Doğa bilimleri ve bilinçdışı Yazdır


            Başlık şaşırtıcı görülebilir. Bilinçdışı (sık sık bilinçaltı ile aynı anlamda kullanılır) ile doğa bilimlerinin ne ilişkisi olabilir? Bilinçdışı sosyoloji ve psikolojinin konusudur. Doğa bilimlerinden özellikle fizik ve kimya ile nasıl bir ilgisi olabilir?

            Beyin, yıllardan beri doğa bilimlerindeki araştırma konularından bir tanesidir. Bu alana bazen nöroloji bazen da daha açıklayıcı bir tanımlamayla, beyin araştırmaları, denilmektedir. Beyinle ilgili hastalıklar ve bunların tedavisi konularında önemli gelişme sağlanmış ve bu birikim temelinde yıllardan beri felsefenin alanı olan akıl felsefesi (philosophy of mind); özgür irade, madde-ruh ikilemi gibi konularla beyin araştırmaları alanına da girmiştir.

            İnsan nasıl karar verir? Kararın beyindeki fiziksel ve kimyasal değişimle ilişkisi nedir gibi sorular yeni sayılabilecek bir bilim dalı olan beyin araştırmalarının kapsamına da girmektedir.

            Burada özellikle çevirilerde kullanılan terimle ilgili sorun bulunuyor. Ne zaman bilinçaltı ne zaman bilinçdışı? Almancada Unbewusst (bilinçdışı, bilinçsiz) ve Unterbewusst (bilinçaltı) terimleri bulunuyor. İlki Türkçeye sık sık bilinçaltı olarak da çevriliyor. Bu iki terim birbiriyle yakından ilgili ve hatta iç içe geçmiş olmakla birlikte, aynı zamanda birbirinden ayrıdır. Bilinçaltına kişi kendisi ulaşamaz. Bilinçaltına ulaşmanın özel yöntemleri vardır. Bilinçdışına ise kişi tarafından ulaşılabilir, tümüyle olmasa bile ulaşılabilir. Mesela refleks bir çeşit bilinçdışıdır. Araba sürerken ortaya çıkan ani bir durum karşısında –iyi bir sürücü iseniz eğer- doğru manevra yaparsınız. Ne yaptığınızı düşünmezsiniz, ancak yaptıktan sonra ne yaptığınızı anlarsınız. Bilinçaltı da sık sık bilinçdışını değişik derecelerde etkiler.

            Bir bilim dalında uzman olanların farklı bir bilim dalından pek anlamamaları beyin araştırmaları konusunda da görülür. Bu araştırmacılar bilinçdışı ile bilinçaltını aynı anlamda kullanırlar. Genellikle üzerinde durdukları bilinçdışıdır, bilinçaltı değil. Bilinçaltının bilinçdışını etkilediği örneklerde de genellikle aynı kelimeyi (Unbewusst) kullanırlar.

            Doğa bilimleriyle bilinçdışı ilişkisi konusundaki araştırma ve tartışmalar Türkçede değil de İngilizce, Almanca ve muhtemelen başka dillerde de yapıldığı için, Almancadan yapılan çeviride terimlerin kullanımının yetersizliğini ve iç içe geçmişliğini belirtmekle yetineceğim. Almanca’da konuyla ilgili yazılarda Unbewusst (bilinçdışı) kelimesi kullanılmaktadır.

            Doğa bilimlerinin bilinçdışını –yeterlilikten uzak da olsa- somutlaştırmaya yönelmesi, insanlık tarihinin üç büyük devriminden üzerinde en az çalışılmış olanını daha anlaşılır kılacaktır.

            Burada söz konusu olan, insanın kendisiyle ilgili düşüncelerini sarsıcı olarak değiştiren Kopernik, Darwin ve Freud devrimleridir. İlki, yaşanılan gezegenin evrenin merkezi olmadığını göstererek, insanın kendisinde gördüğü merkezi role büyük darbe indirmiş; ikincisi, insanın evrim sonucu ortaya çıktığını göstererek, diğer canlılarla ilgisi bulunmayan apayrı bir varlık olmadığını göstermiş; sonuncusu ise, insanın kendi evinde bile egemen olmadığını bilinçaltının varlığıyla ortaya koymuştur. Bilinçdışı da yukarıda belirtildiği gibi ayrı ama bilinçaltı ile yakından ilgilidir.

            Beyin araştırmalarında beyindeki fiziksel ve kimyasal süreçler incelenirken bilinçdışının varlığına ve bunun sanıldığından daha yüksek etkinliğine ulaşmış olmaları; beklenmeyen bir gelişmeye, bilinçdışının doğa bilimlerinin de konusu olmasına yol açar. Bilinçaltı ise esas olarak psikolojinin konusu olmayı sürdürmektedir.

