Yeni devlet kurmak neden zordur? Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 24 Aralık 2017 11:38


 

 

Yeni devlet kurmak eskiden de kolay değildi ama şimdi özellikle zorlaşmış durumdadır. Yeni devlet; bir ülkenin bölünmesi, toprak ve yaşayan nüfusun bir bölümünün ayrılarak farklı bir yapılanmaya gitmesidir.

20. yüzyılın özellikle de ikinci yarısında çok sayıda yeni devlet kuruldu. 1948’de Birleşmiş Milletler’e üye devlet sayısı 74 idi, bu sayı üç yıl öncesinde 193’e ulaşmıştı. Sudan’ın iki ayrı devlete ayrılmasıyla daha da artmış olabilir. BM’e devletler üye olabiliyor, halklar değil… Bu nedenle Almanya’da yıllardan beri gündeme gelen “Bizi Kürt olarak tanıyın” belirmesinin pratikte uygulanabilirliği bulunmuyor. Devletin varsa ayrı bir halk olarak tanınırsın, yoksa mümkün görünmüyor. Değişik devletlerin içinde farklı halklar bulunuyor ve bu halklar o devletin parçası olarak görülüyorlar. Kürtler Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de bulunuyor ama o devletlerin parçaları olarak tanınıyorlar. Bazı devletler sınırları içinde tek halkın yaşadığını bile savunuyor ya da başka halkların varlığını tanımıyorlar.

Dünyada en kalabalık ve devleti bulunmayan halk Kürtlerdir, belirlemesi yanlıştır. Uygurlar olarak bilinen, yıllardan beri Çin Halk Cumhuriyeti’nin sınırları içinde yaşayan, arada bir ayaklanan ve bastırılanların sayısı da 40 milyon civarındadır. Yaşadıkları Sincan bölgesinin tarihteki adı Doğu Türkistan’dır ve iddialarına göre 4000 yıllık tarihleri vardır.

Orta Asya, Kafkaslar ve Doğu Asya eskiden genel bir adlandırmayla Türkistan olarak bilinirdi. Büyük bölümü Çarlık Rusyası tarafından işgal edilerek sömürgeleştirildi, 1917 Ekim devriminden sonra aynı sınırlar bu kez SSCB içinde sürdü. 1991’den sonra bölgede bağımsız devletler kuruldu ama eski Türkistanlıların birleşmesi söz konusu olmadı. Tıpkı Araplar gibi… 20. yüzyılın ortalarına kadar Arap ulusundan söz edilebilirdi, sonra farklı devletlere bölündüler, 1960’lı yıllarda Suriye ile Mısır tek ülke olmaya karar verdi, sonra vazgeçtiler. Artık Arap ulusu değil Arap ulusları bulunuyor. Suudi Arabistan ulusu, Lübnan ulusu, Ürdün ulusu vd. gibi.

1944’te İkinci Dünya Savaşı sonlarındaki karmaşık ortamda kısa süren Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruluyor ancak uzun ömürlü olamıyor, Çin tarafından işgal ediliyor. Doğu Türkistan petrol ve doğal gaz kaynakları yönünden zengin bir bölgedir.

Kalabalık, devleti bulunmayan, doğal zenginlikleri olan tek halk Kürtler değildir, üstelik Kürtler örneğinde olduğu gibi Uygurların değişik devletlerin sınırları içinde yaşaması da söz konusu değildir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa’nın sömürge imparatorluklarının dağılmasının ardından bazen savaşla bazen da savaşsız çok sayıda yeni ülke kuruldu ya da eski sömürgeler bağımsızlıklarını kazandılar. İkinci büyük yeni devletler kurulma dalgası SSCB’nin dağılmasının ardından gerçekleşti: Rusya Federasyonu, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan, Moğolistan, Ukrayna, Beyaz Rusya… Adını şu anda hatırlamadığım birkaç tane daha yeni devlet olduğunu sanıyorum.

Şu sıra “Ayrılıkçılar Dünyayı Değiştiriyor” başlıklı bir kitap okuyorum ve ilk sayfalarda yapılan bir belirleme kitabı özetliyor: Dünya devletler tarafından paylaşılmış durumdadır, yeni devlet kurulması ancak yeniden paylaşımla mümkündür.

Yeniden paylaşım, bir bölgede yapılan paylaşımın genellikle domino etkisi yaratması ve sınırların değişmesi mücadelesinin başka alanlara da yansıması demektir. Bunun Sykes-Picot Anlaşması sonrasındaki Ortadoğu ile sınırlı olduğunu sanıyordum, ama değilmiş. Sömürgeciler eskiden işgal ettikleri alanlardan çekilirken bölgeyi yapay devletlere böldüler, yapay sınırlar çizildi ve bu sınırlar çizilirken de bölge halklarına sorulmadı. Sykes-Picok Anlaşması’nın değişmesi gerektiği genelde kabul ediliyor, bu anlaşmayla çizilen sınırlar sunidir ama bunu belirlemek fazla anlam taşımıyor çünkü Ortadoğu’da bir sınırın değişmesi sadece orada kalmaz, domino etkisiyle bütün bölgeye yayılır; herkes sınırlarını değiştirmeye ve bunun için de savaşa yönelir.

