgım kimi olaylar ve bu süreci birlikte paylaştıgımız kimi yoldaşları yazıyorum. Bu sürecin ortak paylaşımı içersinde onlarca yoldaş olmasına karşın hepsini anlatmak mümkün degil. Buna karşın bazı yoldaşları anmadan geçmenin de haksızlık olacagı kesin. Bunlardan bir tanesini (H.Hami Gönen) özellikle yazmam gerekiyor.

HASAN HAMİ GÖNEN..

GS işletmecilik yüksek okuluna  girdigim zaman ilk tanıştıgım kişilerden birisi Hami oldu, uzun boylu, iri bedenli, hafif şişman  ve kaba bıyıklıydı. Benden  iki sınıf öndeydi. Devrimci ögrenciler arasında  “cepheci” olarak bilinmesine karşın , cephe’ci ögrencilerin dışında, diger siyasi gurupların bile sempatisini kazanmıştı. Okulda herhangi bir eylem olmadan önce Hami’ye mutlaka danışılır, onayı alınırdı. Hami’nin karşı çıktıgı hiçbir eylem kesinlikle yapılmazdı. Olgun tavrı, sakin mizacı, devrimci öğrenciler arasında bir güven unsuruydu. Teorik olarak hepimizden üstündü. En önemlisi de  konuşma ve hareketleri, ilişkilerinin sadece okul’la sınırlı olmadıgını, okul dışarısında da önemli  ilişkileri (İllegal) bulundugu izlenimini uyandırıyordu. Benim gibi bir sempatizan için Hami ile ilişkili olmak elbette önemliydi. Sadece ögrenci gençlik eylemleriyle yetinmek istemiyordum. Bu benim için herkesin yapabilecegi basit aktivitelerdi. Hami vasıtasıyla  daha üstü düzey cephe’ cilerle tanışabilirdim.

Okulun gece bölümü olması nedeniyle akşamları daha sık görüştügüm Hami ve diger arkadaşlarımla ilişkilerim kısa zamanda bayagı ilerlemişti. Öte yandan, Hami’nin de benimle birlikte olmak istedigini, her seferinde benimle daha fazla ilgilendigini farkediyordum.  Tanışmamız üzerinden birkaç ay gibi kısa bir zaman geçmiş olmasına ragmen, zaman zaman dışarda buluşuyor. Devrimci ögrencilerin kaldıgı  site ve  kadırga yurtlarında, yada,  TMGT(türkiye milli gençlık teşkilatı) da, diger cephe taraftarı ögrencilerle toplantılar yapıyorduk.

İstanbul yüksek ögrenim dernegi (İYÖKD) genel sekreteri  hemsehrim Yusuf Doğan, Hami ve ben kısa zamanda kaynaşmıştık. 

 

Üçümüzünde cephe’ci olması ilişkilerimizin günübirlik olmasına yetmişti. Bir süre sonra  İYÖKD den tutuklamalar oldu ve Yusuf’la ilişkilerim  azaldı.

Birinci sınıfın sonuna kadar cephe taraftarı olarak ögrenci gençlik eylemleri içersinde her türlü eylemde en önde olmaya çalıştım.  üniversite işgalleri, protesto eylemleri ve cenaze törenlerinde  vb. bulundum. Okulda faşistlerle kavga etmekten derneksel faaliyetlere kadar her eylemin içinde olmaya çalıştım.

HASAN HAMİ GÖNEN İLE İLK EYLEM...

1976’nın ilk aylarıydı. Hami, şuan ismini hatırlamadıgım bir gecekondu mahallesinde kalıyor ve bölge örgütlenmesinde çalışıyordu.

Birgün bana geldi ve mahallesinde yazılamaya çıkılacagını  kendilerine yardım etmem gerektigini söyledi, kabul ettim.  Yazılama eyleminden sonra, daha önce hazırlandıgı belli olan saatli bombanın baglatısını yaparak mahallenin MHP bürosunu da havaya uçuracagımızı söylememişti.