            Doğa bilimleri nedensellik ilişkisi ve ölçme demektir. Bilinçdışı konusunda felsefede yıllardan beri değişik görüşler savunulmuş, ama ölçme söz konusu olmamıştır. Beyin araştırmalarında tanınmış bir isim olan Benjamin Libet, kısa zaman öncesine kadar felsefenin tekelinde bulunan beyinle ilgili konuların artık spekülatif tarzda değil, doğa bilimlerinin yöntemleriyle, tekrarlanabilir ve doğruluğu kontrol edilebilir deneylerle inceleneceğini belirtir. (1) Libet’in konuyla ilgili Mind Time adlı kitabının alt başlığının “Beyin bilinci nasıl üretir?” olması söz konusu yaklaşım yönünden açıklayıcıdır.

            Beyinle ilgili olarak neyin araştırıldığını daha iyi anlayabilmek için, farklı bir konuya, beyin hastalıklarına kısaca değinmekte yarar vardır.

 

            BEYİN HASTALIKLARI

 

            Beynin küçük bir bölümünün tahrip olması (trafik kazası nedenlerden birisi olabilir) ve buna bağlı olarak bedenin bir bölümünün çalışamaz duruma gelmesi demektir. Beynin ve organların ilişkisi konusunda büyük ilerleme sağlanmış, beynin hasar gördüğü bölgeye göre bedenin nasıl etkilendiği konusunda, neden-sonuç ilişkisine dayalı açıklamalara ulaşılmıştır. Beynin bir bölgesindeki küçük bir kanama, görmekten organların hareketine kadar bedenin değişik bölümlerini etkileyebilir. Bu aksaklık önce ameliyat ve ardından da değişik terapilerle bazen büyük oranda düzeltilebiliyor. Beyindeki kanama sonucu bedeninin bir tarafını kullanamayan kişi, gerekliyse yapılan ameliyatın ardından değişik fizik tedavilerle büyük oranda düzelebiliyor. Beyinle bedenin bir bölümü arasında kopmuş olan ilişki yeniden kurulabiliyor. Bunu yapabilmek beyin konusunda ileri derecede bilgi sahibi olmakla mümkündür.

            Bir başka konu psikolojik hastalıklarla –şizofreni gibi- ilgilidir. Bu tür hastalıkların beyinde oluşan değişimle ilişkisi –beyindeki sıvıların bileşiminin ve aralarındaki dengenin değişmesi gibi- ortaya çıkarıldıktan sonra, ilaç tedavisi ve sosyal terapi yöntemleriyle olumlu sonuçlar alınmaya başlandı.

            Beyin kendisini değiştirebilen ve yeniden üretebilen bir organdır. Terapi yöntemleri ister öncelikle bedendeki iyi ya da hiç çalışmayan organa isterse insan psikolojisine yönelik olsunlar, beynin çalışmasını etkilemektedir.

            Beyinle ilgili olarak bu yazıda işlenecek konu, yukarıda anlatılanların dışındadır. Beyinde karar nasıl alınır, bilinçdışı nasıl oluşur ve bilinci nasıl etkiler gibi sorular konusunda, beyin hakkındaki büyük bilgi birikimine karşın, tartışmalar sürmektedir. Burada sorun, genel olarak bilincin beynin herhangi bir bölgesine değil, bütününe ait bir işlev olmasıdır. Öğrenmek, hatırlamak, karar vermek gibi zihinsel faaliyetleri de beynin herhangi bir bölgesine özgü faaliyetler olarak değerlendirmek mümkün değildir. Doğa bilimlerinin beyin hastalıkları ve bedene etkileri dışında, normal zihin faaliyetleri konusunda görüş sahibi olabilmesi için, bu faaliyetlerin doğa bilimi diline çevrilebilmesi gerekir.

            Elinizle, mesela Libet deneyinde olduğu gibi,  bir düğmeye basmaya karar verdiğinizde, beyin çok sayıda sinir hücresi aracılığıyla gerekli komutu zayıf bir elektrik akımıyla ilgili organa iletir ve el de istenilen hareketi yapar. Burada nasıl bir ölçüm yapılabilir? İnsan ne zaman karar veriyor ve elektrik akımı ne zaman oluşuyor? Aynı zamanda mı, yoksa farklı zamanlarda mı?

            Karar anını ancak insanın kendisi belirtebilir. Bunun dışında hiçbir yol yoktur. Beynin içini gözlemlemek, sinir hücrelerinin hareketini izlemek imkanı olsa bile, kararı göremezsiniz, nasıl verildiğini anlayamazsınız. Karar tıpkı hatırlamak, öğrenmek gibi özneldir. Bu öznelliği sadece ilgili kişi belirtebileceğine göre, deneyde denek insanın aktif rol alması kaçınılmaz olmaktadır.

