Suriye hakkında yazmak ve sonuç almak... Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 02 Ocak 2018 14:51


İnternette şu veya bu konuda yazanların bir bölümünün farkında olduğunu sanmıyorum ama internette tespitler ve çağrılar yapmak, değişik yorumlarda bulunmak ve hatta daha ileriye gidip asıp-kesip-biçmek fazla anlam taşımaz. Sonuç alabiliyorsanız veya sonuç alınmasına katkınız olmuşsa hangi konuda olursa olsun savunulanların anlamı vardır, değilse yoktur.

Altı yıl önce, Suriye’de iç savaşın yeni başladığı günlerde Esad rejimiyle ilgili görüşlerimle bugünküler arasında önemli fark bulunmuyor. Bu görüşler yeni olgularla zenginleştiler, hepsi bu kadar…

Sosyalistler arasında ise altı yıl önce farklı bir görüş egemendi: Suriye’deki iç savaşı emperyalistlerin başlattığını, Esad’ın emperyalizm ve gericiliğe karşı mücadele ettiğini sanıyorlardı. Zamanla bu görüş değişti, o kadar ki, bugün aramızda önemli farklılık kalmadı. Hala Esad’ı savunanlar için birkaç belirleme yapmak mümkündür:

Bunlar ya şöyle ya da böyle Esad rejiminden çıkar sağlayanlardır, ya görünürde devrimci özünde Arap milliyetçisidirler ya da mezhepçidirler. Esad’ın Nusayri olması onlar için belirleyicidir, gerisi önemli değildir.

Bunları boş verin! Herkesi ikna etmek mümkün olmadığı gibi gerekli de değildir. Arap milliyetçisine ve/veya Nusayri’ye ve bunlarla mezhep yakınlığı olanlara bir şey anlatmak faydasızdır. İran’daki ayaklanmanın gündeme gelmesiyle ve göstericilerin orada “Suriye’yi bırak, İran’a bak” sloganı atmasıyla Suriye yeniden gündeme gelirse, konu hakkında yazarsınız, yoksa gerek yoktur.

Türkiye altı yıllık iç savaş boyunca Suriye üzerinden iyi para kazandı.

Suriye nüfusunun yaklaşık altıda biri (3,5 milyon kişi) Türkiye’ye geldi. Bunlara yapılan harcamalar için Avrupa Birliği’nden miktarı sürekli değişmekle birlikte yüksek miktarda para alınıyor.

Ev kiralarında ve hatta yiyecek satışında Suriyeliler için özel tarife bulunuyor. Normalin üzerinde fiyat ödemek zorunda kalıyorlar.

Suriyeliler en ucuz işgücü olarak birçok yerde Kürtlerin yerini aldı. Özellikle emek yoğun işletmelerde ve tarımda Suriyeliler çok düşük ücretle çalışmak zorunda kalıyorlar.

Suriyeli kadınlar fuhuş piyasasında “devrim” yaptılar, fiyatlar çok düşmüş!

Halep’teki çok sayıda atölye sökülüp Nizip ve Antep’e taşındı. Ek olarak toplamı bilinmeyen ama az da olmayan miktarda nakit para da Suriye’den Türkiye’ye getirildi.

Başka bir deyişe Türkiye Suriye’nin bir bölümünü ilhak etti.

Toprak ilhakı de var. Sınıra örülen yaklaşık 800 km. uzunluğundaki duvar Suriye toprakları içindedir, toplam kaç metrekare ilhak ettiler, bilemiyorum.

Türkiye, Suriye’de iç bir olgu haline geldi. Birkaç üssü ve açık ve gizli çok sayıda askeri bulunuyor. Arada bir bombardıman yapıyor veya askeri operasyon düzenliyor. Suriye hükümetinin protestolarına aldıran yok; neden olsun ki! Gücün kadar konuş derler adama; İran’ın kara ve Rusya Federasyonu’nun hava gücü olmasaydı Esad rejimi çoktan bitmişti.

