Erdemli yıllar Yazdır


Daha önce aktardığım kitap tanıtımı ile aşağıdaki tanıtım Yazın’ın aynı sayısında arka arkaya yer alıyorlar. İlkindeki anlatım eksikliğini bu kez fazlasıyla düzeltmişim.

İlk siyasi sürgünlerden olan Erdem Buri Paris’te Pere Lachaise’de yatıyor. Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’nın da mezarlarının bulunduğu küçük bir kasaba kadar olan mezarlıkta…

Hatırlayan var mı TİP’in 1965 seçiminde seçim şarkısını yazan Erdem Buri’yi? Yoktur…

Bari bundan sonra o mezarlığa gidenler Erdem Buri’nin mezarını da sorup bularak ziyaret etsinler…

 

 

Erdemli Yıllar, Tülay German, Bilgi Yayınevi, 1996, 174 s.

 

   Yaşları 40 civarında olanlar “Burçak Tarlası“nı hatırlarlar. Türkiye’deki yayın dünyasını iyi izlememe karşın Tülay German’ın kitabının çıktığını bilmiyordum. Görür görmez aldım. Birkaç yerinde daha fazla okuyamayıp bıraktım. Anlatımı kötü olduğu için değil; yazılanlar dokunduğu için.

   Daha ilk sayfalarda bir tanıdıkla karşılaştım: Oktay Sinanoğlu. German’ın çocukluk aşkı, benim de ODTÜ’de yüksek lisans yaptığım bölümün kurucusu. 1970’li yıllarda kafa yapısı olarak sağcı ama bilime açık birisiydi. Sinanoğlu ABD’de 29 yaşında profesör olmuş ve adı bilim kitaplarına “çok elektron teorisi“nin kurucusu olarak geçmiştir. İlginç bir ailedir. Dört kardeş; üçü erkek ve hepsi değişik alanlarda profesör, kız kardeş ise Esin Afşar.

   Tülay German, 1960 yıllarının Türkiyesinde bağımsız ve yerleşik normlara açıkça karşı olan bir kadın. Evlenmeyi, erkeğin herşeyine karışmasını istemiyor. O yıllarda bu ancak büyük kentte ve belirli bir çevrede olabilirdi. Tülay German’ın ilk büyük şansı o çevrenin yakınında olmasıdır. Bir çıkış yeri var ve çıkmaya cesaret ediyor. Hayatındaki ilk erkek, Mario, “hem gâvur hem çalgıcı“ olması nedeniyle, babasının nüfuzlu dostlarının marifetiyle sınırdışı ediliyor. Yine de yoluna devam ediyor German. Bir başkası daha var, o da herşeyine karışmaya başladığından fazla dayanamıyor. Ardından, 1962’de 27 yaşındayken, “hayatımın şansı“ dediği Erdem Buri ile karşılaşıyor.

   Erdem Buri’yi tanımlayacak en iyi söz herhalde “Türkiye’nin evinden geçtiği adam“dır. O dönem Türkiyesinin başlıca bütün aydınları ve sanatçıları sık veya seyrek O’nun evine gelirler. Tülay German’ın kitabının ikinci bölümü, sahne hayatında ve şarkıcılıkta kendini geliştirmesinin ve büyük bir aşkın anlatımıdır.

   Büyük aşk nasıl anlatılır? Yaşam öyküsü içinde arada bir ortaya çıkan birkaç cümleyle.

   “Her gece Erdem’e telefon ediyordum. Artık açık açık ilanı aşklardan sonra, o geceki programım hakkında rapor veriyorum.“

   Tülay German, Erdem Buri’yle evlenmez. Ailesi karşı çıkar bu duruma.

   “Şimdi gel de anlat anneanneme. Torunun asi, mutsuz ve bitki gibi yaşıyordu. Şimdiyse rahat, mutlu, sorumlu, dünyaya açık ve ciddi manada güvenilir bir insan oldu de… (…) Erdem’le Tülay neyle uğraşıyorlar, bizim aile neyle!...“

   “21 Aralık gecesi, Erdem’le İstanbul’daki bütün gece kulüplerini gezip, sabahın dördünde Suadiye’deki evime döndüm. (German önceki sayfalarda kendisinin tam bir sokak kedisi olduğunu, Buri’nin ise sinema ve tiyatrodan başka yere gitmediğini anlatır).

Kapıdan girer girmez kedim karşılar. Baktım, bizim ’Minnoş’ yok ortalarda!... Bir saat evin, bahçenin her yerini aradım. Yok… Yok…

   Hizmetçi uyandı:

   “Anneniz sokağa attı kediyi,“ dedi.

   Deliye döndüm.

   Mahallenin bütün sokaklarında, komşuların bahçelerinde Minnoş kediyi aradım. Yok oğlu yok…

   Eve döndüm. Telefonu açtım: 36 02 79…

   “Erdem gel… Bu evden beni kurtar…“ dedim.