            Burada konuyla ilgili yazan herkesin olumlayarak veya eleştirerek referans verdiği Libet deneyinden söz etmek gerekir.

 

            LİBET DENEYİ

 

            1970’li yılların sonlarında daha sonra kendi adıyla anılacak deneyi gerçekleştiren Benjamin Libet, öznel olanı –tartışmalı bile olsa- nesnel olana çevirmek başarısını gösterir. Libet, kendi adını taşıyan deneyin tarihsel gelişimini incelediği kitabında, deneyin iki temel sorusunu; beyindeki sinir hücrelerinin faaliyetleriyle, bilinçli-öznel algı ve bilinçdışı faaliyet arasındaki ilişki olarak belirler. (2)

            Deneyin karmaşık yapısına ve tarihsel gelişimine burada girmeyeceğim. Deney, basit olarak, iki faaliyetin ölçülmesi üzerine kurulmuştur: deneyde yer alan kişinin elini hareket ettirmeye karar verdiği (belirli bir zamanda verilmesi gereken değil, kendiliğinden bir karardır söz konusu olan) anı deneyi yapana bildirmesi ve beyinde ilgili karar için oluşan zayıf elektrik akımının (bu akımla kaslara hareket emri iletilmektedir) zamanının belirlenmesi.

            Değişik kereler yapılan deneyde kişinin karar vermesiyle (kararın bilincine vardığı an ile), beyinde kararla ilgili elektrik akımının oluşma anı arasında zaman farklılığı ortaya çıkmaktadır ve Libet deneyiyle ilgili yorumların neredeyse tamamının bu zaman farkıyla ilgili olduğu söylenebilir.

            Libet’in deneyle ilgili yorumuna göre, insan anı yaşadığını sanmakta, gerçekte ise yarım saniye zaman farkıyla geç yaşamaktadır. Şimdi sanılan gerçekte yarım saniye önceki şimdidir. Beyinde karar verilmesiyle ortaya çıkan elektrik akımının bilince yansıması için en az yarım saniye sürmesi gerekmektedir. Libet’e göre dış dünyanın algılanması da böyledir. Algının bilince çıkması için en az yarım saniye gerekiyor ve bu ise algılanan dünyanın yarım saniye önceki dünya olduğunu gösteriyor. Libet, bilinçdışının bilinçli olana göre daha hızlı gerçekleşip gerçekleşmediğini de soruyor.

            Libet deneyi, insanın bilinçli olarak verdiği kararda bile bu kararın daha önce bilinçdışında oluştuğunu göstererek (kararın verildiğini gösteren elektrik akımı, kararın bilincine varılmasından yarım saniye öncedir) bilinçdışının varlığını gösterdi. Ardından bedendeki çok sayıda fonksiyonun bilinçdışında gerçekleştiği konusuna geçildi. Kan dolaşımı, enzimlerin faaliyetleri, kalbin çalışması gibi beden için hayati önemde olan çok sayıda faaliyet bilincinde olunmadan gerçekleşiyor. Bunlarda herhangi bir aksaklık ortaya çıktığında bedenin alarm vermesi üzerine durumun bilincine varılıyor.

            Bilinçdışının varlığı ve insanda bilinçli olandan daha büyük yer tutması, “bilinçli olan ne kadar bilinçlidir?” ya da “insan ne kadar özgürdür?” gibi yıllardan beri felsefenin alanında gerçekleşen tartışmanın, bu kez doğa bilimlerini de içine alarak sürmesine yol açtı.

           

            İNSAN ÖZGÜR MÜDÜR?

 

            İnsan özgür müdür yoksa kendini özgür mü sanmaktadır ya da insan ne oranda özgürdür? Libet deneyi bu konuda yıllardan beri yürütülen tartışmayı yeni bir düzeye taşıdı. İnsan özgürlüğü konusundaki yaklaşımları ana hatlarıyla üçe ayırmak mümkündür. Birincisi, Libet’te ifadesini bulan veto hakkıdır. İkincisi, esas olarak beyin araştırmacılarında ifadesini bulan, insan özgürlüğünden söz etmeye artık son verilmesi gerektiği görüşüdür. Bu görüş, Almanca yazılarla sınırlı olarak belirtilirse, Wolf Singer ve Gerhard Roth gibi beyin araştırmacılarında ifadesini bulmaktadır. Sonuncusu ise, Libet deneyinin geçerliliğini sorgulayan görüştür. Doğada ancak zayıf belirleyicilik ve nedensellik ilişkisi bulunduğunu, doğa bilimlerinin insanı açıklamakta yeterli olmadığını içeren bu görüşün Almanca yazındaki önemli temsilcilerinden bir tanesi Brigitte Falkenburg’dur.

