2018 Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 03 Aralık 2017 10:02


Önümüzdeki yıl 20. yüzyıldaki üç önemli gelişmenin yuvarlak sayılı yıldönümleri oluyor. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 100. yılı, 1968’in 50. yılı ve yine 1968’de gerçekleşen Çekoslovakya’nın Kızıl Ordu’nun da içinde bulunduğu birkaç sosyalist ülke ordusu tarafından işgalinin 50 yılı… Bu aynı zamanda Çekoslovakya’da en ileri ifadesini bulan “reform sosyalizmi” akımının da sonu oluyordu. (Konuyu Che Guevara - Kısa Uzun Bir Hayat’ta anlatmıştım. Che de döneminde sosyalizmde önemli değişikler yapılmasını savunanlar arasında yer alır. Bu akımın temsilcilerinin “önemli değişiklikler yapılması gerekir, böyle devam edilemez” belirlemesi dışında anlaştıkları konu yoktur.)

Syces-Picot Anlaşmasıyla Ortadoğu’da sınırlar yeniden düzenlenmişti. Bu anlaşmanın öldüğü ve değişmesi gerektiği genelde kabul ediliyor ama nasıl değişecek, bilinemediği için sürmeye devam ediyor.

Zamanın iki büyük sömürgeci gücü, Fransa ve İngiltere 1916’da Ortadoğu’da yapay sınırlar oluşturdular. Bu sınırlar değişmeli ama nasıl değişmeli? Bölgede bir sınırı değiştirdiniz mi her taraf yerinden oynar ve bunu da kimse göze alamıyor. Bu yapay sınırlar şimdiye kadar değişik savaşların nedeni oldu, değiştirildikleri zaman daha büyük savaşlar da kaçınılmaz görünüyor.

Bunu görüp değerlendirmeden “halklar kendi kaderlerini istedikleri gibi belirler, devlet kurma hakları vardır” gibi bir söylem boştur. Konuşur ama bunun nasıl yapılabileceği hakkında fikri yoktur, dolayısıyla ne konuştuğunun da önemi yoktur.

Abdullah Öcalan’ın Kürtler için bağımsız devlet talebinde bulunmaması, bunun yerine varolan devletlerin sınırları içinde özerklik istemesi Ortadoğu kapsamında geçerli bir belirlemedir. İlerde bambaşka koşullar olursa eğer –olursa vurgusuyla- farklı belirleme yapılabilir.

Kuzey Irak ya da Güney Kürdistan’da yapılan bağımsızlık referandumunun sonucunu birlikte gördük. Halkın çoğunluğu bağımsızlık için oy kullandı ama İran, Irak merkezi yönetimi, Türkiye tanımadı. ABD karşı çıktı, Rusya da taraftar görünmedi. Sonuçta olmadı ve Güney Kürdistan özerk yönetimi de geri adım atmak zorunda kaldı.

Benzeri durum Katalonya’da yaşandı. Avrupa Birliği içindeler ama hiç destekçi bulamadılar. İstemekle olmuyor ve hele de “bağımsızlık halkın hakkıdır” gibi belirlemeleri tekrarlamakla hiç olmuyor. Bunun zemininin önceden hazırlanması gerekirdi.

İkinci yıldönümü 1968’le ilgilidir. İlk küresel kalkışma olarak da tanımlanan 1968 yıllarca belirli ülkelere özgü sanıldı. Bu arada belirtmek gerek, 1968 sembolik bir tarihtir. 68 bir yıl değil bir dönemdir. Mesela Latin Amerika 68’i Küba devrimiyle 1959’da başlar, Şili’de Allende’nin öldürülmesiyle 1974’te sona erer. Türkiye için bu dönem 1965-1980 olarak belirlenebilir. Her ülke 68’inin özgün dönemi ve iç yapısı vardır.

Çin’deki Kültür Devrimi de 1968 çerçevesi içinde değerlendirilmelidir.

68 denilince akla özellikle Fransa ve ABD gelirdi ve yıllarca bu çerçevede değerlendirildi. Başka önemli 68’lerin de bulunduğu sonraki yıllarda anlaşıldı. Çekoslovakya da 68’e girer. Yugoslavya 68’i vardır ama duyulmamıştır. Başka bir ifadeyle sosyalist ülkelerde de 68 vardır. 68’in ortak paydası varolana itiraz etmektir ve bu özellik zamanın sosyalist ülkelerinde de vardı.

1968’de bazı ülkelerdeki gelişmeler o güne kadar görülmemiş oranda dünya çapında etkili olmuştur. 68’in ilk büyük eylemi Ocak ayında Vietkong’un Tet saldırısıdır. Bu saldırı savaşın seyrini değiştirecek ve ABD’nin kaybedeceği belli olacaktır.

1968’in ortak paydalarından birisi varolana itiraz ise, diğeri de Vietnam savaşına karşı çıkmaktır.

Bu çerçevede bizdeki 68’e bakıldığında şu belirleme yapılabilir: Türkiye için önemlidir, dünya ölçüsünde ise kalıcı sonuçları zayıf olan bir harekettir.

68 çok sayıda ülkede önemli kültürel değişikliklere neden oldu. Aile yapısından cinsler arasındaki ilişkilere ve eğitim sistemine  kadar çok sayıda değişiklik yaşandı. Bir örnek Almanya’dır. Almanya’da Nazi kültürüyle hesaplaşmada 68 hareketinin büyük payı vardır.

1968 aynı zamanda reel sosyalizm için bitişin başlangıcıdır. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nden Fritz Behrens gibi “Böyle gidersek 25 yıl yaşayamayız” belirlemesi yapanlar bile vardı. Öngörü yaklaşık olarak tutacaktı.

Konuyla hem ilgilidir hem de biraz uzaktır. Almancada “Sovyet yüzyılının arkeolojisi” adlı 1300 sayfalık bir kitap çıktı. Yazarının ilericilikle ilgisi bulunmuyor ama müthiş bir çalışma… Kitabın önemli yanlarından bir tanesi, Rusya’da devrim öncesi-devrim sonrası-sosyalizm sonrasını birlikte ele almasıdır.

Manfred Hildermayer 1917-1991 dönemini kapsayan SSCB tarihinden sonra –sonra- Rusya’nın Ortaçağdan 1917’ye kadar olan tarihini inceleyen başka bir kitap hazırlamamış.

 

Reel sosyalizmin anlaşılmasında dikkat çekici yeni bir yöntem… Yeni sayılmaz aslında çünkü Doğu Avrupa ülkeleri için eskiden beri tarih araştırmalarında kullanılıyordu ama bu kadar yaygın değildi.