Hami’nin evine girdigimde, ögrenci evinden ziyade  yoksul bir işçi evi ile karşılaştım. Etkilenmiştim.  Yıkık dökük bir oda ve küçücük bir mutfaktan ibaret olan ev’de ,lüks denebilecek hiçbirşey yoktu. Evini bana özellikle göstermek istedi gibi bir izlenim edinmiştim. Küçük bir tüp ve üzerinde çaydanlık vardı. Birkaç parça kap kacak dışında yerde kilim bile yoktu. Kapının girişinde, hemen karşıya bir yer yatagı serilmiş, üzerinde lenin’ in bir iki kitabı ve bir kaç parça kagıda elle yazılmış seminer notlarını andıran karalama notları vardı. Okul ile ilgili hiçbir kitap vb şeye rastlamadım.

Daha çayımız kaynamadan içeriye, 20-25 yaşlarında iki işçi arkadaş girdi. Yıllar sonra bu arkadaşlardan birisiyle  metris cezaevinde birlikte aynı koguşta beraber yatacaktık. O zaman , başka bir bölgeden arkadaş olarak tanıştırıldım. Aynı okuldan oldugumuzu belli etmemeye özellikle dikkat ettik. Eve gelen arkadaşların bana bakışları ve Hami’ye yaklaşış biçimlerinden, bizi kendilerinden farklı ve daha bilinçli gördükleri anlaşılıyordu. Saygılı tavırları, sıcak ve samimi hareketleri kısa zamanda aramızdaki soguklugu yok etmişti. Samimi bir havada yoldşca sohbete başlamıştık.

Akşam olmasını, havanın kararmasını bekliyorduk. Gece yazılamaya çıkmak için her şeyimiz hazırdı.

O gece mahallenin tüm duvarlarını ACİLCİLER’in sloganlarıyla donattık. Duvarlara, ‘’ yaşasın öncü savaşı, yaşasın halk savaşı, kurtuluşa kadar savaş’’ yada, ‘’katil oligarşi, İlker Ziya, Hasan savaşa devam’’ yazarak, O zamanki adıya, HDÖ örgütlenmesinin bu bölgede var oldugunu duyuruyorduk.

Yazılama eylemi bittikten sonra, işçi arkadaşlar bizden ayrılarak evlerine gitti. Hami ile işimiz bitmemişti. MHP bürosunu bombalayacaktık. Evde, daha önce hazır olan saatli bombayı, kısa zama sonra patlayacak biçimde kurduktan ( fünye’yi dinamite yerleştirerek) sonra, bomba’yı, MHP binasının kapı aralıgına yerleştirerek ordan uzaklaştık. Patlama ve duvar yazılarının aynı gün içersinde olması, bu eylemi HDÖ’lülerin yapmış oldugu izlenimini vermesi için yetmişti.

Hasan Hami Gönen yoldaşla uzun yıllar sonra Parıs’de karşılaştık, Sanırım Norvec’te yaşıyordu ve Paris’e gezmek için gelmişti. Yeniden buluşmak için sözleştiysek de bu mümkün olmadı. Uzun yıllar haber alamadım. Yıllar sonra öldügünü duydum. Acilciler örgütünün İstanbul örgütlenmesinde önemli emegi bulunan sevgili yoldaşımın anısı önünde saygıyla egiliyorum.

 

TMGT (TÜRKİYE MİLLİ GENÇLİK TEŞKİLATI)

TMGT, çok eski bir dernekti. Deviz Gezmiş’lerin bu dernekte toplamtılar yaptıgı ve eylem kararklarını buralarda aldıgı söylenirdi. Bilemiyorum tabi, ama, 1975’den itibaren, İstanbul Tunel’de bulunan TMGT( Türkiye milli genclik teşkilatı) devrimci ögrencilerinin ileri gelenlerinin toplantılar yaptıkları ve eylem kararları aldıkları önemli ugrak yerlerden birisiydi. İYÖKD, daha sonra da, İYÖD adına alacak olan ögrenci dernegi yönetiçileri genellikle burada biraraya gelirlerdi. Dursun Karataş, Paşa Güven , Bülent Uluer ve Celalettin can vb arkadaşlarla burada tanıştım.