            Libet deneyinin geçerliliğini sorgulayan görüşle ilgili olarak felsefenin, sayısız kere görüldüğü gibi, spekülatif akıl yürütmeyle görüş ileri sürdüğü düşünülebilir. Kanıtlanması mümkün olmayan, mantıklı gibi görünen, gerçekte ise deneysel doğa bilimlerine uymayan görüşler… Felsefeciler konusunda böyle bir tehlike her zaman vardır. Ne ki, Falkenburg fizik eğitimi görmüş ve teorik fizikte doktora yapmış bir felsefe profesörü olduğu için, Libet deneyinin sorgulanmasında doğa bilimlerinin bazı temel kabulleri de sorgulamanın içine girmektedir.

            Libet deneyinin yorumlanmasıyla ilgili görüşler sırasıyla aktarılacak olursa:

 

VETO HAKKI

 

İnsan özgürdür çünkü veto hakkı vardır. Özgür iradeyle alındığı sanılan, gerçekte ise

bilinçdışından kaynaklanan bir karar alınsa bile, insan, iradesini kullanarak kararı uygulamayı durdurabilir. Libet, özgür olduğu sanılan karar öncesi oluşan elektrik akımının uygulama anlamına gelmediğini, insanın iradesiyle duruma müdahale ederek kararı durdurabileceğini savunuyor. İnsan istediğini yapamaz, alternatifler arasında seçme hakkı sınırlıdır, ama buradan özgür iradenin tümüyle yok olduğu sonucu çıkarılamaz, çünkü insanın alınmış (uygulanması için beyinde gerekli elektrik akımı oluşmuş) kararı durdurabilmek imkanı (veto hakkı) vardır.

            Libet, buradan hareketle, deneyin hukuk sisteminin değişmesine yol açmayacağı görüşündedir. İnsan ancak bilinçli olarak yaptığı eylemden sorumlu tutulabilir; bilinçdışı eylemin oluşmasında büyük rol oynuyorsa, tutulamaz. Ne ki, insanın veto hakkı bulunduğu için, sonuçta eyleminin sorumluluğunu da taşımak zorundadır. Veto hakkı bulunduğu sürece insan eylemi bilinçsiz değildir.

            Libet, kendi adını taşıyan deneydeki zihin süreçlerinin doğanın belirleyici yasalarına uyduğu konusunda kuşkuludur. İnsanın bilinçli eylemi beyindeki sinir hücrelerinin faaliyetleri temelinde doğa yasaları tarafından mı belirlenmektedir, yoksa bilinçli faaliyet bu yasalardan belirli bir derecede bağımsız mıdır; deney bu soruya cevap vermemektedir. (2)

 

            ÖZGÜR İRADE YOKTUR

 

            Wolf Singer’in makalesinin altbaşlığı, “Özgürlükten söz etmeye son vermek gerek” şeklindedir. (3) Singer, makalesinde Libet deneyini şu çerçevede yorumlar: eylem için beyinde karar verilmesi, bunun bilincine varılmasından önce gerçekleşiyor. Başka bir deyişle, istediğimi yapıyorum değil, yaptığımı istiyorum…

            Singer’in makalesinde dört önemli vurgu vardır:

            Birincisi: Zihinsel süreçler doğal olmaktan çok sosyal karakter taşırlar. Ahlaki değerler ve eğitim sistemi bu süreçleri önemli oranda etkiler. Burada nedensellik söz konusudur. Bu nedenselliğin mekanizmasını yeterince bilmiyoruz, ama gerçek olan, sanıldığının aksine özgür bireyler olmadığımızdır.

            İkincisi: Zihinsel süreçler beyindeki fiziksel ve kimyasal reaksiyonlara indirgenemez, ama arada nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Nedensellik ilişkisi zihin süreçlerinin belirlenebileceği anlamına gelir.

            Üçüncüsü: Bilinçdışı süreçler beyinde önemli yer tutar. Örneklemek gerekirse: bir insanın adını bir türlü hatırlayamadık diyelim. Bir süre sonra konuyu unuturuz, ama bilincinde olunmayan şekilde beyin faaliyetine devam eder, hafızayı tarar ve bir süre sonra ilgili kişinin adını hatırlarız. Beyin bilinçdışı faaliyet yürüterek ilgili kişinin adını bulmuştur.

