Nobel Fizik Ödülü 2017 Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 04 Ekim 2017 18:40


Doğa bilimlerindeki Nobel ödüllerinde edebiyat ya da barış konusunda olduğu gibi tartışma olmaz. Yapılan bilime önemli katkı mıdır, bilinir; bu nedenle olmaz. Bu yılki Nobel Fizik Ödülü’nü açıklanan üç ismin kazanacağı kesin gibiydi, o kadar ki, kazanmasalardı Nobel Komitesi fizikçiler tarafından şiddetle eleştirilecekti.

Gravitationswelle’nin (çekim dalgaları olarak çevrilebilir) varlığını onları ölçerek gösteren üç ABD’li fizikçi Nobel ödülünü aldı. Bunlardan birisi Alman kökenli, adı da Alman adı zaten, Rainer ama Almanlar bizim gibi aşağılık kompleksi içinde yaşamadıklarından kimse adama “Aslında kendisi Alman’dır” demedi.

Bu ölçüm neden önemlidir?

Çekim dalgalarının varlığı Einstein’ın Genel Görelilik Kuramı’ndan çıkan önemli bir hipotezdi. Matematik olarak varlığı gösterilmişti ama bugüne kadar ölçülememişti. Pratikte doğrulanmadığı için de hipotez olarak kalmıştı.

Bu dalgaların önemini analoji yoluyla anlatmak gerekir çünkü bu tür teorilerin kavranabilmesi için görebildiğimiz dünyayla bağ kurarak açıklanmaları önemlidir.

Spektrum der Wissenschaft dergisinin Ekim 2017 sayısında bu konuda güzel bir benzetme bulunuyor.

Doğada olup bitenleri tiyatro oyunu ve oyunun da zaman-mekan düzlemindeki sahnede gerçekleştiğini varsayalım. Doğada değişimler, cisimlerin çarpışması vb. gerçekleşiyor. Tiyatrodan farkı; tiyatro sahnesinin pasif varlık değil, oyunda yer alan bir aktör olmasıdır. Zaman-mekan düzleminde gerçekleşen olaylar bu ortamı etkiler ve etkilenir. Genel Görelilik Kuramı’nın en önemli tezi budur denilebilir.

Çok uzaklarda iki büyük nesne (yıldız veya kütlesi yoğun kara delik olabilir) çarpıştığı zaman, bu çarpışma sonucu dalgalar oluşur. Tıpkı dünyanın bir bölgesinde oluşan depremin oluşturduğu titreşimlerin binlerce kilometre uzaklıktaki sismograflar tarafından ölçülmesi ve depremin şiddetinin belirlenebilmesi gibi bu dalgalar da ölçülebilir ve çarpışan kütleler hakkında bilgi sahibi olunabilir.

Bu teoridir, pratik ise başkadır. Genel Görelilik Kuramı’ndan yüz yıl sonra oldukça pahalı, büyük ve karmaşık bir aletle (alet T şeklinde ve parçaların uzunluğu 1,5 kilometre) çok uzakta güneşten daha yoğun iki kara deliğin çarpışmasından ortaya çıkan dalgalar ölçülebildi.

Ölçümü yapan fizikçiler önce sonuca inanamadılar ve günlerce “yabancı etki var mı?” araştırması yaptılar, daha sonra ölçümün doğruluğuna inandılar. Ardından bu büyük adım önemli bütün bilim dergilerinin kapak konusu oldu.

Biz “organik hoşaf”la uğraştığımız için dikkatimizden kaçmıştır!

Bu ölçümün önemi nedir?

Bugüne kadar elde edilen bütün veriler evrenin büyük patlamayla oluştuğu hipotezini destekliyor. Bu patlamanın milyarlarca yıl öncesinden gelen sesi bile kaydedilebildi. Daha sonra ne oldu konusunda da –yıldızların, gezegenlerin oluşması, evrenin soğuması gibi- önemli adımlar atıldı ama halen bilinmeyenler bulunuyor.

Çekim dalgalarının analiziyle evrenin uzak tarihi hakkında yeni bulgulara ulaşılması bekleniyor.

Olur mu böyle şey, demeyin çünkü evrenbilimde uzak geçmiş neredeyse en önemli konudur. Güçlü bir teleskopla bir yıldızın bir milyon yıl önce patladığını görüyorsunuz. Ne demektir bu? Yıldız bir milyon yıl önce patlamıştır ve patlamanın ışığı size yeni ulaşmaktadır. Bu işin basit tarafı bile diyebilirsiniz. Nedeni basit, çünkü o patlayan yıldız bir milyon yıl önce sizin gördüğünüz yerde bulunmayabilir.

Bu durum güneşe en yakın gezegen olan Merkür’ün hareketlerinde Newton’un çekim yasasıyla açıklanamayan düzensizlikler ortaya çıktığında konu olmuş ve Einstein’ın Genel Görelilik Kuramı’yla gerçek açıklanmıştı: Merkür’den gelen ışık güneş gibi büyük bir kütlenin yakınından geçerken bükülüyordu ve dolayısıyla Merkür bizim onu gördüğümüzü sandığımız yerde değildi. Gezegenin gerçek yeriyle bizim onun bulunduğunu sandığımız yer arasındaki açı ölçüldüğünde Genel Görelilik Kuramı’ndaki sonuca ulaşılıyordu.

Bu açı her fırsatta yeniden ölçülür ve sürekli aynısı bulunur. Bir kere farklı sonuç alınması, Kuram’ın yetersizliği konusunda yeterli kanıt olur.

Doğa bilimlerinde böyledir: dış etkileri elemek şartıyla sürekli aynı sonucu alırsınız.

Hipotezler, ne kadar gerçek görünürlerse görünsünler ancak deneyle kanıtlandıklarında bilimsel teori haline gelirler.

Sosyal bilimle doğa bilimi arasındaki temel fark da budur. Sosyal bilimde aynı sonuç yoktur, birbirine benzeyen toplumlarda bile benzer sonuç alınmayabilir.

Bunu son olarak sosyal hareketler üzerine araştırma yapanlar bir kere daha bulmuştu.

Dünyanın en kitlesel çevreci hareketi neden Almanya’da ortaya çıkmıştı da başka ülkelerde oldukça geriden gelmişti? Böyle bir hareketin yaklaşık aynı çevre sorunlarıyla karşı karşıya olan gelişmiş sanayi toplumlarının hepsinde yaklaşık zamandaş oluşması gerekirdi ama böyle olmamıştı.

Ortaya çıkan fark, küçük gruplardan kaynaklanıyordu. Bir ülkede küçük bir grup –Yeşiller- ortaya atılmış, tepkiyle karşılanmış ve dışlanmış ama savundukları toplumun ihtiyaçlarıyla örtüştüğü için bir süre sonra bu durumdan kurtulmuşlar, kitleselleşmişlerdi. (Yaklaşık 40 yıl sonra eski güçleri kalmadı çünkü Almanya kapitalizmi, yeşil kapitalizmle onları büyük oranda içselleştirdi, ama bu farklı bir konudur.)

İsterseniz böyle konulara kafamızı yormayalım, organik hoşafımızı içelim!