Avrupa Birliği'nde yeni adım Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 23 Ocak 2019 07:12


Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile Almanya Başbakanı Merkel Aachen’da iki ülke arasında 56 yıl önce imzalanmış Elysee Antlaşmasını güncellediler ya da genişlettiler. Avrupa Birliği’nin (AB) eksenini Almanya-Fransa’nın oluşturduğu, bu eksenin –en azından- Avusturya ve Benelüks ülkelerini de yanında tuttuğu biliniyordu. Bu durumda yeni bir antlaşmaya neden gerek duyuldu?

Bunun önde gelen nedeni, Fransa-Almanya ekseninin beklenildiği kadar gelişmemiş olmasıdır. Tarihleri boyunca birbirleriyle savaşmış olan bu iki ülke –Napolyon’un Almanya’yı işgalini ve iki dünya savaşını hatırlamak yeterlidir- AB içinde eksen oluşturdular. İngiltere ise Birlik içinde yıllardan beri güvenilmez bir ülkeydi ve de Gaulle’ün vetosu nedeniyle yıllarca üye olamamıştı.

Almanya-Fransa ekseni durduğu ve hatta güçlendiği oranda AB’nin geleceği olacaktı.

Her iki ülkede de yükselen aşırı sağ akımlar (Fransa’da Ulusal Cephe, Almanya’da AfD) Birlik’in geleceği için tehlikeli görüldü. Ulusal Cephe Fransa’da en büyük parti durumundadır ve ancak iki aşamalı seçim sistemi sayesinde kurumlarda gücünün çok altında temsil edilmektedir. Bu parti Fransa’nın AB üyeliğine karşıdır.

Benzer bir durum AfD için de yumuşak olarak gündeme geldi. Parti, AB’de reform yapılmazsa Almanya’nın ayrılması talebini savunacağını açıkladı.

AB’de reformdan anlaşılan, AB’nin daha ileri bütünleşmesinin engellenmesi ve ulusal devletlerin bağımsızlıklarının artırılmasıdır. AfD’nin talebinin iki nedenle şansı bulunmuyor.

Birincisi; Almanya halkı, Fransa halkından daha yüksek oranda AB yandaşıdır.

İkincisi ise, Almanya AB’nin patronu, kararların başlıca belirleyicisi durumundadır ve bu nedenle de daha ileri bütünleşmeyle ulusal bağımsızlığını en az kaybeden ülkedir.

Fransa’da Sarı Yelekliler muhalefet hareketinin ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizden Almanya’yı da sorumlu tutması hiç de uzak ihtimal değildir.

Bu durumda Elysee Antlaşması’nın yeni işbirliği alanlarına genişletilmesi, her iki ülke içinde de güçlenen AB karşıtlarına karşı atılmış bir adım olarak görülebilir.

Yapay zeka araştırmaları ve ortak silahlı gücün geliştirilmesi konularında yeni adımlar atılması, iki ülke halkının daha fazla yakınlaşması gerçekleşmeyince sınırlı öneme sahiptir. Otuz yıl kadar önce iki ülke insanlarının birbirlerinin dilini görece yüksek oranda öğrenmesi geride kalmış, Almanca öğrenen Fransızların oranı yüzde 15’e kadar gerilemiştir. Bu oranda olmasa bile benzer bir gerileme Almanya için de geçerlidir. İki ülke arasında öğrenci değişiminin hızlandırılması, ortak teknik okullar açılması gibi projeler bu gerilemeyi engellemek içindir.

İngilizcenin uluslararası dil olarak rakipsizleşmesinin yanı sıra İspanyolcanın yükselişi Fransızların Almancayı ve Almanların da Fransızcayı öğrenmesini yavaşlattı.

AB’nin farklı bir güç odağı olarak büyümesi ABD tarafından iyi karşılanmayan bir gelişmedir. Trump’ın ABD hegemonyasının güçlendirilmesi için hedef seçtiği rakiplerden birisi Çin ise diğeri de AB’dir. İngiltere eskiden beri ABD yandaşıdır ve ekonomik gücü eskisine göre zayıfladığı için AB’den ayrılması büyük sorun oluşturmayacaktır. Finans merkezi olan Londra’daki çok sayıda büyük firma merkezini AB ülkeleri kentlerine taşımaktadır.

ABD’nin AB içindeki önemli diğer müttefiki Polonya’dır. Bu ülke ekonomik olarak Almanya’ya bağımlı olmasına karşın tarihsel nedenlerle Almanya ile Rusya arasında kalmaktan çekinmektedir. Polonya yıllarca Prusya ile Çarlık Rusyası arasında bölünmüş bir ülkeydi.

AB’nin zayıflıklarını törpülemesi her durumda ABD karşısındaki güçlerin gelişmesi anlamına gelir. (Buradan anti emperyalizm çıkarmamak gerekir, ilgisi yoktur.) Rusya Federasyonu’nun (RF) Almanya’nın ve AB’nin güçlenmesini desteklemesi, ABD’nin RF ile Almanya arasındaki büyük gaz boru hattının yapımından rahatsızlık duyduğunu açıkça göstermesi bu nedenledir. Almanya’daki ABD elçisi bu boru hattının yapımına katılan firmaların kara listeye alınabileceğini açıklaması rahatsızlığın boyutunu gösteriyor.

Avrupa ülkelerinde sol güçler zayıftır ve hiçbir önemli sol parti AB’ye karşı değildir. AB’nin demokratikleşmesi gerektiğini, “sosyal AB”yi savunuyorlar ama bu konuda önemli adım atılabildiği söylenemez.

Mayıs ayında yapılacak Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerinden kısa süre önce yapılan Aachen Antlaşması bu seçimde oylarını artırması beklenen AB karşıtlarına karşı mesaj olarak da okunabilir.