   Çıkış o çıkış!...“

   Erdem Buri TİP’in ilk üyelerindendir. O’nun sözlerini yazdığı “Yarının Şarkısı“ TİP’in 15 milletvekili çıkardığı 1965 seçiminde mitinglerinde çaldığı şarkıdır. Ardından Selahattin Hilav’la birlikte çevirdiği “Marksist Düşüncenin Temel Meseleleri“ kitabı nedeniyle 15 yıl hapsi istenir. Biraz bu nedenle biraz da müzikte dünyaya açılmak için Paris’e giderler.

   “Bugün Fransa’da saygı duyulan bir Madam Tülay German oldumsa, bunu yalnız ve yalnız Erdem Buri’ye borçluyum. Böyle konuştuğum zaman çok kızardı bana:

   ’Sende yetenek varmış. Ben, yardım ettim o kadar. Senin yerinde başka biri olsaydı, bunları gerçekleştiremezdim,’ derdi.

   İstediğini söylesin.

   Ben, Erdem Buri’yi tanımadan önceki Tülay’ı da biliyorum, bugünkü Tülay German’ı da…“

   Bir adam bir kadın yaratır ve yarattığına aşık olur, kadın da kendisini yaratana. Hepsi bu mudur, olmaması gerek. German yazdıklarında kendisinin Buri’ye neler verdiğini anlatmıyor. Bunları belki de Buri’nin anlatması gerekirdi. Böyle bir aşk birbirine sürekli birşeyler vermeden mümkün değildir, bu tek taraflı olamaz.

   Buri haklıdır yine de. Karşındakine vermek yetmez, onun da alabilecek durumda olması gerekir. Öğretmek yetmez, karşındakinin de öğrenebilecek durumda olması gerekir.

   “Bütün dostlarıma, Erdem’in beni sevdiği kadar sevilmelerini diledim hep. Ama çok içten, yürekten.

   Şu sevgisiz, avantanın, paranın kral olduğu dünyada, sanki başkalarının payına düşen sevgiyi de ben almışım gibi bir his duyup, utanmışımdır zaman zaman (…)

   Erdem’le Tülay’ın 30 yıl boyunca her geçen azalmak şöyle dursun, büyüyen aşkını olaylarla anlatmak çok kolay olurdu.“

   Büyük aşk aynı zamanda büyük dostluktur, zaten o olmadan olmaz.

   “Yahu!... Önce dost olmak lazım… Ben, Erdem’le otuz yıl dünyanın en büyük mutluluğunu yaşadımsa, bunu ilkin aramızdaki dostluğa borçluyum.“

   Kitaptaki en kısa ve en güzel bir cümle ise aşkla ilgili değildir. Tülay German o cümlenin söyleneceği birisidir. Zaten o sözü derinden anlamayanın büyük bir aşkı yaşaması da mümkün değildir.

   “O günlerden hatırımda kalan bir söz vardır. Bir plak şirketi sahibi olan Mochè Naim’in bir sözü.

   Eve tebrik etmeye gelmişti. Sarıldı, yanaklarımdan öptü. Sonra:

   ’Artık ölebilirsin!...’ dedi.

   ’Niye Mochè?’ dedim.

   ’Bu ses, bu yürek kaydedildi artık. Kaybolmayacak. Önemli olan o…’ dediydi.“

   Kendisinin de belirttiği gibi, çok şanslı bir insan Tülay German. Henüz yaşarken, “artık ölebilirim“ duygusuna ulaşabiliyor. O’nu bu duyguya getiren başarı ise yaşadığı büyük aşkla içiçe, onun bir sonucudur.

   İnsan başka ne isteyebilir ki?

   Erdem Buri, 2 Ocak 1993’de Paris’te öldü. Pére Lachaise mezarlığında yatıyor.

   “Sonra… Erdem’in şarkılarını söyledim. Nazım Hikmet’in şiirleriyle.

 

   Yeryüzüne tohum gibi saçmışım ölülerimi

   Kimi Odesa’da yatar, kimi İstanbul’da Prag’da kimi

   En sevdiğim memleket yeryüzüdür

   Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi.

 

   Nil Yalter ağlıyordu.

   Ve… Hayatımda en sevdiğim varlığın üzerini yeryüzüyle örtüyorlardı.“

 

   Tülay German hayatının şansıyla karşılaşmış. Karşılaşabilmek için önce karşılaşılabilecek yerde olabilmek gerek. Orada olmuş. O da yetmiyor. O şansı değerlendirebilmiş. “Hayatın ona verdiği en büyük hediye Erdem Buri“ ile sevdiği uğraşı bütünleşmiş. Bu bütünlük içinde başka bir insan olmuş. Büyük bir sevgiyi yaşamış, başarmış ve daha yaşarken o duyguya ulaşabilmiş…

   İnsan başka ne isteyebilir?

 

 

Avrupa ve Türkiye’de Yazın, Sayı 73, Kasım 1996