            Dördüncüsü: Singer, “bilinçli ve bilinçsiz karar arasındaki fark nedir?” sorusunu şöyle cevaplar: Bilinçli karar, bilinçli olarak öğrenilmiş olanlara dayanır ve bunlar arasında ilişki kurularak alınır. Bilinçli olarak öğrenilen, nispeten geç öğrenilmiş olandır; küçük yaşlarda bilinçsiz olarak öğrenilen, içselleştirilen bilgi bilinçsiz olarak, bir çeşit “doğal doğru” olarak varolur. Bilinçsiz olarak öğrenilmiş bilgi, mekanizması bilinmeyen biçimde bilinçli kararları etkiler.

            Singer, burada, önce yapmak ardından da yaptığına gerekçe bulmak konusunu da açıklar. Singer’in örneksiz açıkladığı bu konuyu ülkemizden örneklendirmek mümkündür. Çocukluktan başlayarak milli motiflerin ön planda olduğu bir eğitim sürecinden geçmiş, bunu içselleştirmiş bir kişi; İstiklal Marşı okunduğunda kişilerin ayağa kalkıp hazırola geçmelerini ve önlerini iliklemelerini isteyebilir. Bunlardan herhangi birisini yapmayanlara karşı büyük bir öfke duyar ve hatta onlara saldırabilir. Bu eylemini bilinçli bir karar vererek yerine getirmez, “doğal doğru”larından hareket ederek yapar. Önce yapar, daha sonra ne yaptığını fark eder ve “tahrik oldum” ya da “milli duygularım zedelendi” diyerek kendini savunur.

            Burada Libet’in sözünü ettiği veto mekanizmasının devreye girmesi ve kişinin bilinçdışının etkisiyle yöneldiği eylemini durdurması da mümkündür. Beyinde bilinçdışı bir süreçle karar verilmiştir ama kişi bilinçli olarak kararın uygulanmasını durdurabilir.

            Özgür irade konusunda beyin araştırmalarının bir başka önemli ismi, Gerhard Roth da benzer görüşlere sahiptir. (4)

            Roth yazısının bir bölümünü beyin araştırmacılarını kendi alanlarına girmekle suçlayan felsefecilere verdiği cevaplara ayırır. Doğa bilimleriyle felsefe arasındaki eski ayrım kalkmıştır; ne ki, beyin araştırmaları yeni bir alan olduğu için yöntemleri ve kavramları yeterince yerleşmemiştir.

            Roth’a göre, beyinle ilgili yapılan çeşitli deneyler; beyindeki sinir hücrelerinin hareketiyle zihinsel süreçler arasında güçlü bir paralellik olduğunu göstermekle kalmıyor, ek olarak bilinçli idrakin öncesinde yeterli düzeyde bilinçdışı sinirsel hücre faaliyetinin varlığını da zorunlu kılıyor. Roth, değişik beyin hastalıklarının insanların karar vermesini ve bu kararı uygulamasını nasıl yönlendirdiğini açıkladıktan sonra; beynin yapısının ve buradaki süreçlerin insan davranışlarını belirlediğini belirtir. Bir insanın eyleminden sorumlu olması –ve gerekirse eylemi nedeniyle ceza alması- ancak başka türlü davranabilmesinin mümkün olduğu koşullar için geçerlidir. Bir insan beynindeki şu veya bu aksaklık nedeniyle başka türlü davranamıyorsa, ceza almamalıdır. Burada özgür iradeden değil, gelişmiş oranda belirlenmişlikten söz edilebilir.

            Roth, bilinçdışının etkinliğine örnek olarak, alışveriş tutkusunu gösterir. İnsanlar böyle yapmak istemedikleri halde alışveriş yapmaya yönelirler ve ardından da bu hareketlerinin kendilerine göre bir açıklamasını bulurlar. Burada özgür irade değil, yapılana gerekçe bulmak söz konusudur.

            Roth’un burada, bütün yeni bilim dallarında görüldüğü gibi, büyük genelleme yaptığından söz edilebilir. Hatırlanacağı gibi, ilk astronomlar da evrenin tamamının görebildikleri sınırlı parçaya benzediğini düşünerek genelleme yapmışlar, evrenbilim geliştikçe bunun doğru olmadığı ortaya çıkmıştı.

            Singer’in özgür iradeyle ilgili açıklamalarının Roth’unkilere göre daha çok yönlü ve gerçekçi olduğu söylenebilir.

            Bu bölümün sonunda Singer ve Roth’un insan eyleminin nedenselliklerinden söz eden Donald Davidson’a referans verdiklerini belirtmek ve konuyu kısaca açmak gerekir.  