Çok ilginçtir, 12 mart 72 darbesinden sonra, sendikalar, dernekler, meslek odaları, yanı  tüm demokratik kitle örgütleri kapatılırken, TMGT kapatılmamıştı.TMGT, İstanbul’da gerici ögrencilerin örgütlü oldukları MTTB (Milli Türk talebe Birligi) ile birlikte kapatılmayan yegane dernek konumundaydı. Bu dernegin kapatılmamış olması, isminin MİLLİ(!) diye başlamasından dolayı oldugu söylenirdi. Bugün Cumhurbaşkanı ve Başbakan konumunda olan zat’ların o dönem MTTB militanları olduklarını da burada hatırlatmak gerek.

 

SİTE ÖGRENCİ YURDU. ‘’ABDİ GÖNEN’’ ÖLDÜRÜLÜYOR...

İstanbul Vezneciler’de bulunan ‘Site ögrenci yurdu’ devrimci ögrencilerin denetimi altındaydı. Faşistlerin tüm çabalarına ve bu yurdu ele geçirmek için, hertürlü saldırı ve provakasyonlarına karşın, devrimci ögrenciler bu yurtta sökülüp atılamamıştır. İstanbul üniversitesi bitişiginde bulunan, Vezneciler site ögrenci yurdu’nun stratejik önemi itibariyle, dönemin hükümetleri tarafında da her türlü baskıya maruz kalmasına karşın, statüsünü degiştirmeleri mümkün olmamıştır. Bu yurdun tam karşısında bulunan,Sivas Ögrenci yurdu ise faşist ögrencilerin saldırı üssü olarak biliniyordu. Muhsin Yazıcıoglu adlı azılı faşistin bu yurtta kaldıgı ve İstanbuldaki faşist saldırıları buradan yönlendirdigi defalarca dile getirilmişti. Nisan 1975 tarihinde Sivas Ögrenci yurdun’dan Site yurduna yapılan saldırı ve yurt odacılarından ABDİ GÖNEN adlı bir işçinin öldürüldügü çatışma sırasında bu yurtta bulunuyordum. Sanırım bir seminer vardı ve içerde toplu bir ögrenci grubu bulunuyordu. Faşistler tarafından yurdun taranması, ABDİ GÖNEN’in öldürülmasine ragmen polis’in Sivas Yurduna degil’de, Site yurduna baskın düzenleyerek bir çok ögrenciyi göz aldıgı operasyon’da Lütfü Yavuz adlı İktisat fakültesi ögrencisi bir arkadaşla,polislerin arasından kaçarak kurtuldugumuzu hatırlıyorum

Site ögrenci yurdu, geniş katılımlı seminerin yapıldıgı, dönemin en popüler ögrenci yurduydu. 1974 affından faydalanarak tahliye olan THKP-C ‘lilerden MAHİR SAYIN ve ÖMER GÜVEN tarafından verilen seminerler ilgiyle izlenir ve saatlerce tartışmalara neden olurdu.

Buna karşın, dar ve yarı- illegal denilebilen toplantıların merkezi  TMGT idi.

1974 ‘ten başlamak üzere 1978 lere gelinceye kadar İstanbul ögrenci gençlik içersinde özellikle miting,  yürüyüş, üniversite işgalleri ve protesto gösterilerinde, Bülent ULUER’in ismi elbette anılmalıdır. Güçlü bir hitabet gücü ve yetenekli bir ajitatör olaraka, devrimci gençligi  coşturan kitlesel eylemlerin vazgeçilmez konuşmacısı Bülent Uluer ile taa o zamanlardan kalan dostlugumuz halen devam etmektedir. Bir araya geldigimizde, eskiye dönük sohbetlerimizin tadını çıkartır, o günlerın heyacanını dün gibi yeniden yaşarız.

HAYDAR YILMAZ...

