Kadın ve sosyalizm Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 14 Nisan 2020 15:21


Bir dergi için beyin felsefesi konusunu yazarken siteye de bir yazı yazayım dedim. Bir arkadaş sosyalist ülkelerde kadının durumuyla ilgili araştırma sordu ama bildiğim kadarıyla Türkçede bulunmuyordu. Bizde hala August Bebel’in Kadın ve Sosyalizm kitabı okunur. SSCB’de 74 yıl, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinde 45 yıl süren reel sosyalizmde kadının durumu ne oranda değişti, bununla ilgilenilmez. Sosyalizm öncesinde yazılmış teori vardır ve bunun okunmasıyla yetinilir; bu teori pratikte ne kadar hayata geçirilebilmiştir, bununla ilgilenilmez. Bu kafa yapısındaki insanlardan, reel sosyalizmin dağılmasının ardından 30 yıl geçtikten sonra bile hala bu kafa yapısında bulunan insanlardan, sosyalizmin geleceği için bir şey beklenmez. Onlar için gelecek yoktur. 100 yıldan fazla süre önceki teorileri “sosyalizmde böyle olacak” diye tekrarlarlar.

Reel sosyalizmde kadın konusunu inceleyen bir araştırma bildiğim kadarıyla başka dillerde de bulunmuyor, belki vardır, ben bilmiyorumdur. Bunun yerine kadın konusunu toplumsal değişim içinde inceleyen araştırmalar vardır (Türkçede değil tabii). Değişik yayınevleri gereği bulunmayan kitapları çevirirken bunları çevirmiyorlar çünkü öğrenecekleri kendilerini de korkutuyor.

Önce genel gelişmeyle başlayayım…

Bütün reel sosyalist toplumlarda kadının konumu önemli oranda değişti, gelişti. Şu veya bu eksiğin bulunması bunu değiştirmez. Kadınlarda okuma-yazma oranı yükseldi, iş hayatına atıldılar, boşanmak kolaylaştırıldı, çok sayıda ülkede kürtaj yasallaştı ve daha sayılabilir. Kadınlar bu değişimi büyük oranda reel sosyalizme borçludurlar, kapitalizm koşullarında daha beklerlerdi. Ek olarak şunu da belirtmek gerekir; bazı kapitalist ülkelerde kadın haklarındaki gelişme, reel sosyalist toplumlarda böyle olduğu için gerçekleşti. Mesela Batı Almanya’da kürtajın serbest bırakılması, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde bu yapıldıktan sonra yasallaşacaktı. Kadınların bu konuda önemli mücadelesi vardı ama kürtaj yasaklanmıyordu; DAC yapınca, onlar da yaptılar.

Kadınların konumundaki önemli gelişmelere rağmen reel sosyalizm sonuçta erkek toplumu olarak kaldı; ama bu erkek toplumu, devrim öncesindeki erkek toplumu gibi değildi.

Burada şu konu önemle belirtilmelidir: devrim sonrasındaki toplum yepyeni bir temel üzerinde kurulmaz, önceki toplum üzerinde kurulur. İktidar değişmiş, burjuvazi devrilmiş, büyük üretim araçlarında özel mülkiyet kaldırılmıştır ama toplumsal alışkanlıklar durmaktadır ve yıllarca az değişerek duracaklardır. İnsanın değişmesini sağlamak, bu alışkanlıkların nasıl değiştirilebileceğini bilmek demektir.

Her ülkede bu konuda adımlar atıldı, çaba gösterildi ama somut olarak Bulgaristan’ı ve bir oranda da SSCB’nin merkez bölümünü yani Rusya’yı biliyorum. DAC hakkında da bilgim bulunuyor. DAC’yi daha ayrıntılı öğrenebilirim aslında ama fırsat bulamadım. Bu konuda mutlaka fazlasıyla yayın vardır.

En iyi bildiğim Bulgaristan’dan başlayayım…

Bulgaristan devrimden önce az gelişmiş kapitalist bir ülkeydi. Büyük toprak sahipliği azdı, yarı feodal bir ülke değildi, bir küçük köylü ülkesiydi. Bulgaristan’da küçük köylülük sayıca çok az proletaryaya göre devrimde ve sonrasında önemli rol oynar. Komünistler Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ikinci güçlü parti durumundaydılar ve onlara bunu sağlayan küçük köylülüktü; ardından yasaklandılar.

Bulgaristan’ın Çarlık Rusya’sının aksine yarı feodal değil bir küçük köylü ülkesi olması, kolektifleştirmede zorlayıcı önlemlerin daha az kullanılmasını da açıklar.

Kırsal alan sosyalist düşünceye yakın bile olsa toplumsal ilişkiler bakımından kenttekilere göre daha tutucudur. Mesela kadınların eğitim görmesi ve iş hayatına atılması köylerde hoş karşılanmamıştır. Kadının yeri evidir, böyle alışılmıştır. Zamanla özellikle şehirleşmenin gelişmesiyle birlikte bu düşünce kırılır.