 

             DAVIDSON VE FARKLI NEDENSELLİK

 

            Davidson 1973 yılında yani Libet deneyi yapılmadan önce yazdığı makalede (5) insan eyleminde nedenselliği savunur. Sadece bu nedensellik fizikteki gibi değildir ve fizik terimleriyle açıklanamaz. Davidson’a göre, bu görüşün indirgemeci materyalizmden ayrıldığı nokta, insanda maddesel olmayan değişimleri (psikolojik değişim ya da ruhsal değişim denilebilir) maddesel değişimle ilişkilendirmesi, ama doğrudan onun sonucu olarak görmemesidir. İnsan psikolojik olarak değiştiği zaman bedensel olarak da değişir. Dış görünümü aynı kalabilir ama beyinde fiziksel ve kimyasal değişimler gerçekleşir. İnsanın ruhsal değişimi beyinde ya da maddede gerçekleşen değişimle ilgilidir, ama onun bire bir denilebilecek sonucu değildir. Maddedeki değişime bakılarak psikolojik değişim ya da bundan kaynaklanan davranış şekli önceden bilinemez.

            Singer ve Roth da benzeri görüşü, bilinçdışının rolünü de katarak savunmaktadır. İnsanın şu veya bu hareketi ya da psikolojisindeki değişim salt iradenin sonucu değildir; beyindeki sinir hücreleri arasındaki reaksiyonlarla ilgilidir. Birisi ötekinin doğrudan sonucu olmamakla birlikte aralarında yakın paralellik bulunmaktadır.

            Burada söz konusu olan, doğa bilimleriyle felsefe ve psikoloji arasındaki sınırın ortadan kalkmasa bile bulanıklaşması, bu alanların iç içe geçmeye başlaması demektir.

 

            LİBET DENEYİNE YÖNELİK ELEŞTİRİLER

 

            Libet deneyi ve yorumlanmasına yönelik eleştirilerden sadece ikisi üzerinde duracağım.

            Helmrich, Libet deneyinden hareketle insanın irade özgürlüğünün bulunup bulunmadığının ölçülemeyeceğini, çünkü deneyin karar verme sürecinin sadece küçük bir bölümünü ölçtüğünü savunur. (6)

            Libet ve ekibi deneye katılan kişiyle birkaç kere deneyin nasıl yapılacağını konuşmuş ve uygulamasını da yapmış olmalıdır. Dolayısıyla belirli bir anda verilen karar ile elin hareket ettirilmesi (ya da tam deneyde olduğu gibi belirli bir düğmeye basılması) gerçekte önceden verilmiş, hazırlanılmış bir karardır. Libet deneyinde karar ve uygulanması sürecinin tamamı değil, küçük bir bölümü ölçülmüştür. Bu deneyden hareketle kararın oluşması,  uygulanması ve insan iradesinin işlevi konusunda sonuca varılamaz.

            Ek olarak, kararın verilmesi onun uygulanabileceği, durdurulmayacağı anlamına gelmez. Helmrich, örnek olarak, dükkandan mal çalmak isteyen bir kişinin davranışından örnek verir. Küçük bir kremi almayı kafasına koymuştur. Krem tüpünü eline alır, tam cebine koyacakken gözetlendiği duygusuna kapılır, tüpe bakar gibi yapar ve yerine koyar. Burada karar verilmiş, uygulanmaya başlanmış, ama ortaya çıkan farklı durum üzerine sonuna kadar götürülmemiş ve vazgeçilmiştir. İnsan iradesi sürece müdahale etmiş, veto ederek durdurmuştur.

            Falkenburg da 458 sayfalık kitabında beynin işlevleri, beyin araştırmalarının durumu ve Libet deneyini konu alan değişik belirlemelerde bulunur. (7) Bir dergi yazısı çerçevesinde Falkenburg’un kitabının özetini çıkarabilmek ve tartışabilmek mümkün değildir. Bu nedenle özellikle önemli bulduğum belirlemeler üzerinde durmakla yetineceğim.

            Falkenburg’un kitabın önsözünde yer alan ilk önemli saptaması; beyin araştırmacılarının klasik fizikteki anlayışıyla, oradaki yöntemler ve düşünme tarzıyla hareket ettikleridir. Beyin araştırmacılarına göre, beyindeki sinir hücrelerinin faaliyeti ve bu sırada gerçekleşen fiziksel ve kimyasal değişimler davranışlarımızı tümüyle belirlemektedir. Başka bir deyişle, beyindeki sinir hücrelerinin faaliyetiyle davranışlarımız arasında güçlü bir nedensellik ilişkisi vardır.

            Falkenburg güçlü nedensellik ilişkisinin klasik fiziğe ait bir kavram olduğunu, fizikte 20. yüzyıl başındaki devrimle birlikte (özellikle parçacık mekaniğini – Quantum Mechanics- kastediyor) bu konudaki anlayışın değiştiğini, ne fizikte ne de felsefede üzerinde anlaşılmış bir nedensellik kavramı bulunmadığını belirtir.