Haydar Yılmaz’la nasıl tanısştıgımı kim tarafından tanıştırıldıgımızı hatırlamıyorum( Haydar’da hatırlayamadı)  Balıkesir ögrenci yurdun’da Lütfü Yavuz tanıştırmış olabilir(!) diye düşünüyoruz. Haydar, 1972 tarihinde Ankara’da, THKP-C İşçi davası’ndan yargılanmış ve 1.5 sene hapis yatmıştı. Hapisten çıktıktan sonra, içerde tanıştıgı bir ilişki sayesinde İstanbul Gümüşsuyu semtinde, dönemin en gözde turizm işletmelerinde birinde rehberlik yapıyordu.  Bugün bile Türkiye’nin en ünlü seyahat firması konumunda olan bu işletme sayesinde, ülkenin en ünlü kişileri ile rahatlıkla tanışma ve bu kişiler hakkında her türlü bilgiye ulaşabilme imkanı vardı.

Taksim’den gümüşsuyu’na dogru inerken yol üzerinde bulunan iş yeri, benim kaldıgım ögrenci evine çok yakındı. Haydar Yılmaz’la tanıştıktan sonra ilişkilerimiz günübirlik devam etti. Tanışmamızdan kısa süre sonra, Gümüşsuyu’nda, Kolçak sokak, kolçak apartmanın’da bulunan ögrenci evimize taşınan Haydar’la,  aynı evi paylaştık.  Ortak yazılama yapıyor sürekli konuşup neler yapılması gerektıgı üzerine tartışıyorduk.

Hiç unutmuyorum,  bir gece evin çevresinde yazılamaya çıkmıştık, yanımızda aynı okulda birlikte okudugum ve aynı evde kaldıgımız Adıyaman’lı Halil Hullet diye bir arkadaşımızda vardı. Mahallenin gece bekcisi yazılama sırasında Halil’i yakaladı. Bütün israrlarımıza ragmen Halil’in kolunda tutarak ‘’ yanıma yaklaşmayın yoksa arkadaşınızı öldürürüm’’ diye bagıran bekçiyi ikna edemedik.  Yapabilecegimiz  bir şey olmadıgına karar vererek başka tarafa dogru yazılama işine devam ettik. Halil’i karakola götüren Bekçi’nin, olayı, karakol komiserine anlatış biçimi o zaman bizi cok güldürmüştü. ‘’Komiserim, bunlar duvarlara, kötü hökümet yazıyorlardı, hepsi silahlydı ancak bunu yakaladım’’ dedikten sonra, başkomiserden aferin alıyor ama bir süre sonrada nezarethanenin kapısını kitlemeyi unutan bekçinin açık bıraktıgı kapıdan, bizim Halil kaçarak(!) kurtuluyor.

1975-76 yıllarında polis ekipleri, gece devriyeleri sırasında, ciddi bir olay olmadan duvar yazılarına karşı tolerenslı davranırlar, görmemezlikten gelirlerdi. Bekçiler öyle degildi. Başarılı bekçilerin, kıdemlerinin arttırılarak polis yapıldıgı bu dönemde, gece bekçileri alabildigince gayretkeş oluyorlardı.

MEHMET KARACA VE AHMET MUHTAR’LA TARTŞMA VE  DELİKANLILIK RAJONU(!)...

1977 yılı 1 mayıs öncesiydi.  Ben, Paşabahçe’ye taşınmıştım. Haydar Yılmaz Beşiktaş ıhlamur sokakta Partizan ve Halkın Kurtuluşu’dan bazı ögrenci arkadaşlarla birlikte kalıyordu. Hergün Beşiktaş’a ugruyor,Haydar’la beraber oluyorduk.

Engin Erkiner’le daha önce tanışmıştık. Engin belli aralıklarla Beşiktaş’a eve gelir ve üçümüz birlikte konuşur,kafamızın takıldıgı kimi konuları sorar açılmasını isterdik.