Bulgaristan Komünist Partisi de geneldeki bu anlayışı dikkate alarak hareket eder ve hatta ileriye de gider: evlilik dışı çocuk sahibi olmaya karşı çıkar, keza evlilik öncesi kadın-erkek birlikteliğini de 1960’lı yılların sonuna kadar hoş karşılamaz hatta ceza verir.

Sonraki yıllarda ise partinin politikası dönüşür. Partinin kadın örgütlenmesi sözcüsü kadın, kadının başlıca işinin çocuk yetiştirmek olduğunu, en az iki çocuk doğurarak bunları sosyalist normlara göre yetiştirmesi gerektiğini savunur.

Burada belirtmek gerekir; kadınlar adlı genel bir özne yoktur, tıpkı erkeklerde olduğu gibi. Hangisi, diye sorulması gerekir. “Kadınlar genel olarak iyidir, erkekler kötüdür” anlayışı bir erkek fantezisidir. Erkekler en kötü politikaları uygularken fazlasıyla kadın yandaş bulabilmişlerdir.

Romanya’da Devlet Başkanı Çavuşescu iken, başkan yardımcısı da eşi Elena idi. Önemli bölümü parti içinde yer alan muhalefet Romanya halkının 1980’li yıllardaki durumundan özellikle bu ikisini sorumlu tutar.

SSCB bir yandan erkek egemen bir ülkedir, SBKP Politik Bürosunda çok az kadın yer almıştır ve aynı ülkede kadınlar oldukça serbest davranırlar. Bunu zamanın romanlarında görebilmek mümkündür. Keza 16-17 yaşında askerlik şubelerine ısrarla başvurarak savaşa katılan kızlar örneğinde de görmek mümkündür.

Hem Bulgaristan hem de Rusya’da aile bağları çok güçlüdür. Devrim öncesinden gelen bu özellik sonrasında da sürer. SBKP’nin teorisyenleri bunu kırmak için çok uğraşırlar ama pek başarılı olabildikleri söylenemez. Teorisyen deyince bunu marksist-leninist yazıları tekrarlayanlar olarak anlamayın; bu az gelişmişlik göstergesidir. Mesela mimarlar vardır; kolektif hayatı geliştirmek için nasıl bir mimari uygundur, sorusuna cevap ararlar.

Kreşler açılır ama ev işi sonuçta yine büyük oranda kadına kalır. Bu Bulgaristan’da da böyledir.

1987 yılının Ekim ayında devimin 70. yılı kutlamalarına katılmak üzere Moskova’da bulunuyordum. İngilizce bilen birkaç kadınla konuşup durumlarını sormuştum. Bir gün önce yapılan büyük toplantıda Çin ve Arnavutluk’u saymazsanız neredeyse bütün dünya komünist hareketi ve o yıllarda ilerici sayılan kuruluşların temsilcileri vardı. Toplantıya katılan yaklaşık 200 kişiden en fazla 20 tanesi kadındı. Yeşiller’den Jutta Ditfurth toplantıda yaptığı konuşmada, “Burada daha çok kadın bulunmasını isterdim” demiş ve bu söz ertesi günkü gazetelerin birinci sayfasında yer almıştı. Konuştuğum birkaç kadın da Jutta’nın bu sözünü çok beğenmişlerdi ama biraz konuşunca durumun umutsuzluğu da anlaşılıyordu. Mesela yaşlılar için bakım evleri yapılmıştı ama çoğu boş duruyordu. Neden, diye sordum. Rus kültüründe yaşlıyı bakımevine göndermek ayıp sayılırmış. Bu durumda karı-koca, çocuklar, büyükanne ve büyük baba birlikte yaşıyor ve üç neslin kaçınılmaz olarak dar bir alandaki işlerinin büyük bölümü de kadına düşüyordu.

Devrimin üzerinden 70 yıl geçmişti ama bu tür konular kararnamelerle yürümüyordu.

Reel sosyalizmde kadının konumundaki değişim, genel toplumsal değişimin içinde düşünülmelidir. Bunun dışından bakarak özel olarak kadının konumundaki değişimi ve sorunları anlamak mümkün değildir.

Unutulmaması gereken önemli bir noktayı yeniden belirteyim: reel sosyalist ülkelerde de erkeklerin ayrıcalıklı konumunu savunan epeyce kadın vardır. Bunu erkekleri yüceltmek için savunmazlar ama savundukları sonuçta buraya çıkar.

Kadın çalışıyor olsa bile asıl görevi anneliktir ve çocuklarını sosyalist normlara uygun yetiştirmektir gibi…

Bulgaristan’da Komsomol üyesi kadınlarda evliliğin ardından kitap okuma oranındaki azalmayla ilgili araştırmayı burada aktarmayacağım, anlaşılmıştır sanırım.

Bulgaristan Komünist Partisi yıllarca her konuda araştırma yapıyor ama gerçeği bilmekle onu istediğiniz oranda değiştirebilmek farklı şeylerdir.