            Güçlü nedensellik kesin belirleyicilik, başka türlü olma ihtimalinin bulunmaması demektir. Bu anlayış aşılmıştır. Beyindeki sinir hücrelerinin hareketiyle insan davranışı arasında nedensel ilişki bulunmakla birlikte, burada söz konusu olan kesin belirleme değil, zayıf nedenselliktir. Başka bir deyişle sonuç kesin değildir, değişik ihtimaller söz konusu olabilir.

            Falkenburg, beyin araştırmacılarının sinir hücrelerini doğadaki madde gibi düşünmelerini eleştirir. Sinir hücreleri cansız nesne değildir, canlıdır. Bunlarda –klasik fiziğin aksine- termodinamikte olduğu gibi geriye dönüşsüz reaksiyonlar söz konusudur. Bu ise bir deneyin tekrarlanmasında sorun oluşturur.

            Gerçeklik bulunur veya üretilir. Laboratuarda deney yan etkilerden olabildiğince arındırılır, belirli koşullar oluşturulur ve aynı deneyin aynı koşullar altında tekrarlanabilmesi ya da başkaları tarafından da yapılarak sonucun denetlenebilmesi esastır. Zihinle ilgili deneylerde ise yan etkileri eleyebilmek mümkün değildir, en başta yan etkilerin ne oldukları tam olarak bilinememektedir. Falkenburg, burada, doğal bilimlerdeki deneyle zihinle ilgili deney arasındaki farkı göstermekte, iki ayrı çeşit deneyin aynı yönde yorumlanamayacağını vurgulamaktadır.

            Falkenburg, ek olarak, beynin bilgisayara benzetilemeyeceğini belirtir. Beynin parçaları birbirinin yerine geçebilir, işlemeyen bir parçanın boşta kalan işlevi başka bir bölümün güçlenmesine neden olabilir. Gözleri görmeyen insanların dokunma duyularının güçlenmesi gibi… Benzeri başka örnekler de bulunmaktadır, ki böyle bir durum bilgisayar için söz konusu olamaz.

 

            DOĞA BİLİMİ VE FELSEFE

 

            Libet deneyi ve beyin araştırmacılarının tezleriyle ilgili olarak yapılan eleştiriler, felsefe ile doğa bilimi arasında yeni bir ilişkiyi de gösteriyor. Akıl yürütme yoluyla eleştiri getiren felsefecilerin beyin araştırmacıları tarafından ciddiye alınmadıkları söylenebilir. “Zihin, felsefenin alanıdır; doğa biliminin burada işe yoktur” gibi eleştiriler dayanaktan yoksundur.

            Beyin araştırmacıları –Libet deneyi de dahil olmak üzere- deney verilerine dayanıyorlar. Beyin hastalıklarından ve bunların tedavilerinden elde edilen sonuçların birikimine dayanıyorlar. Bu birikimi akıl yürütmeye dayanan eleştiriyle geçersizleştirmek mümkün değildir. Eleştiri de deney sonuçlarına dayanmak zorundadır ve ikiye ayrılabilir:

            Birincisi: Libet deneyinden insan özgürlüğünü ortadan kaldıracak sonuçlar çıkarılamaz; çünkü bu deneyle ölçülen insan eyleminin küçük bir bölümüdür, dolayısıyla bu deney sınırlı bir geçerliliğe sahiptir. Burada deney gerekçelendirilerek eleştirilmektedir: bu deneyden beyin araştırmacılarının çıkardığı sonuçlar çıkarılamaz. (Helmrich eleştirisi)

            İkincisi: doğa bilimlerindeki özellikle de fizikteki genel ilkelerden hareketle beyin araştırmacılarının deneyleri ve düşünme tarzları eleştirilir. Zayıf nedensellik, zihin deneylerinin yan etkilerden arındırılamaması ve tekrarlanmalarındaki zorluklar, geriye dönüşsüzlük gibi… (Falkenburg örneği)

            Almanya’da değişik felsefecilerden gelen eleştirileri ciddiye almayan Singer gibi beyin araştırmacılarının Falkenburg ile polemiğe girmek ihtiyacını hissetmeleri bu nedenledir. İyi bir fizik eğitimi de görmüş olan Falkenburg eleştirisini sadece dışarıdan değil, “içerden” de yapmaktadır.

           

            SONUÇ

 

            Beyin araştırmaları bilinçdışının varlığının da ötesinde, zihinde en az bilinçli faaliyet kadar hatta ondan daha önemli yer tuttuğunu gösterdi. Bilinçli ve bilinçdışı olan süreçler birbirlerini nasıl etkiliyor, mekanizma yeterince bilinmiyor.