33 kişinin katledildigi 1mayıs öncesi Taksim’de Atatürk Kültür merkezi inşaatında çalışan işçilerin grevi vardı. Devrimci Yapı işçileri sendikası’na baglı işçilerin grev çadırlarını biz bekliyorduk. Sendika, Devrimci Kurtuluş ve bizim denetimimizdeydi. 1 mayıs ‘dan bir kaç gün önce,DİSK’in baskısıyla grevcılerin tüm istekleri kabul edilmişti. Bu bakımdan Grev çadırının kaldırılması gerekiyordu ama biz kaldırma yanlısı degildik. Grev çadırı  çevresinde bizim sloganlarımız vardı ve 1 mayıs nedeniyle taksim’de toplanacak olan yüzbinlerce işçinin bu sloganları görmesini istiyorduk. DİSK, bu sloganların ve grev çadırının görülmemesi için işverene baskı yaparak grevin bitmesini bu nedenle istemişti. Öte yandan, 1 mayıs işçi bayramı nedeniyle DİSK ve TKP’liler günler öncesinden başlamak üzere Taksim alanını abluka altına almışlar, kendilerinden başka o bölgeye kimsenin yazılama yapmasını istemiyorlardı. Haydar yılmaz ile birlikte, daha önce Grev çadırına koydugumuz boya ve fırçalarla, gecenin geç saatinde, 1 mayıs’tan bir gün önce, TKP’lileri atlatarak(!) yazılama yapmayı kararlaştırmıştık.

Kararlaştırdıgımız günün geç bir saatinde, grev çadırındaki işçilerle birlikte Taksim meydanını, yazılamaya başladık. Tam Fransız konsoloslugu duvarına sloganlarımızı yazarken, TKP’liler, başlarında Maden işçileri sendikası başkanı Mehmet Karaca ve İlerici genclik dernegi (İGD) başkanı Ahmet Muhtar oldugu halde önümüzü keserek, yazdıgımız sloganları silmemiz için bizimle tartışmaya, hatta bizi hırpalamaya başladılar. Bu sırada yoldan geçmekte olan bir grup yanımıza geldi ve DİSK’lilere bagırmaya başladı. ‘’Utanmıyormusunuz, siz kim oluyorsunuz, bu yazıları silemezsiniz, silmeye kalkanın karnını deşeriz’’ diyorlardı. DİSK’liler ve İGD’liler korkmaya başladılar, bu kişileri bizim arkadaşlarımız zannettimişlerdi. Biz de şaşırmıştık bu adamlar da nereden çıktı diye birbirimize bakarken, adamlar bizimle saf tutmuş DİSK ve İGD’liler uzaklaşmışlardı. Bir süre sonra bu kişilerin meyhaneden gelen bölgenin delikanlı bıçkınları(!) oldugunu anlamakta gecikmedik tabi. Adamlara teşekkür ederek uzaklaştırmaya çalıştıkca,onlar hala ‘’ Abicim, delikanlılık rajonu’nda, 50 kişinin 3-5 kişiye saldırması yazmaz(!) ‘’diye söyleniyorlardı.

Beşiktaş’daki evde, özellikle Partizan’cı arkadaşlarla nöbetleşe yazılamaya da çıktıgımız olurdu. Bazen Haydar’la ben onların adına, bazen de Partizancı arkadaşlar bizim adımıza yazılama yapardık. Partizan çevresinden Ali diye bir arkadaşımız vardı ve ne zaman bizim adımıza yazılamaya çıksak, nerde güzel bir duvar görse, ‘’Ben buraya İBOLAR ÖLMEZ’’ diye yazacagım diye israr ederdi ve Haydar’da her seferinde ‘’olmaz, sıranı bekle’’(!) diye karşı çıkardı.

1976 yılı başlarında, Gümüşsuyu’nda otururken, Cennet Çay bahçesi duvarına yazdıgımız ‘’Tek yol devrim’’ sloganının 1986 yılı ortalarında, dikkatle bakıldıgında hala okunuyor oldugunu gördüm. 2 kg boya ile yazdıgımız tek bir slogan’nın, üzerinin defalarca boyanmış olmasına karşın halen okuyor olmasını görmek beni heyecanlandırmıştı.

Devam edecek...