Dünya devrimi seyyahları Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 04 Mart 2021 23:06


Komünist Enternasyonalin küresel tarihini aktörler temelinde anlatan Reisende der Weltrevolution adlı 600 sayfalık kitabın yarısını geçtim sayılır. Küresel bir örgütlenmeye sahip olan III. Enternasyonal’de 1920’li yılların başlarına kadar Avrupa devrimi bekleniyor ve çabalar da ağırlıkla buna yöneliktir. Olmayacağı anlaşılınca sömürge ve yarı sömürge ülkelerde anti emperyalist bağımsızlık mücadelesinin desteklenmesi öne çıkıyor. Vietnam, Çin, Hindistan ve sayılabilecek diğer ülkelerde komünist partilerinin kuruluşu bu dönemde gerçekleşiyor.

Dikkati çeken dört nokta bulunuyor.

Birincisi; başlıca sömürgeci ülkelerin (İngiltere ve Fransa) komünist partilerinin sömürge sorununa yönelik ilgisizliğidir. İngiltere’de komünist hareket zayıf ama Fransa’da güçlüdür, yine de partinin konuya ilgisi –III. Enternasyonal’in ısrarına rağmen- zayıftır. Bunun başlıca nedenlerinden birisi birleşik cephe çalışması yürütülen sosyal demokratların konuyu duymak bile istememesidir. Bahsedilmeyen ama varlığı bilinen diğer neden de parti tabanının önemli kesiminin sömürgeciliği destekliyor olmasıdır.

Bunu 30 yıl kadar sonra Cezayir kurtuluş savaşı sırasında da göreceğiz. Gittikçe şiddetlenen savaşı bastırmak için Fransa hükümeti Cezayir’e yeni bir sömürge valisi atar ve Meclis’te Fransız Komünist Partisi de bu atamaya onay verir. Gerekçeleri, halkın böyle istiyor olmasıdır ve bu doğrudur. Frantz Fanon’un deyimiyle “Fransa’nın parçası olarak görülen talihsiz sömürge Cezayir’in” ayrılması istememektedir.

Değişik sömürge ve yarı sömürge ülkelerin daha sonra tanınacak devrimcileri metropollere gelerek eğitim görürler. Birisi Ho Chi Minh’tir. Çin Komünist Partisi’nin Mao’dan sonraki lideri Deng Xiaoping de bir dönem Fransa’da çalışacaktır.

Sömürgecilik merkezlerinde alınan bütün önlemlere rağmen sömürgecilik karşıtı hareket örgütlenir. Örgütlenenler sömürgelerden değişik nedenlerle gelenlerdir.

İkincisi; sömürge ülkelerin devrimcileri için Avrupa’da en önemli merkez Berlin’dir. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Almanya zaten az olan sömürgelerini kaybetmiştir. Ek olarak, savaş sırasında Hindistan’daki bağımsızlık yanlılarını, “düşmanın düşmanı dostumdur” anlayışıyla İngiltere’ye karşı desteklemiştir. Berlin, SSCB için iyi örgütlenilmiş bir merkez konumundadır. Almanya Komünist Partisi’nin birkaç yıl önceki bastırılan devrime rağmen halen güçlü olması, Rusya’ya yakınlık ve arada iyi demiryolu ulaşımının bulunması diğer tercih nedenleridir.

Karl Schlögel’in Das Russische Berlin adlı 650 sayfalık büyük boy kitabını yarısına kadar okumuştum, dönüp bitirmem gerek. Bu kadar ayrıntılı araştırma yapılabilir. Moskova-Berlin arasındaki tren saatlerinden Rus yayınevlerine, Rusça gazetelerden kulüplere kadar kente geniş bir Rus örgütlenmesi bulunuyor ve Nazilerin iktidara geldiği 1933’e kadar sürüyor.

Berlin’de Enternasyonal’in dış bürosunun güçlü örgütlenmesi bulunmakla birlikte kentte bulunan her Rus devrimci değil. 1917 devriminden kaçarak bu kente gelen Ruslar da bulunuyor.

Tarih boyunca Almanya ile Rusya düşman da olsalar dost da olsalar Berlin Ruslar için önemli bir merkez oluyor.

Üçüncüsü; III. Enternasyonal’in kadroları arasında ve bunlarla bulunulan ülkenin komünist partisi kadroları arasında kadın-erkek birliktelikleri yoğun olarak bulunuyor. Ayrılmalar, eş değiştirmeler, uzaklaşıp bir daha görüşmek fırsatı bulamamalar yaşanıyor. Kadın-erkek ilişkisi oldukça serbest ve kimse için de sorun olmuyor. Çok sayıda sevgili değiştiren kişilerden birisi Dimitrov.