            Buradaki bilinç dışılık, psikolojik hastalıklardaki bilinçaltından daha kapsamlıdır. Orada söz konusu olan, bilinçaltına itilmiş olan, hastanın bilmediği ama onu sürekli rahatsız edeni bilince çıkarıp iyileştirmektir. Beyin araştırmalarındaki bilinç dışılık ise daha geniştir. Bilinç ve bilinçdışının birbirini sürekli etkilemesi, psikolojinin kurucularından C.G. Jung’ın konuyla ilgili tezlerini akla getiriyor. Jung, bilinçdışı ve bilinçaltının işlevleri konusunun kendisiyle Freud arasındaki temel ayrım noktası olduğundan söz etmişti.

            Beyin araştırmalarında atılan önemli adımlardan bir tanesi de, insan psikolojisindeki ya da genel olarak insan zihnindeki değişimin, beyindeki fizik ve kimyasal süreçlerle paralelliğinin bulunmasıdır. Buradaki nedensellik ya da neden-sonuç ilişkisi –Falkenburg’un belirttiği gibi- zayıf olabilir, ancak arada ilişkinin olduğu da açıktır.

            Falkenburg kitabında doğa bilimlerinin açıklama kapasitesinin sınırlarına işaret etmek ihtiyacı duyarken haklıdır. Fizik teorilerini birleştirebilen genel bir teori bile bulunamamış iken, (görelilik kuramıyla parçacık mekaniğini birleştirecek birleşik alan teorisi (united field theory), evrenin en karmaşık organik yapısı olan beynin işleyişinin fizik ve kimyasal süreçler vasıtasıyla tümüyle çözümlenebilmesi mümkün değildir.

            İnsan davranışları beyindeki süreçlere indirgenemez. İnsan kültürel bir şekillenmedir. Yaşanılan sosyalizasyon ve kültürel etkiler insan davranışlarını önemli oranda şekillendirir. İlk sosyalizasyon ya da ailedeki sosyalizasyon insana daha sonraki yıllarda doğal gelecek doğruları öğretir. Aileden sonra yaşanılan sosyalizasyon süreci de bunu ileriye taşır. Bu doğrular, düşünmeden yapılan kendiliğinden davranışların, bilinçdışının önemli bileşenini oluşturur. İnsan ilk sosyalizasyonu ve ikinci sosyalizasyonun en azından ilk dönemini (okul ve arkadaş çevresi) yaşamak zorundadır, karşı koyamaz. Sonraki yıllarda kendisine ters gelebilecek bu sosyalizasyonun etkilerinden önemli çaba harcayarak kurtulabilir ya da kurtulamaz.

            Özgürlük, insanın iradesi dışında içine doğduğu çevrenin ve yine kaçınılmaz olarak yaşadığı sosyalizasyonun etkilerinden kurtulabilmesi; bu alanda kendine uymayanları ileriki yaşlarda tasfiye edebilmesidir.

            İnsan eylemiyle dış dünyaya müdahale edebilir, kendine de edebilir, kendini yönlendirebilir. Beyindeki süreçlerle özgürlük konusunda veto hakkından fazlası da yapılabilir.

            Burada irade söz konusudur. Zor bir süreçtir, genellikle yapılamaz ya da ileri aşamalara kadar taşınamaz, ama teorik olarak mümkündür.

 

 

KAYNAKLAR

 

1. Benjamin Libet: Mind Time, Suhrkamp Verlag, Frankfurt a. M., 2005, s: 55-56.

2. Benjamin Libet: Haben wir einen freien Willen?, in: Hirnforschung und Willensfreiheit, s: 268-288, Suhrkamp Verlag, Frankfurt a. M., 8. Auflage, 2013.     

3. Wolf Singer: Verschaltungen legen uns fest, agy, s: 30-65.

4. Gerhard Roth: Worüber dürfen Hirnforscher reden – und in welcher Weise?,  agy, s: 66-85.

5. Konuyla ilgili olarak bkz. Donald Davidson: Handlung und Ereignis, Suhrkamp Verlag, Frankfurt a.M., 1990, s: 291-316.

6. Herbert Helmrich: Wir können auch anders: Kritik der Libet-Experiment, in: Hirnforschung und Willensfreiheit, s: 92-102, Suhrkamp Verlag, Frankfurt a. M., 8. Auflage, 2013.

7. Brigitte Falkenburg: Mythos Determinismus, Springer, Berlin, 2012.

 

 

 

Bu yazı düşünbil dergisinin Eylül 2014 tarihli 43. sayısında yayınlandı. Okurlara bu dergiyi izlemelerini hararetle tavsiye ederim.

www.dusunbil.blogspot.com