aydindan firar tesebbusu 2 Yazdır


Kaçış planımızı hayata geçirmeye karar verdik. Önce Metin, birkaç gün aralıklarla uğraşarak kapının üzerindeki demirlerden bir tanesinin üstünü kesti. Kaçış gecesi bu demiri aşağıya doğru büküp kapının üzerinde bir kişinin geçebileceği kadar aralık sağlayabileceğimizi düşünüyorduk.
 
Aslında iki demirin kesilmesi daha iyi olurdu. Bir demirin sağlayacağı aralık bana yeterince geniş görünmemişti. Evet, bir insan geçerdi ama unutmayalım ki geçilecek yer boyumuz hizasından biraz yüksekti.
 
Bir demir daha kesmek gerekir mi diye düşünürken beklemediğimiz bir durumla karşılaştık. Kaçış olayları hep böyledir zaten, beklenmedik durumlarla karşılaşırsınız. Önceden de belirttiğim gibi demirlerinden bir tanesinin kesilmiş olduğu kapı işlek bir yerdeydi ve güneş vurunca demirin üst tarafının arasından ışık sızıyordu. Dikkatli bir göz bunu görürdü. Kısacası ikinci demirin kesilmesi için birkaç gün bekleyecek zamanımız yoktu, hapishane deyimiyle bombamız her an patlayabilirdi.
 
Hemen karar verdik: Kaçacağız.
Gardiyanları rehin alacağız. Bu arada çocuk koğuşunun mümessili Bahattin ile konuştuk. Gece büyük bir eğlence yapacaklar ve böylece çıkaracağımız gürültü daha az duyulacaktı.
 
Gece harekete geçtik. Bir arkadaş kesik demiri bükmeye çalışırken o bölümü sürekli kontrol eden gardiyanlar geldiler. Silahı çekip hepsini rehin aldık. Kimse direnmeye kalkmadı, hiç zorluk çıkarmadılar.
 
Demiri büktük ve anlaşıldı ki, biz bu aralıktan geçemeyiz. Hele Süleyman gibi uzun boylu birisinin buradan geçmesi hayli zor. İkinci demiri de kesmemiz gerekiyordu. Bu arada çocuk koğuşunda eğlence başlamış, cezaevi onların kahkahalarıyla çın çın ötüyordu.
 
Bu kapı da amma gürültülüymüş. Gece vakti uğraştıkça tangır tungur edip duruyordu. Nihayet bir arkadaş demirlere tırmandı, aralıktan dışarıya uzandı ve dışarıdan jandarmanın hop hop diyen bağırtısı duyuldu. Arkadaş geri çekildi. Biraz sonra yukarıdan haber geldi: Cezaevi çevrilmişti.
 
Bu iş yattı da şimdi ne yapacağız? Başgardiyan dahil gardiyanların hepsini rehin almışız. İki ihtimal var: Ya isyan çıkaracağız, ki anlamı yok. Hiç bir ön hazırlık olmadan kendi kendimize isyan çıkarmanın ne alemi var?
Ya da savcıyı çağırıp teslim olacağız.
 
Bunları konuşurken, Süleyman, siz gidin, ben bu işi hallederim, dedi.
 
Süleyman'ı gardiyanlarla birlikte bırakıp ayrıldık. Saat gece yarısına geliyordu. Kısa sürede sürgüne gitmeyi beklediğim için elbiselerim ve ayakkabılarımla birlikte yattım. Bütün arkadaşlara da böyle yapmalarını söyledim. Sürgün için koğuş basıldı mı hiç bir şeyinizi alacak fırsatınız kalmaz.
 
Yattık ve sabah hiç bir şey olmadı. Süleyman'ı buldum. Durumu şöyle halletmiş:
Başgardiyanı bir köşeye çekmiş. "Sana iki adam göstereceğim. Bizi bunlar rehin aldı diyeceksin. Rehin aleti olarak da iki bıçakları olacak. Öteki gardiyanlar da aynısını söylesinler. Anlaşamazsak, sen bilirsin. Ticari anlaşmamız açığa çıkar..."
 
Ticari anlaşma dediği içeriye başgardiyan vasıtasıyla cezaevine sokulan esrar...
Başgardiyan kabul etmiş. Gardiyanlar da mecburen kabul edecekler... Süleyman onlara iki adamını vermiş, konu kapanmış...
 
Tabii görünürde kapanmış... Cezaevlerini bilen birisi için durum açık: yakında buradan yolcuyuz...
 
İki hafta kadar sonra 27 Mayıs idi. Akşam 19.00'da elektrikler kesildi. Adnan Menderes de Aydınlı idi ya, kimse haberleri izlemesin diye elektrik saatlerce kesildi. Şansa bak, keşke bugünü bekleseymişiz, ama nereden bileceksin?
 
Süleyman, "kader, ne yaparsın" dedi ve birkaç gün sonra da sevki çıktı, gitti.
 
Cezaevindeki işler yardımcısı Adnan'a kaldı. Adnan Süleyman kadar usta birisi değildi ve nitekim kısa sürede rakipleriyle açık çatışmaya girdi. Bir gün koğuşta yatakta oturmuş konuşuyorduk. Cezaevinin alt katındaki kantin konusunda çatışmalı olduğu bir rakibi kapıdan içeri girdi. Konuşmaya gelir gibiydi ama Adnan şüphelendi. Adam iyice yaklaşınca Adnan ayağa kalktı, silahını çekti (Süleyman'ın daha önce getirtmiş olduğu bir silahtı, ek olarak kendi silahımız da duruyordu) üç kurşunda adamı yere yuvarladı. Hemen öldü. Bana dönüp, "öldürülmesini istediğin birisi var mı?" dedi. Başımı salladım.
 
Sonra aşağıya indi, silahıyla birlikte savcıya teslim oldu. Gardiyanlar uyanık... "Adnan'ın kullandığı silah bizim firar gecesi gördüğümüz silaha benzemiyordu" dediler. Ben de "karanlıkta iyi görememişsiniz" dedim. Gerçekten de o silah başka silahtı...
 
Birkaç gün sonra savcı beni çağırdı. Dava dosyası İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına kalkmıştı ve Selimiye'ye gidecektim. Bana da yol görünmüştü. Gerida kalan arkadaşlarla vedalaştık. Onların da uzun süre burada kalacaklarını sanmıyordum. Nitekim bir süre sonra Isparta Cezaevi'ne sürüleceklerdi. Silahımızı birlikte götüremeyeceklerine göre, istedikleri bir kişiye vermelerini söyledim.
 
Nezarethanede Adnan ile karşılaştık. Muhtemelen bir daha görüşemeyecektik. Ayrılırken cezaevlerinin ünlü sözünü söyledi: "Seni bilmem ama mapushaneler benim mekanım olacak." Yani ben hiç çıkamayacağım, hayatım burada bitecek...
 
Ayrıldık... ne kadar yaşadı, bilmiyorum.
 
Otobüsle jandarmalar eşliğinde İstanbul'a götürüldüm.
Huyumdur, otobüs yolculuğunda sürekli uykum gelir. Ama bu kez uyanık kalmak için sürekli çaba harcadım. En az on yıl dışarısını bir daha göremeyecektim. O nedenle gözümü açık tutmalıydım.
 
On ay sonra kaçacağımı nereden bilebilirdim...