Suriye eskiden Ortadoğu’da önemli bir ülkeydi. Önemi çapına göre fazlaydı ve bunu da Muhabarat sağlıyordu. Suriye, gizli örgütü Muhabarat aracılığıyla komşu ülkelerde kendine bağlı örgütler kuruyor veya var olan örgütlere eleman sızdırarak onları yönlendirmeye çalışıyordu.

Çabalarını mutlaka sürdürüyorlardır ama artık eski etkinlikleri bulunmuyor. Ek olarak, somut örnek vererek herkesi uyardık; dikkat eden eder, etmeyen kendisi bilir…

Yıllar önce de aktarmıştım, tekrarlayayım:

1981 yılının Ocak-Nisan ayları arasında Suriye’de bulundum. Esas olarak Bassit köyünde bulunmakla birlikte Lazkiye ve Şam’a da defalarca gidip geldim. İki olay anlatacağım, durumu anlamak için yeterlidir.

Birincisi: Suriye Komünist Partisi’nden bir kişiyle Türkiye’deki durum hakkında –İngilizce olarak- konuşuyoruz. O zaman bildiğim kadarıyla Suriye’de üç komünist partisi vardı, adam hangisindendi, bilmiyorum. Bana, “Ne iyi, sizde demokrasi var” deyince şaşırdım. 12 Eylül rejiminin faşizm olduğunu söyledim ama ikna olmadı, “demokrasi var” diye ısrar etti. Ardından sormaya başladı:

“Sizde mahkeme var değil mi?”

“Var ama sıkıyönetim mahkemesi var.”

“Olsun, burada o bile bulunmuyor.”

Devam etti…

“Sizde avukat var değil mi?”

“Var ama savunma hakları kısıtlıdır.”

“Olsun, var ya. Burada avukatlar siyasi davalara giremez.”

“Neden o?”

“Aynı örgütten diye onu da içeri atarlar da ondan… Sizde hapse girenin ne zaman tahliye olacağı bellidir midir?”

“Ceza aldıktan sonra bellidir, “ dedim ve özellikle ağır cezalar verildiğini anlattım.

“Olsun, dedi, burada hapse girdin mi, ne zaman çıkacağın belli değildir. Canları ne zaman isterse, bir gün serbest bırakıverirler veya yıllarca yatarsın.”

Öyle anlaşılıyordu ki, 12 Eylül rejimi o zamanki Hafız Esad rejiminden daha demokratikmiş. Adama cevap veremedim, ne söyleyebilirdim ki?

İkinci olay toplumdaki korkuyu göstermek bakımından önemlidir.

Herkes her yerde Ihvancı (Müslüman Kardeşler taraftarı) görüyordu, nedeni de bırakın Ihvancılığı onlara yakın olduğundan şüphelenilenler bile ağır baskı görüyorlar ya da ortadan kayboluyorlardı.

Şam’dan hızlı otobüsle Lazkiye’ye gelmeme rağmen Bassit’e giden son otobüsü kaçırmıştım. Bir otele gittim. İngilizce konuştunuz mu itibarınız acayip yüksek oluyor. Otelci az buçuk İngilizce biliyordu, oda parasını ödedim. Odaya girdikten sonra dışarıdan konuşmalar duydum. Birkaç kişi otelciyle konuşuyordu. Arapça bilmiyordum ama konuşmada geçen “casus” kelimesinden hareketle otelciye “Bu adam casus mu?” sorusunun yöneltildiğini anladım.

Hemen çıktım. Otelciye soru soran birkaç genci göstererek, “Bu geri zekalılara söyle, casus olmak için önce o ülkenin dilini bilmek gerekir” dedim. Otelci İngilizce olarak “Tamam söylerim,” dedi. Odaya döndüm, ardımdan otelci gençlere fena bağırmaya başladı. Ne söylediğini anlamıyordum ama tahmin edebiliyordum.

Suriye böyleydi, korku dağları bekliyordu…

 

Esad rejiminin gerçekte ne olduğunun ortaya çıkmasında katkımız oldu; sonuca ulaştık, gerisi o kadar da önemli değildir.