Aynı durum Afrika için söz konusudur. Afrika’da esas olarak İngiltere ve Fransa’nın daha az olarak da Almanya, Belçika, İtalya’nın sömürgeleri bulunuyordu. Sömürgeciler savaşla veya savaşsız çekildiler, bağımsız devletler kuruldu ve bunlar daha sonra 53 üyeli Afrika Birliği’ni oluşturdular. Afrika Birliği’nin önemli görevlerinden bir tanesi kıtadaki sınırların değişmemesini sağlamaktır, çünkü bir sınır değiştiği zaman bu değişimin nerelere kadar yayılacağı, hangi savaşlara yol açacağı belli değildir. Sudan kendi içinde ikiye ayrılarak bunu halletti ama parçalardaki savaş yine bitmedi. Afrika’da Ortadoğu’daki gibi hiç durmadan savaş var. Kongo gibi büyük bir ülke içinde de değişik gruplar arasında savaş sürüyor ve bunun boyutundan genellikle haberimiz olmuyor.

Durum budur…

Yeni devlet kurulması özellikle Ortadoğu ve Afrika’da domino etkisi yaratacağı için zordur. Değişim küçük bir alanda kalmaz, her tarafa yayılır ve bunun getireceği yeni çatışmaların boyutunu kimse tahmin edemediği için göze de alamıyor.

Bu durumu dikkate almadan “Halkların iradesi esastır, her halk istediği gibi yaşayabilir” demek, boş konuşmaktır. Bu belirleme en başta halkların iradesinin çatışmadığını varsayıyor, ki bu doğru değildir.

Üzerinde çok ve boş konuşulan Hatay örneğini vereyim…

Suriye’de “Hatay biize ait midir?” sorusuyla referandum yapılsa, sonuç büyük ihtimalle evet çıkar.

Aynı referandum, “Hatay kime aittir?” sorusuyla Türkiye’de yapılsa, sonuç “Türkiye’ye aittir, o bölgeyi Mustafa Kemal topraklarımıza katmıştır” sonucu çıkar.

Bırakalım devletleri, sınır konusunda halklar arasında da anlaşmazlık vardır.

Referandumu Hatay ile sınırlı olarak yaparsanız çıkacak sonuç son beş yıl için Türkiye sınırları içinde kalmaktır. Bölgenin demografik yapısı değişmiş bulunuyor. Eskiden olsaydı ne çıkardı, tartışmalıdır ve bugün için önemi de yoktur.

Aynı anlaşmazlığı Suriye-Lübnan sınırı konusunda da görebilirsiniz.

Bir şeyi istiyorsanız, o şeyin hakkınız olduğu konusunda da açık fikriniz varsa, ama nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız, ne istediğinizin de önemi yoktur. Konuşur durursunuz, o kadar!

Ek olarak tarihte beklenmedik gelişmeler de ortaya çıkabiliyor. 3,5 milyon Suriyeli yıllardan beri Türkiye’de yaşıyor ve bunların çok büyük bölümü de geri dönmeyecektir. 22 milyon nüfuslu Suriye’nin altıda biri ya da altı kişiden bir tanesi Türkiye’ye gelmiş, başka bir deyişle iki ülke arasındaki sınır harita üzerinde aynı kalmış ama Suriye’nin bir bölümü Türkiye’ye katılmış durumdadır.

Sorun sadece insan sayısı da değildir, Halep’teki çok sayıda atölye sökülerek Kilis ve Antep’e taşındı, Suriye’den Türkiye’ye büyük nakit servet transferi de gerçekleşti.

Başka ülkelere de giden yetişmiş insan gücünü dikkate almasak bile Suriye altı yıllık iç savaşın bedelinin ne kadar büyük olduğunu önümüzdeki yıllarda daha iyi anlayacaktır.

Suriye ancak İran ve Rusya Federasyonu’nun yoğun desteğiyle en azından harita üzerinde tek ülkeymiş gibi görünmeyi sürdürebilir, daha ilerisini sağlayabilecek güce sahip değildir.

Sınırlar resmiyette değişmeyecek ama bu içerisinin de değişmeyeceği anlamına gelmiyor. Irak veya Suriye’nin sınırlarının değişmesi bütün Ortadoğu’yu sarsar, bunu da kimse göze alamıyor.

Ortadoğu’da nasıl yapılacağını bilmeden ve sadece bazı ilkelere referans vererek sınırların değişmesi gerektiğinden, yeni devletler kurulması gerektiğinden söz etmek, boş konuşmaktan başka bir şey değildir.

Nasıl yapılabileceği konusunda uygulanabilir bir plan bulunmuyorsa, ki yoktur, ne istenildiği de önemli değildir.

Yeni devlet kurmanın zorluğunun devlet şekillenmesinde değişmeye yol açtığını önceki bir yazıda belirtmiştim. Devlet olmayan devletler ortaya çıkmaya başladı. Rojava fiilen devlet durumundadır, sadece devlet olarak Birleşmiş Milletler’e üye değildir. Güney Kürdistan yıllardan beri adı olmayan devlet durumundaydı…

Bu örneklerin her birinde durum değişiktir ve ayrı olarak incelenmesi gerekir.

Büyük ve üzerinde sürekli durulması gereken bir konudur…

 

Son Güncelleme: Pazar, 24 Aralık 2017 22:13