Komünist harekette kadınlar eşleri üzerinden tanımlanıyorlar. Kadın da faaliyet içinde aktif olarak bulunsa bile erkeğin konumunu kaybetmesi kadını da faaliyetindeki etkinliğinden bağımsız olarak doğrudan etkiliyor. Komünist hareket kadın-erkek eşitliğini teorik olarak kabul ediyor, cinsler arasındaki ilişki oldukça serbest ama tamamı iyi eğitim görmüş bu profesyoneller arasında erkeklerin etkinliği yine de ağır basıyor.

Bu etkinlik kadın sayısının çok az olduğu sömürge ülke devrimcileri arasında özellikle görülebiliyor.

Son olarak; sosyalist hareketteki genel özellik, sadece örgütler arasında değil aynı örgüt içinde de –aynı düzeyde olmasa bile- çekişme yaşanıyor. Bu çekişmeyle polis tarafından sürekli izlenmek, sık yer değiştirmek zorunda kalmak, yakalanınca tutuklanmak ya da sınırdışı edilmek, bu ay burada gelecek ay başka bir ülkedeki faaliyet içinde olmak zorunda kalmak birleşince insanlar çabuk yıpranıyorlar.

Enternasyonal’in sömürge ülkelere yönelik faaliyetinin merkez koordinatörü olan Hindistanlı Roy her ülkede İngiliz polisi tarafından izleniyor ve faaliyeti engellenmeye çalışılıyor. İngiltere’ye zaten gidemiyor, Fransa’dan sınırdışı ediliyor, Berlin’de kalıyor, burada da yakalanıyor. İkide bir Moskova’ya gidip gelmesi gerekiyor ve aynı yoğunlukta olmasa bile faaliyette yer alan ABD’li eşi –daha sonra ayrılıyorlar- “yoruldum artık” diyor.

Kadın ABD’ye döndüğünde de sosyalist faaliyeti sürdürüyor ama yorulmakta haksız da değildir.

1920’li yıllarda III. Enternasyonal’in sömürge ve yarı sömürge ülkelere yönelik çalışmasında önemli bir koordinatör olan, Hindistan Komünist Partisi’nin kurucuları arasında bulunan M. N. Roy ise sonraki yıllarda Stalin ile zıtlaşacak ve Enternasyonal’den atılacaktır.

Oldukça zeki ve enerjik bir insan olarak bilinen Roy gittiği her ülkede iş yapmış. Mesela Meksika Komünist Partisi’ni kuranlardan birisidir. Bu nedenle dönemle ilgili her kitapta uzunca yer alır.

Roy, Birinci Doğu Halkları Kurultayı’nda ulusal burjuvaziyle ittifak kurulması gerektiğini savunan Lenin’e itiraz eden kişidir. Lenin’in tavrı, “bunları yaz” şeklindedir.

Lenin sonuçta –Marx ve Engels gibi- dünyanın büyük sömürgeci devletlerinden birisinin insanıydı ve sömürge bir ülkeden gelen aktif bir sosyalistin görüşlerini –kendisininkine ters bile olsa- dinlemiştir.

Ulusal burjuvazinin kaypaklığı konusunda Roy haklı çıkacaktır.

Almanya’nın İngiliz sömürgeciliğine karşı oldukları için Hint ulusal kurtuluşçularını desteklemesi, anti emperyalist mücadelede başka bir emperyalist ülkeden pekala yardım alınabilmesinin o yıllarda bile mümkün olduğunu gösteriyor.

Hindistanlı sosyalistlere ve bağımsızlıkçılara kendilerine görece serbestlik tanıyan ve bazen da destek olan Almanya ile neden iyi ilişkileri olduğunu soran olmuyor. Almanya da emperyalist ama İngiltere değil ve neden olmasın?

 

Bu tür kitaplar –görece yenidirler- olaylar ve teoriler temelinde değil de kişilerin faaliyetleri ve ilişkileri temelinde yazılan tarih kitaplarının önemini gösteriyor. Tarihi yapan kişilerdir ama sosyalist tarih hep büyük isimler çerçevesinde kalınarak anlatılmıştır. Lenin, Stalin, Troçki ve diğer birkaç kişi çerçevesinde kalırsanız Roy’a sıra gelmez ama bu kişi olmadan da 1920’li yıllarda sömürgecilik karşıtı hareketin örgütlenmesi yeterince anlatılamaz.